Solingen faciası ve Avrupalı Türklerin güvenliği

Almanya’da siyasetçiler sadece Nazi partisi AfD ile ilgili yanlış tutumlarıyla değil, aynı zamanda en az Naziler kadar tehlikeli olan PKK ve FETÖ gibi terörist yapılara sağladıkları imkanlarla da dikkat çekiyor. Alman siyaseti aşırılıkların her türlüsü ile mücadele etmesi gerekirken, onları kullanmayı tercih ediyor.

Yeni Şafak Haber Merkezi
Gündem

Asiye Bilgin - Yazar

29 Mayıs 1993’de Almanya’nın Solingen şehrinde Genç Ailesi’nin evi kundaklandı. Beş vatandaşımız o menfur saldırıda hayatını kaybetti. Genç Ailesi o günden beridir kendilerine tahsis edilen evde hayatını sürdürüyor. O gün kül olan Genç Ailesi’nin evi ile birlikte, vatandaşlarımızın güven duygusu da kül oldu. Dönemin Şansölyesi Helmut Kohl cenaze törenine katılmayı ‘program yoğunluğu‘ nedeniyle reddetti. O günlerdeki siyasi atmosferi anlamak için önemli bir karar. Ülkenin başbakanının dahi umurunda olmayan vatandaşlarımız saldırı sonrası geceleri sokaklarda nöbet tutup, olası saldırılar karşısında sevdiklerini korumaya çalıştılar. Aradan 25 yıl geçmişken bugün Almanya’da yaşayan Türkler kendilerini daha mı güvende hisediyor? Maalesef hayır!

Çeyrek asır geçse de acılar taze

Solingen faciası Almanya’daki yabancı ve Türk düşmanlığının sembolü oldu. 25 yıl önce dört Neonazi tarafından kundaklanan evde Genç ailesine mensup 19 vatandaşımız bulunuyordu. Sekizi ağır yaralandı, Mevlüde Genç’in iki kızı, iki yeğeni ve bir torunu hayatını kaybetti. Saldırıdan kısa süre sonra Alman polisi dört şüpheliyi tutukladı. 16 ile 23 yaşlar arasındaki dört katilin davası 1995 yılında görüldü. Aralarında yetişkin olarak en fazla ceza alan ve mahkemenin itirafta bulunduğu gerekçesi ile ceza indirimine gittiği saldırgan Markus Gartmann, 12 sene bir ay hapis yatarak serbest bırakıldı. Diğer üçü de beş cana kıyma karşılığında sadece 10 yıl yatarak serbest bırakıldı. Beş insanın canını almak karşılığında ortalama 10 yıl tutukluluk. Adaleti tesis etmek ve Genç Ailesi’nin acısını dindirmek başka türlü olsa gerek. Neonazi katiller kısa süre sonra serbest bırakılmış olsalar da, Genç Ailesi ve Avrupalı Türklerin acısı 25 yıl sonra da tazeliğini ilk günkü gibi koruyor.

Neonazi zihniyeti her dönem canlı

Tarih tekerrür ediyor. Geçmişte toplumların zihninde iz bırakan olayların hangi şartlarda gerçekleştiğini, o dönemin siyasi söylemlerinin neler olduğunu bilmek önemli. Unutmamak ve unutturmamak, gelecekte bu tarz olayların yaşanmaması için bir zaruret.

90’lı yılların Almanya’sı bugünkü tartışmalara benzer bir süreçten geçiyordu. O yıllarda artan iltica başvuruları kamuoyunda sert tartışmaların fitilini ateşlemişti. Siyaset ve medya mülteci dalgasının önüne geçilmesi gerektiği yönünde hemfikirdi. Neonazi gruplar Türklere ve diğer yabancılara açıktan saldırıyor, neredeyse her gün bir çok ırkçı saldırı gündemi meşgul ediyordu.

1991 yılında Hoyerswerda kentinde bir çok mülteci evine –ki bunlar mültecilerin yaşadıkları yurtlar/barınaklardı - saldırı gerçekleşti. Neonaziler 220 mültecinin yaşadığı eve molotof kokteyli, cam şişe, demir bilyelerle saldırıyordu. O olaylarda 32 insan yaralanmış, sokak olaylarının önüne geçemeyen polis ve siyasiler çareyi mültecileri başka şehirlere yerleştirmekte bulmuştu.

Bu olaylardan sadece bir ay sonra üç Neonazi Hünxe kentinde bir mülteci evini kundaklamış, çıkan yangında iki Lübnanlı çocuk ağır yaralanmıştı. Nazi zihniyeti toplumda canlıydı, siyaset önlem alamıyor, medya adeta ateşe körükle gidiyordu.

