Ukrayna’ya şok terapisi

ABD Başkanı Trump, Ukrayna’nın bir an önce Rusya ile masaya oturması için zorlayıcı diplomasiye alan açarak Ukrayna’ya adeta bir şok terapisi uyguladı. Trump, 12 Şubat günü Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ile bir buçuk saat süren bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ukrayna ve Avrupalı ülkelerden habersiz gerçekleştirilen bu görüşme 3 yıllık savaşta önemli bir kırılma anını işaret ediyor.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Sernur Yassıkaya / Gazeteci

Avrupa’nın sınırlarında 75 yıl sonra gördüğü en büyük savaş üç yılını geride bırakıyor. Savaş sonucu 8 milyon Ukraynalı ülkesinin dışına çıkarak çeşitli Avrupa ülkelerinde sığınmacı konumuna düşerken yine 8 milyon Ukraynalı da ülke içerisinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Mevcut durumda Ukrayna’nın yeniden inşası için gereken miktarın 450 milyar dolar civarında oldu değerlendiriliyor. Savaş ile birlikte Ukrayna ülkenin doğusundaki yeraltı zenginlikleri petrol ve doğalgaz gibi kaynakları içeren Donbas bölgesinin önemli bir kısmını terk etmek zorunda kaldı. Yine Mariupol’ü kaybederek Azak Denizine çıkışı ve Odessa’ya kadar olan Karadeniz kıyılarının da elden çıkmasını gördü. Ukrayna’nın dünyanın en büyük tahıl depolarından biri olduğunu biliyoruz. Rus işgali sonucu Ukrayna hem verimli tarım arazilerinin harap olmasıyla karşı karşıya kalırken, diğer yandan Rusların Karadeniz›den tahıl sevkiyatını engellemesi nedeniyle önemli bir ekonomik gelir aracından da yoksun bırakıldı.

KURDUN ÖNÜNE ATILAN KURBAN

Filmi üç yıl geriye sarıp Avrupa’yı sarsan savaşın nasıl başladığını bir kez daha gözden geçirelim. Savaş başladıktan sonra ortaya çıkan ABD istihbarat raporları Moskova’nın Ukrayna’yı işgal için güçlerini 2021 sonbaharından sonra Ukrayna sınırına yığmaya ve gerekli planlamaları yapmaya başladığını ortaya konmuştu. Bilindiği üzere 2014 yılında Rusya başka bir Ukrayna toprağı olan Kırım’ı neredeyse ordusunu kullanmadan işgal etmiş ve sonrasında ilhak ilanında bulunmuştu. Her ne kadar Rusya’nın Kırım’ı ilhakı uluslararası toplum tarafından tanınmamış olsa da ABD dahil birçok Avrupa ülkesi Rusya ile ekonomik siyasi ve kültürel ilişkilerini devam ettirmekte hiçbir beis görmemişti Hatta dönemin ABD Başkanı Barack Obama ve dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel Rusya›yı Batı blokunda tutmak için hem siyasi hem de ekonomik tavizler vermeyi sürdürdü. Obama yönetimi Rusya ile ilişkilerin yeniden ele alınmasını öngören reset politikasını sürdürmek isterken Angela Merkel ise Berlin’in ucuz enerji ihtiyacını gidermek için Moskova ile Kuzey Akım 2 anlaşmasını imzalamaktan geri durmadı.

