Yekta Şirin - Metin Yazarı
Türkiye’de sivil-asker ilişkileri üzerine önemli çalışmalar gerçekleştiren Ümit Cizre, ordunun yalnız bir güvenlik kurumu olarak değil aynı zamanda bir siyasal aktör olarak da rol oynamasına dikkat çeker. Özellikle 27 Mayıs 1960 darbesiyle ordu, kendine biçtiği “rejim koruyucusu” sıfatıyla siyasete yön vermiştir. Dolasıyla askerin sivil siyaset üzerindeki baskısı, Türk demokrasisini olumsuz etkileyen önemli bir faktördür. Bu açıdan 27 Mayıs darbesi bir milat ve darbenin aktörleri de demokrasinin gelişmesininin engelleyenleri olarak dikkat çekmektedir.
Cemal Madanoğlu ise 27 Mayıs ve 12 Mart’ın arkasındaki isim olarak üzerinde durulması gereken biridir. 1907’de Uşak’ın Eşme ilçesinde doğan Madanoğlu’nun babası asker, dayısı kurmay albay, ağabeyi de Kurtuluş Savaşı’na katılan bir gazidir. “Marşların söylendiği bir evde” büyür. Arkadaşlarıyla oyun oynadığı bir gün, herkesin babasının olduğunu kendi babasının olmadığını fark eder: “O güne değin ben babasız olduğumun bilincinde değildim. İlk o gün bu yokluğu ve boşluğu algıladım. Sonra ağladım.” Bunun üzerine annesi, ablasıyla birlikte Madanoğlu’nu Eşme’ye babasının yanına gönderir. Babasıyla hatırladığı bu ilk karşılaşmasında üvey annesi ve başka kardeşleri olduğunu da öğrenir.
Askeri okula gidiş hikayesini, arkadaşı Fuat’ın evinde gördüğü gazete haberiyle tesadüfle açıklar; “Harbiye Mektebi’ne talebe kabul edilir.” Ertesi gün evrakları hazırlayarak kaydını yaptırır. Kuleli Askerî Lisesi’ni tamamladıktan sonra Harp Okulu’na kaydolur. Farklı şehirlerde görev yapar, jandarma olur, Kore’de bulunur. 27 Mayıs öncesi ise Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı'na getirilir.
BABASI VATANA İHANETTEN SÜRGÜN YEDİ
“Asker bir dayı ve ağabey ile eşinden ayrı bir anne elinde büyümüştüm. Babamdan uzaktım.” sözleriyle babasıyla arasındaki mesafeden söz eder. Babası, Millî Mücadele aleyhine faaliyetlerde bulunduğu ve Kuvay-ı Milliye için toplanan paraları zimmetine geçirdiği gerekçesiyle 150’likler listesindedir. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, anılarında babası Mustafa Madanoğlu’nun, Yunanlıların Uşak’ı işgal ettiği dönemde düşman ordusunu desteklediğini anlatır; “Eşme Kaymakamı Şevki Bey’i, rivayete göre ‘Türk çeteleri ile haberleşiyor’ diye tevfik ettirmiş: Yunanlılar da kaymakamı yolda öldürmüşlerdir.” der. Bu olay sonrası baba Madanoğlu, Yunanlıların Eşme kaymakamı olur. Ayrıca Türk askerine karşı savaştığı da çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
Tarihçi Nurettin Gülmez ve Kübra Aslan, “Yüzellilikler İçinde Manisa’da Görevli İsimler” başlıklı makalelerinde Milli Mücadelede düşmanla iş birliği yaptığı gerekçesiyle vatana ihanet suçlamasıyla sürgün edilen Mustafa Madanoğlu’nun hikayesini ele alırlar:
Yüz elli kişilik liste üzerine ikinci bir müzakere ise Meclis’te 22-23 Nisan 1924 tarihinde yapılmıştır. Bu toplantıda Saruhan Mebusu Reşat Bey; İzmir’in işgal edildiği günden sonra Yunanlılara rehberlik eden, Eşme’nin yakılmasına, Uşak’ın işgaline sebep olan Eşme kazasının Garaplar 25 karyesinden Mavanoğlu [Madanoğlu] Mustafa’nın da listeye girmesi yönünde Saruhan’dan Ethem, Kemal ve Abidin Ali Beylerle birlikte bir önerge vermiştir.