Ağustos 1992’de Rostock kenti yeni olaylara şahitlik edecekti. Yüzlerce Neonazi kamuoyunun ve siyasetin duyarsızlığından aldığı güçle kentteki mülteci evine saldırdı. Tam beş gün boyunca en az yüz Vietnamlı‘nın yaşadığı mülteci evi molotof kokteylli, taşlı sopalı saldırılara maruz kaldı. Yüzlerce Neonazi sardırdıkları evi ateşe verirken kent sakinleri de onları alkışlıyordu. Alman toplumu için utanç verici sahneler.

Tam kabus bitti derken bu olaydan sadece üç ay sonra Mölln kentinde bir Türk vatandaşın evi ateşe veriliyor, üç vatandaşımız kundaklanan evde can veriyordu. Ondan sadece 6 ay sonra, yani 29 Mayıs 1993’de ise Solingen faciası gerçekleşiyordu.

Bu olayların tamamında dikkat çeken en önemli hususlar siyaset ve medyanın bu saldırılar için uygun toplumsal zemin oluşturması, saldırgan ve katillerin çoğunun göstermelik az cezalar alması, iyi halden erkenden serbest bırakılmaları ve en nihayetinde polis ve istihbaratın acizliği.

Almanya’da paradigma değişikliği şart

Almanya ırkçılıkla mücadeleye her yıl milyonlarca Avro bütçe ayırıyor. 2013 ile 2017 yılları arasında federal bütçeden ayrılan yıllık 46 milyon Avro 2017 yılında yıllık 116 milyon Avroya çıkartıldı. Bunun yanı sıra eyaletlerde de ırkçılıkla mücadeleye bütçeden pay ayrılıyor. Irkçılığı önlemek için onlarca sivil toplum kuruluşu ve inisyatif aktif çalışma yürütürken toplum içinde artan ırkçılığın önünün alınamaması düşündürücü.

Almanya yıllardır sürdürdüğü yanlış siyaseti devam ettiriyor. Merkel ve diğer siyasi liderler‚ ‘endişeli yurttaşların‘ (besorgte Bürger) suni korkuları ile ilgilenmekten azınlıkların gerçek sorunlarına çözüm üretemiyor. Temel insan hakları, ifade özgürlüğü ve çoğulcu toplumun tehlikeye girdiği Almanya‘da siyasi paradigma değişikliği şart.

Almanya’da siyasetçiler sadece Nazi partisi AfD ile ilgili yanlış tutumlarıyla değil, aynı zamanda en az Naziler kadar tehlikeli olan PKK ve FETÖ gibi terörist yapılara sağladıkları imkanlarla da dikkat çekiyor. Alman siyaseti aşırılıkların her türlüsü ile mücadele etmesi gerekirken, onları kullanmayı tercih ediyor. Bugün NSU cinayetlerinde şaibe altında kalan Alman polisi ve istihbaratı, PKK yandaşları ile el ele kol kola siyasi propaganda yapan Alman siyasetçilerin önceliklerini ortaya koyuyor.

Hem öldür, hem sustur

Solingen faciasının 25. yılı münasebeti ile NRW Parlamentosu’nda yapılacak anma töreni, 24 Haziran seçimleri bahane edilerek sırf Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nu konuşturmamak için iptal edildi. Cumhurbaşkanlığı referandumundan bu yana AK Parti’li milletvekili ve bakanlara uygulanan konuşma yasağı ayrımcı bir şekilde devam ettiriliyor. HDP ve CHP milletvekili programlarına kolaylık sağlayan yetkililer, sözkonusu AK Parti olduğunda düşünce ve toplanma özgürlüğü gibi hiç bir değeri tanımıyor.

Her yıl Zilan Festivali adı altında PKK festivalleri düzenlenen ve intihar bombacısı bir katilin kutlanmasına izin verilen bir ülkedeki hoşgörü, nedense söz konusu Sayın Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’ı destekleyenler olunca birden yok oluyor. Hakkın, adaletin ve ilkeli siyasetin yanında duran Türk vatandaşlarının siyasi iradeleri yok sayılırken, temel özgürlükleri de kısıtlanıyor. Son yıllarda normalleşen bu çifte standart sürdürülmeye devam ederse toplum içindeki huzur ve birlikte yaşama kültürü orta ve uzun vadede ciddi tehlike altındadır. Alman ve Türk halkının dostca birlikte yaşamasını temin etmek bizden çok daha fazla Almanya’nın sorumluluğundadır.