Dr. Mehmet Rakipoğlu / Batman Üniversitesi Öğretim Üyesi, Akademik Çalışmalar Koordinatörü, Dimensions for Strategic Studies
Son aylarda uluslararası medyada Orta Doğu bağlamında İsrail-Suudi Arabistan normalleşme sürecine dair birçok yazı ve haber yayımlandı. Özellikle Amerikan medyası bu süreci gündemde tutarken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Biden hükümeti de normalleşme sürecinin başarıya ulaşması adına birçok girişimde bulundu. Gerek ABD başkanı Biden’ın gerekse Dış İşleri Bakanı Blinken’ın Suudi Arabistan ziyaretlerinde ana gündem maddesi normalleşmeydi. İslam coğrafyası açısında manevi ve sembolik açıdan önemli bir konuma sahip olan Suudi Arabistan Krallığı’nın İsrail ile normalleşme sürecini yürütüyor olması, Müslüman ve Arap devletler arası ilişkilere ve Filistin jeopolitiğine ve Orta Doğu siyasetine doğrudan yansımaktadır.
BAĞIMSIZ BİR DEVLET
Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme karşılığında gerek ABD gerek İsrail’den bir dizi talepte bulundu. Bu taleplerin bir kısmı Suudilerin ‘ulusal’ çıkarları (nükleer enerji, ABD ile güvenlik paktı) ile ilintiliyken bir kısmı da doğrudan Filistin ve işgal altında ve diasporada yaşayan milyonlarca Filistinliyi ilgilendiriyor. Riyad yönetiminin Filistin meselesini ilgilendiren temel talebi 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır.
2002’de müteveffa Kral Abdullah bin Abdülaziz döneminde ilan edilen Arap Barış Girişimi’nin de bir parçası olan bu talep, işgal altındaki Filistin açısından kritik önem arz ediyor. Nitekim İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak yıllardır Filistin topraklarını dünyanın gözü önünde işgal ederken, uluslararası toplum bu hak ihlallerini sadece kınamakla yetindi. Suudi Arabistan, normalleşme karşılığında 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını şart olarak sunarak, Filistin davasında geleneksel kodlarından kopmadığını gösteriyor.
1967 SINIRLARINA DÖNÜLSÜN
Suudi Arabistan’ın İsrail’i tanıması karşılığında sunduğu bir diğer şart İsrail’in 1967 sınırlarına geri çekilmesidir. Mezkûr talep, sahada gerçeklik ve uluslararası hukukla da doğrudan örtüşmektedir. Sahadaki gerçeklik Filistin ölçeğinde aktif halde hareket eden aktörlerin de 1967 sınırlarında bir devlet algısına tekabül etmektedir. Örneğin Hamas gibi İslami direniş hareketi, Mayıs 2017’de yayımladığı ‘Yeni Siyaset Belgesi’nde 1967 yılında belirlenen sınırlar içerisinde bir Filistin devletinin kurulmasını açıkça kabul etmiştir. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın, 1967 sınırlarında Filistin devleti talebinin, Filistin ölçeğinde mücadele eden Hamas gibi direniş gruplarının da kabul ettiği bir gerçeği yansıttığı ifade edilebilir.
YERLEŞİMCİ TERÖRÜ SON BULMALI
Suudi Arabistan’ın normalleşme bağlamında sunduğu şartlardan bir diğeri de İsrail’in yerleşimci politikasına son vermesidir. Söz konusu talep de Filistinlilerin ve Filistin’in bağımsızlığı açısından oldukça önemlidir. Nitekim İsrail, uluslararası hukuka aykırı biçimde Filistin’in toprak bütünlüğünü, demografisini ve iskân bölgelerini işgal etmekte; Filistinlilere ait ev, iş yeri, arazi gibi yerleri haksızca gasp ederek Filistinliler yerine yurt dışından getirdikleri Siyonistleri bu bölgelere yerleştirmektedir. Suudi Arabistan yerleşim politikasının son bulmasını ön şart koşarak İsrail ile normalleşme noktasında Filistin ve Filistinlilerin haklarını gözettiğini ortaya koymaktadır. Söz konusu durum BAE ve Bahreyn’in 2020 Eylül’ünde Beyaz Saray’daki normalleşmesi sonrası yaşananlardan bir anlamda ders çıkarma olarak nitelendirilebilir.