Meclis’teki görüşmeler neticesinde Mustafa Madanoğlu vatana ihanet suçuyla sürgün edilmiştir. Mahir Kaynak, babasının durumuna rağmen Cemal Madanoğlu’nun ordu içindeki hızlı yükselişini şüphe çekici bulur; “Madanoğlu’nun babası, 150’liklerdendi. Bunu o sıralarda, yeğen Hıfzı Kaçar’dan öğrendim. Silahlı Kuvvetler’in personelinin ailesi konusundaki hassasiyetini bildiğim için, bu konudaki toleranslarını anlayamadım. Bu konu, yeni sorular doğuran bir soru olarak kaldı.”
“TAKKE YASAK, KALDIRIN SECCADELERİ”
Dini görünürlüğe karşı önyargıları vardır. Kore’de görev yaptığı dönemde askerlerin bayram namazı kılmalarına kendince kurallar koyar:
Takke yasak. Seccade bulundurulmayacak. Seccade yerine yağmurluklar kullanılacak. Ayakkabılar çıkarılmayacak, ortalıkta ibrik, takunya bulundurulmayacak. Bayram sabahı namaz saati yaklaşırken geldim, baktım bizim namaz emrini takan yok. Kimi subaylarda bile seccade var. Oraya buraya bırakılmış takunyalar, ibrikler dağınık bir görünüm oluşturuyor. Hoparlörü aldım: Şu ibrikleri, takunyaları gözüm görmesin. Yok yok öyle 20-30 metre ileriye değil, 100 metre ilerideki dereye atacaksınız. Seccadeleri kaldırın, hayır dürüp yanına koymak yok. Şu çalıların ardına atın. Bu namaz benim dediğim gibi kılınacak. Ben öfkem geçmediği için namaza durmadım.
Kendini Atatürk ilkelerinin sıkı bir takipçisi olarak tanımlarken, Atatürk’ün etrafındakilerin dahi onu yeterince anlayamadığını düşünmektedir. Fakat Madanoğlu ile yakın teması olan Mahir Kaynak, Madanoğlu’nun Atatürkçülüğüne kuşkuyla yaklaşır; “Ancak aşırı Atatürk’çü davranışlarının gerçeği ifade etmediğini sadece bu yanını örtmek için kullandığı şal olduğu ihtimalini hiç göz ardı etmedim.”
Sıkı Atatürkçü kimliğine rağmen 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’yi destekler. Seçimlerde DP’nin 70 milletvekili çıkarmasını yeterli görmez ve buna üzülür. 1950 seçimlerinin ardından; “Seçimi Demokrat Parti kazandı. Hepimiz sevinçliyiz.” derken daha sonra Menderes’in Atatürk karşıtlığından, asker içinde DP’ye karşı tepkilerden bahseder. Askerin DP’ye olumsuz bakışının sebebi sadece siyasi değildir. Asker, otoritesini sarstığını düşündüğü eylemlerden de rahatsızdır. Bir törende Milli Savunma Bakanının, parmağıyla Genelkurmay Başkanı Nurettin Baransel’i yanına çağırması dahi olay olur. Askerler bu hareketten sonra Baransel’e, “Müsaade edin, Bayar dahil hepsini toplayıp içeri tıkalım” derler.