Yine Washington yönetimi hem Obama hem de Trump’ın ilk başkanlık döneminde Rusya ile ilişkileri bir biçimde sürdürürken Moskova’ya verdikleri işaretle aslında Ukrayna’ya yönelik taleplerini dizginleyen hiçbir somut adım atmadı. Bilakis Ocak 2022’de Rusya’nın Ukrayna üzerindeki tehditleri her geçen gün artarken ve bunlar Washington tarafından biliniyorken Biden yönetimi Kiev’deki ve diğer bölgelerdeki ABD diplomatik temsilciliklerinin boşaltılması kararını veren ilk batılı oldu. Elbette bu talimat, Moskova tarafından, Kiev’in arkasındaki siyasi ve askeri desteğin çekilmesi ve bir anlamda Ukrayna’nın Rusya’nın önüne atılması olarak yorumlandı. Halbuki Biden yönetimi hem Ukrayna içerisindeki mevcut diplomatik varlığını güçlü tutarak hem de Moskova’ya olası bir Ukrayna işgalinin Rusya için çok büyük siyasi askeri ve ekonomik maliyeti olacağını somut bir şekilde bildirseydi belki de bu savaş daha başlamadan çözüm yoluna girebilecekti. Ancak ABD’de Biden yönetimi Rusya’yı Ukrayna üzerine çekerek bir anlamda yeni hegemonya mücadelesinde oluşabilecek bir Moskova-Pekin hattının bir kanadını zayıf düşürmek ve Moskova’yı Ukrayna üzerinde gerçekleşecek bir savaş ile oyalamayı planlıyordu. Geçen üç yıldaki gelişmeler bu planın mevcudiyetini her biçimde doğrulamış oldu. Washington birkaç yüz milyar dolarlık askeri yardımla Rusya›nın hem dünyadan yalıtılmasını hem askeri olarak güçten düşmesini hem de Çin'le olan ittifakını zayıflatmayı, diğer yandan da Avrupa'nın ABD ile ilişkilerini Soğuk Savaş dönemine benzer bir bağımlılık ilişkisine dönüştürmeyi tercih etti. Burada da kurdun önüne sürülen kurban Ukrayna’dan başkası olmadı.

ÇİN YEŞİL IŞIK YAKTI

Hatırlanacağı üzere Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya işgal harekatı başlamadan önce son ziyaret ettiği ülke Çin’di. Hatta savaşın başlaması için Çin’de düzenlenen Kış Olimpiyatlarının bitmesi de beklendi. Pekin’de Rus Lider Putin ile Çin devlet başkanı Şi Cinping arasında imzalanan ve neredeyse askeri ittifak modelini içeren anlaşma Putin’e ABD’den sonra verilen ikinci yeşil ışık anlamına geliyordu.

Çin'in bu noktada ABD'nin oynamak istediği oyunu gördüğünü ve elini buna göre açtığını söylemek mümkün. Çin yönetimi de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile birlikte, başta Avrupa olmak üzere ABD'nin dikkatinin tamamen bu bölgeye kayacağını ve Washington yönetiminin kendisine yakın müttefiklerini koruma konusunda verdiği sözler konusunda güvenilir bir ülke olmayacağı imajının diğer devletler nezdinde katlanacağını hesapladı ve Moskova’ya az bir maliyetle siyasi ve ekonomik destek vermeyi göze aldı. Ukrayna aslında ikinci soğuk savaşın ilk cephesini de oluşturdu.

İSTANBUL’DA KAÇAN FIRSAT PAHALIYA PATLADI

Mart 2022’de İstanbul’da düzenlenen barış müzakerelerinde, Ukrayna tarafı eğer masada kalmayı göze alsaydı bugün belki bambaşka bir konuyu konuşuyor olacaktık. Ancak o gün, ABD ve İngiltere yönetimlerinin baskısını göğüsleyemeyen Ukrayna Devlet Başkanı Vlodomir Zelenski batının patikasında yürümeyi tercih ederek hem ülkesini hem de dünyayı bir çıkmaza sürükledi. ABD ve İngiltere ikilisinin amacı Rusya’yı tamamen bir yıpratma savaşına sürüklemek ve Ukrayna’yı Rusya için Afganistan’dan sonra ikinci bir bataklığa dönüştürmekti. Bunun için de yapmaları gereken şey Ukrayna’ya savaşı sürdürmesini yetecek kadar askeri teçhizat, mühimmat ve ekonomik destek sağlamak, bunun karşılığında ise Rusya’nın ekonomisini çıkmaza sürüklemek ve Rus ordusunun tamamen Ukrayna’da enerjisini tüketmesini ve olursa Moskova’da bir iktidar değişimini zorlamaktı. Aslında 2023 yılında meydana gelen "Wagner İsyanı", Washington ve Londra’nın Rusya için planlarının gerçekliğe dönüştüğünü gösterebilirdi ancak Putin yönetimi bu krizi kolayca atlatmasını bildiği gibi Ukrayna’nın doğu cephesindeki el üstünlüğünü de almayı başardı. Ukrayna’nın 2023 yılı yaz aylarında gerçekleştirdiği karşı saldırısının beklenen etkiyi göstermemesi ibrenin 2024 yılının sonbaharından itibaren Rusya’nın lehine dönmesine sebep oldu. Washington’un hem başkanlık seçim sürecine girmiş olması hem de en yakın müttefiki İsrail›in başta Filistin toprakları olmak üzere çevre ülkelere yönelik saldırgan politikalarına destek vermek zorunda kalması, Ukrayna için tamamen cepheyi tersine döndürdü. ABD’de Ukrayna Savaşı’na yönelik halk desteğinin minimuma inmesi öte taraftan Cumhuriyetçi Parti'nin Ukrayna desteğini çekmesi Kiev için adeta sonun başlangıcını işaret ediyordu. Öte yandan Ukrayna’nın diğer bir destekçisi Avrupa ülkelerinin, başlayan savaş ile birlikte siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntılar içerisine düşmesi Kiev'e yönelik ilk yılda yaşanan popüler desteğin dip yapması sonucunu doğurdu.

