Prof. Dr. Özcan Güngör / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Günlerdir gazete ve TV’lerden İsrail’in her türlü kutsal değeri çiğneyerek; mabetleri, hastaneleri, okulları ve sivil yerleşimleri gayri ahlaki bir biçimde bombaladığını üzülerek izliyoruz. Aksa Şehitleri Camii, El Ömeri Camii, Ed Demc Camii, Rum Ortadoks Kilisesi, El Ensar Camii, El-Ehli Baptist Hastanesi gibi sosyal yapıların yok edildiğini öğreniyoruz. Özünde Filistin genelde ise tüm insanlığın kültürel ve manevi değerlerine yapılan bu barbarlık ve vandallığın hangi teo-stratejik motivasyon ve değerlerle meşrulaştırıldığı ise merak konusudur. Özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ulusa sesleniş konuşmalarında sıklıkla Tevrat’tan alıntılar yapması ve kehanetlere yer vermesi son günlerde en çok konuşulan konular arasında yerini aldı. Peki tüm bu canilik ve barbarlığın dini meşruiyet kaynaklarının teo-stratejik boyutları nelerdir?
YAHUDİ TARİHİNİN AYRILMAZ PARÇASI
Yahudilikteki savaşla ilgili bazı kurallar ve yaklaşımlar vardır. İsrailoğulları’na vadedilen toprakların ele geçirilmesi öncelikli hedef olmuş, sistem ve süreç buna göre şekillenmiştir. Bu süreçte iki farklı savaş türü olan ‘‘Milhemet Mitsva’’ (zorunlu savaş) ve ‘‘Milhemet Reşut’’ (isteğe bağlı savaş) kavramları ortaya çıkmıştır.
Ken’an (vadedilen) topraklarını ele geçirme amacıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden savaş, şiddet, sürgün ve çatışma ortamı, Yahudi tarihinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Yahudilerin vaat edilmiş topraklarla olan ilişkileri, kutsal metinlerinde yer alan savaşla ilgili pasuklara da yansımıştır.
Yahudi dini kültüründe, Ken’an milletlerinden olmayan bir yere savaş için yaklaşıldığında, oradakilere öncelikle barışçıl bir teslimiyet teklif edilir ve bu teklif kabul edildiğinde şehirdeki insanlara ve mallara dokunulmaz. Ancak, Yahudi inancına göre savaşın ardından ele geçirilen bir şehirde savaşabilecek erkeklerin öldürülmesi emredilir; kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve diğer varlıklar ganimet olarak görülür. Bu kurallar, genellikle yedi Kenan ulusu dışındaki topraklara uygulanır. Ancak, Kenan uluslarıyla olan savaşlarda, putperest inançların yayılmasını engellemek ve Tanrı’ya başkaldıranları cezalandırmak için tüm canlıların yok edilmesi emredilmiştir.
AMALEKLERE NE OLDU?
Tarihte İsrailoğulları ve yine Yahudi olan Benyaminoğulları arasında bir savaş yaşanmıştır. Yahudi’yle savaş konusunda isteksiz olan İsrailoğulları’na Tanrı, bu savaşa devam etmelerini emretmiş ve bu savaşı kazanan İsrailoğulları, Benyaminoğulları’nın yaşadığı şehirlere saldırarak, oradaki insanları, hayvanları ve her şeyi yok etmişlerdir. Bu durum, yedi Kenan ulusu ve diğer uluslara karşı uygulanan savaş ve ceza kurallarına benzer bir şekilde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, Yahudilerin kendilerince meşrulaştırdıkları savaşlarda hiçbir hukuk ve ahlaki ilkeyi önemsememeyi içselleştirdikleri görülmektedir.
Yine Kral Saul döneminde birçok savaş yapılmıştır. Bunlar arasında Amaleklerle yapılan savaşın Tanrı tarafından emredilmesi ve “Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür” (I. Samuel, 15:3) emri oldukça dikkat çekicidir. Amalekler her ne kadar yedi Kenan ulusu içerisinde yer almasalar da korkunç bir savaşın muhatabı olmuşlardır.
Kral Saul’ün ölümünden sonra kral olarak yerine Davut geçmiştir. Davut döneminde Yeruşalim başkent yapılmıştır. İsrailoğulları merkezi bir yönetim altında birleşmiş ve İsrail toprakları kuzeyde Toroslar’a, güneyde Mısır’a kadar genişlemiştir. Bu dönemde zengin ve güçlü olan bu krallığın Tanah metinlerinde, Tanrı tarafından belirlenen savaş emirleriyle kurulduğu ifade edilmektedir. Bu topraklarda yaşayan ulusların, İsrailoğullarının dini inançlarına zarar vereceği gerekçesiyle büyük bir tehdit olarak görüldüğü, bunlara karşı savaş başlatılarak; erkek, kadın, çocuk, ihtiyar, evcil ve yabani hayvanlar dahil olmak üzere her şeyin imha edildiği ve yaşadıkları şehirlerin tamamen yok edildiği ve bu ulusların izlerinin silinmeye çalışıldığını kutsal metinlerden öğreniyoruz (Devarim, 2009, 7:2-5; 20:16-18). Böylesi bir tarihin öznesi olan Siyonist Yahudilerin şimdilerde uyguladıkları politikalar geçmiş kodlarına bakıldığında hiç de şaşırtıcı değildir.
TEO-STRATEJİK HAMLELER
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar sırasında, Filistinlilerin Yahudi metinlerinde yer alan «Amalek” kavmi gibi tasvir edilmesi, Talmud’da geçen “goy” terimi kullanılarak Gazzelilerin “insan görünümlü hayvanlar” olarak nitelendirilmesi, Gazze şehrinin yerle bir edilmesi talebi ve İsrail askerlerinin dua ederek savaşa motive olmaları, Isaac Herzog’un sivil ölümlerini meşru gösteren yaklaşımı gibi faktörler, dinin politik amaçlar için kullanılmasının teo-stratejik örneklerini oluşturuyor.
Ancak bu politikalar, sağduyulu İsrailliler tarafından eleştirilmiştir. Eğer İsrailli yöneticiler, hissiselim bir yaklaşım benimsemezlerse, bölgede büyük bir savaşın patlak verme riski artacaktır. Belki de bu savaş, Orta Doğu’yu geniş ölçüde etkisi altına alarak İsrail’in evdeki hesabının çarşıya uymamasına neden olacak ve İsrail halkını yine sürgün ve zorluklarla karşı karşıya bırakacaktır. Özetle Yunus’un dediği gibi “zulümle abat olanın akıbeti berbat olur.”
Siyonist Yahudilerin şimdi kendilerinde gördükleri kudret ve güç geçmişte de vardı. Ancak “yıkılmaz” dedikleri Davut krallığı dağılmış, “dokunulmaz” kabul ettikleri mabetleri birkaç defa yıkılmıştır. İşte bu yüzden insanlık, adalet, merhamet, özgürlük, akıl ve barış adına Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed efendilerimizin öğrettiği kadim ve çağlar üstü değerlere her zamankinden daha çok bugünlerde muhtaçtır. Bunu ise ancak savaş ahlakı ve hukukuna sahip olan, tarihinde binlerce savaşla bunu ispatlamış bir millet yapacaktır.