DARBENİN DÜŞÜK RÜTBELİ PATRONU
Madanoğlu, 27 Mayıs’a giden sürece dair, DP’de parti içi diktatörlükten, DP’nin İnönü karşıtlığından, ekonominin kötüye gidişinden, partizanlıktan ve tahkikat komisyonundan söz ederken, “ihtilali asıl yapan biz değil, onlar” der. “Ezanın Araplaştırılmasından” irkildiklerini söyler. 32. Gün yayınında, askerlerin darbe istemelerine rağmen cesaret edemediklerini, tüm sorumluluğu üstüne alarak, düşük rütbeli olmasına rağmen kuvvet komutanlarını tek tek bilgilendirdiğini, darbeye hazır hale getirdiğini, genel kurmay başkanıymış gibi herkese görev verdiğini anlatır. Araştırmacı Orhan Koloğlu darbenin emir komuta zincirinde yapılmadığını, Genel Kurmay Başkanı’nın dahi haberinin olmadığını söyler. Darbeden bir gün önce Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdulhun’un askerlerle yaptığı toplantıda darbenin söz konusu olmadığı yönündeki sözleri de bu iddiayı doğrular. Fakat 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan gece gerçekleşen darbe bildirisinin altına Madanoğlu, tüm askerler darbeye katılmış gibi Türk Silahları Kuvvetleri ibaresini koydurur. 3. Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala’nın darbecilerin kendinden kıdemli olmamasını sorgulaması üzerine Madanoğlu, İzmir’de emekliliğe hazırlanan Kara Kuv. Kom. Cemal Gürsel’in darbenin başında olduğunu söyler ve Gürsel’i Milli Birlik Komitesi’nin başına geçirir. Madanoğlu’nun 27 Mayıs’ta düşük rütbeli bir asker olmasına karşın her şeyi kontrol edebilmesi dikkat çekicidir.
KOMUTANLARI BAYAR’IN KARŞISINA DİZDİ
Darbe sonra askerler tarafından Harbiye’de tutulan Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı istifaya zorladığı ve Bayar’ın “Ben irade-i milliye ile bu milletin Cumhurbaşkanıyım. Alnıma tabanca sıksanız dahi istifa etmem” şeklinde tarihi cevap verdiği görüşmede, komutanları Bayar’ın karşısına dizdiğini anlatır. Bir oyun kurucu gibi tüm süreçleri yönetmektedir. Mahir Kaynak, Madanoğlu’nun darbe planları yapan askerleri dinlediğini ancak bu dinlemelerin kim için yapıldığının bilinmediğinden bahseder:
27 Mayıs’a çok yakın günlerde, darbeciler Genelkurmay karargahında toplantı yapmaktadır. Madanoğlu, cuntanın üyesi değildir. Ancak bu toplantılar, darbecilerin odasına yerleştirilen cihazlarla Madanoğlu ve Düvencioğlu tarafından dinlenmekte ve kayda alınmaktadır. Gizli işler çevirdiğini zannedenlerin her hareketi izlenmektedir. Bu izlemenin hangi kurum veya kişiler adına yapıldığını bilmiyorum. Ama hükümeti temsil etmeyen bir adresin söz konusu olduğu aşikardır.
DARBEYE HUKUKİ KILIF BİÇEN AKADEMİSYENLER
Madanoğlu, darbe sürecinde profesörleri de toplayarak, kurucu meclis kurulmasını ister. Akademisyenler, darbeyi övgü dolu sözlerle karşılayınca araya girip “edebiyatın sırası değil” diye onları da azarlar. Heyette Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli yer alır. Darbeye hukuki zemin kazandırmaya çalışan İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar, hocalarla görüşüp yasama yetkisiyle donatılmış, ihtilal komitesi kurulmasını teklif ederek, askere yönetmeye devam etmelerini önerir. Bunun üzerine Cemal Gürsel liderliğinde ama Madanoğlu’nun kontrolünde Milli Birlik Komitesi (MBK) kurulur. Kimin tutuklanacağına da karar veren Madanoğlu, Ankara sıkıyönetim komutanı olur. Darbe destekçisi akademisyenler Madanoğlu ile görüşmelerinde ileride darbecilikle suçlanmamaları için önlemler almaları gerektiğini söylerler. Bunun üzerine tüm gücü elinde bulunduran Madanoğlu, akademisyenlerin önerileriyle Yassıada’daki hukuksuz yargılamalarının önünü açar.
CUNTACILIKTAN HİÇ VAZGEÇMEDİ
Halkın desteğiyle seçilen Menderes, Polatkan ve Zorlu’yu idama götüren sürecin lideri Madanoğlu’nun gücü darbeyi birlikte yaptıkları subayların tasfiyesinde de görülür. MBK içindeki bir kesim asker iktidarın sivillere devretmesine karşı çıkıyordu. Madanoğlu ise yönetimin artık sivillere bırakılması görüşündeydi. Yine Madanoğlu’nun dediği oldu ve karşı fikri savunan on dört subay ordudan ihraç edilerek yurt dışına sürgüne gönderildi. MBK’nın başında Devlet Başkanı da olan Cemal Gürsel vardı fakat asıl karar verici Madanoğlu’ydu. İstifasından bahsederken söyledikleri de bunu gösterir; “Artık durumun kontrolünü elden kaçırdığımı anladım ve istifa ettim.”