Nitekim BAE ve Bahreyn, İsrail ile Filistin’in haklarını gözeterek normalleşmemiştir. Örneğin 2020’deki BAE ve Bahreyn’in İsrail ile normalleşmesi Filistin’in işgaline, İsrail’in yerleşim politikalarına son vermemiş, aksine İsrail, Arap devletleri nazarında kabul edilirliğini artırarak işgalin dozunu artırmıştır. Dolayısıyla İsrail’e yönelik Filistin’i tanıma, işgal ve yerleşim politikalarına son verme gibi Suudi Arabistan’ın talepleri doğrudan Filistin devlet inşası ile alakalıdır. Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme karşılığında öne sürdüğü bu şartların yanı sıra Filistinlilerin de normalleşme ve İsrail ile ilişkilere dair farklı görüşlere sahip olduğu ifade edilebilir.
FİLİSTİNLİLER NE DÜŞÜNÜYOR?
Filistinlilerin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi noktasında tek bir blok halinde olmadıkları söylenebilir. Amerika merkezli düşünce kuruluşu The Washington Institute’nün, Beyt Sahur merkezli düşünce kuruluşu Palestine Center for Public Opinion ile iş birliği içinde 8-27 Temmuz tarihleri arasında 1.500 kişi ile yüz yüze yaptığı anket, Filistinlilerin İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinde ortak bir duruş sergilemediğini göstermektedir. Ankete göre Batı Şeria’daki Filistinlilerin 2/3’ü normalleşmeye karşı sert bir tavır sergilerken, Gazze’de normalleşmeye karşı duranlarla destekleyenler neredeyse yarı yarıya. Gazzelilerin yüzde 47’si İbrahim Anlaşmaları’nın olumlu olduğunu düşünürken bu rakam Batı Şeria’da yüzde 29’a düşüyor. Ankete göre Gazze’nin yaklaşık yüzde 75’i Arap devletlerinin Filistin meselesinde aktif olmalarını kabul ederken yüzde 48 gibi bir oran Arap devletlerinin normalleşme ve aktif Filistin politikalarını şiddetle destekliyor. Kudüs’ün statüsü bağlamında ise Gazzelilerin yüzde 73’ü, Batı Şeria’dakilerin yüzde 71’i ve Doğu Kudüs’teki Müslümanların yüzde 77’si Suudi Arabistan’ın Kudüs’ün geleceğinde etkin rol oynaması gerektiğini düşünüyor.
Gazze’nin yarısı, Batı Şeria’nın yüzde 58’i, Hamas’ın İsrail’i yok etme politikası yerine iki devletli çözüm ve müzakere sürecine odaklanması gerektiğini ifade ettiği bir atmosferde, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme bağlamında sunduğu şartların Filistinliler nazarında oldukça makul karşılandığı ifade edilebilir. Dahası normalleşme bağlamında Suudi Arabistan’ın İsrail’den talep ettiği şartların yerine getirilmesi, her ne kadar Tel Aviv’de iç siyasi kriz çıkaracak olsa da Filistin sokağında olumlu karşılanma ihtimali yüksektir.
TEL AVİV’E GÜVENİLİR Mİ?
Nitekim her ne kadar güvenilirliği sorgulanabilir olsa da yapılan anketler Filistinlilerin büyük oranda çözümsüzlükten ziyade makul bir çözümden yana olduklarını gösteriyor. Suudi Arabistan da İsrail ile normalleşme noktasında yönelttiği şartlarla Filistin meselesini destekliyor. Fakat İsrail, Suudi Arabistan’ın öne sürdüğü bütün şartları kabul ettiğini açıklasa dahi İsrail’in hukuksuzca eylemlerini kontrol edip cezalandıracak bir sistemin henüz tesis edilmemiş olması normalleşmenin Filistin bağlamında sorgulanabileceğini ortaya koyuyor. Diğer bir ifade ile İsrail işgal ve yerleşim politikasını sonlandırıp, 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletini tanıyacağına dair taahhütte bulunsa da bu sürecin uluslararası aktörler ve kurumlar üzerinden denetlenmeyecek olması, normalleşmenin Filistin’e katkı sağlamayabileceği argümanını güçlendirmektedir. Bununla birlikte Riyad yönetiminin sunduğu şartlardan vazgeçmeyeceğine ve İsrail’deki Netanyahu hükümetinin de normalleşmeyi kabul edeceğine dair bir garanti bulunmamaktadır. Son kertede her ne kadar mevcut talepler olumlu bir atmosfere işaret ediyor olsa da İsrail ile Suudi Arabistan normalleşmesi Filistin meselesine olumlu etki etmeyebilir.