Madanoğlu istifa etti ama cuntacılıktan vazgeçmedi. Talat Aydemir’in 1962 ve 63 yıllarındaki darbe girişimlerinin arkasında da Madanoğlu’nun etkisi hep konuşuldu. 1964 kısmi senato seçimlerinde bağımsız senatör adayı olup seçilemeyince, 1966’da Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan senatörü olarak seçilip hedefine ulaştı. 1969’da yayın hayatına başlayan Doğan Avcıoğlu’nun Devrim gazetesinde yazdı. Gazetenin temel misyonu ordu içindeki ulusalcı askerlerin desteğini alarak ulusalcı/sosyalist bir darbe gerçekleştirmekti. Ordunun müdahalesiyle yapılacak bu darbeye tıpkı 27 Mayıs’ta olduğu gibi “devrim” diyorlardı. Kendilerini sosyalist devrimciler olarak tanımlasalar da açıkça darbe peşindeydiler. Türk solunda darbeyle sosyalist devrimin olup olmayacağı sorgulanmıyordu dahi. Film gibi; dünün darbecileri bugünün sosyalist devrimcileri olmuşlardı. Milli Demokratik Devrim paketiyle ambalajlanan, ulusalcı askerlerle yapılacak darbe Türk solunun en büyük hayaliydi. Ordu içindeki cuntacılar Madanoğlu, Avcıoğlu, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Hasan Cemal, İlhan Selçuk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nijat Özön, Metin And gibi isimlerin de yer aldığı Devrim gazetesindeki yazıları takip ederek darbe için gün sayıyordu.
TÜRK SOLUNUN UTANÇ VESİKASI
9 Mart 1971 günü cunta harekete geçti. 1960’da Atatürkçülük adına darbe yapan Madanoğlu bu kez sosyalistlerle bir olup ulusalcı/sosyalist darbenin lideriydi. Madanoğlu Türk solunun kumandanlığına terfi etmişti. Türk solunun demokratik değerleri bu denli ayaklar altına alıp, cuntacılığa soyunması da maalesef ayrı bir utanç vesikasıdır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ın karşı çıktığı 9 Mart darbe girişimi içerden çökertilerek başarısızlıkla sonuçlandı. Bu girişimin ardından 12 Mart’ta Madanoğlu/Avcıoğlu grubunun karşısındaki askerler muhtıra adı altında yönetimi kontrol altına aldıkları bir müdahale gerçekleştirdiler. 9 Mart darbe girişiminde bulunan grubun adı ise mahkeme kayıtlarında artık “Madanoğlu Cuntası” olarak yer alıyordu. Madanoğlu’nun liderliğini yaptığı cuntanın üyesi 600’den fazla subay ordudan atıldı; aydınlarla, gazetecilerle ve öğretmenlerle birlikte tutuklanırken, Madanoğlu’nun izinden giden Türk solu da tasfiye edilmiş oldu. Arkadaşlarıyla birlikte “Anayasa’yı değiştirmek için gizli örgüt kurmak suçundan” yargılandı fakat kısa bir süre sonra beraat ederek, 27 Mayıs’ın ve 9 Mart cuntasının en önemli ismi tüm bu süreçlerden en az hasarla çıkmayı “başardı.”
Emeklilik hayatını İstanbul’da sürdüren Madanoğlu, 32 yıl önce, 28 Temmuz 1993’te hayatını kaybetti. Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin demokratik teamüllerin dışında gelişmesine neden olan darbelerin en önemli aktörlerinden, babası vatana ihanetten sürgün edilen, Cemal Süreya’nın büyük bir aymazlıkla “Gerçek aydın, çıkarsızlığın kumandanı, net adam” gibi övgüleriyle andığı Cemal Madanoğlu’nun her şeyin kontrolünü ele geçirip, Türk demokrasisini zehirlemesinin Türkiye’ye her açıdan ciddi zararlar verdiği görülmektedir…