BATI’YA GÜVENEN YOLDA KALIR

Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde dahi Ukrayna Savaşı’na ilişkin ortak bir strateji ve söylem geliştirememesi bazı üye ülkelerin oluşturduğu ekonomik maliyeti yüklenmekten kaçınması ve Rusya’ya verilecek siyasi ve askeri cevaba ilişkin ortak bir tutum sergilenememesi, Ukrayna’nın Washington’a bağımlılığını daha da artırdı. Her ne kadar batılı ülkeler Rusya’ya yönelik birçok ekonomik yaptırımı uygulasa da yine aynı ülkeler bu yaptırımların dolaylı yollarla yine kendi üye ülkeleri tarafından ihlal edilmesine göz yummaya devam ettiler. Rusya’nın, başta bazı AB üyesi ülkeler olmak üzere, Hindistan üzerinden yaptırımları ihlal etmesine seyirci kalan AB ve ABD, diğer yandan Ukrayna’ya sağladıkları sınırlı yardımla Kiev’in 2024 yılında doğudaki topraklarının önemli bir kısmını kaybetmesini ve Rusya’nın Çin’le ilişkilerini daha da derinleştirmesini izlemek mecburiyetinde kaldı.

Savaş özellikle Avrupa’nın lokomotif gücü Almanya’nın sanayisini tarumar ederken aynı zamanda Berlin’de aşırı sağcı AfD’nin yükselmesinin de önünü açtı. Berlin’in siyasi bir krize sürüklenmesi, Fransa’nın içerideki siyasi krizle birleşen dış politikada yaşadığı yıkım, Avrupa’nın Ukrayna’nın geleceğine yönelik bir güvenlik garantisi veremeyeceğini de ortaya koydu.

GÜÇ YOLUYLA BARIŞ

20 Ocak 2025 tarihi itibarıyla ABD’de ikinci Trump döneminin başlaması aslında Ukrayna için masadan başka çözümün kalmadığını da gösterdi. Çünkü Trump seçim vaatleri arasında Ukrayna'daki savaşı bitirme ve buraya harcanan milyar dolarların Amerikan halkının kesesine girmesi vaadinde bulunmuştu. Trump’ın son bir aydaki icraatlarına bakıldığında seçim öncesi verdiği vaatleri hızla yerine getirmek istediği görülüyor. Bunlardan biri de Ukrayna. “Önce Amerika” ve “Güç yoluyla barış” politikası gereği ABD Başkanı Trump, Ukrayna’nın bir an önce Rusya ile masaya oturması için zorlayıcı diplomasiye alan açtı. Trump, Ukrayna’ya adeta bir şok terapisi uygulayarak, 12 Şubat günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir buçuk saat süren bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ukrayna ve Avrupalı ülkelerden habersiz gerçekleştirilen bu görüşme üç yıllık savaşta önemli bir kırılma anını oluşturdu.

MOSKOVA’NIN BEKLEDİĞİ HAMLE

ABD başkanı, barış masasının bir an önce kurularak nisan ayının sonuna kadar Ukrayna’daki savaşın sona ermesini hedefliyor. Bu aslında Moskova’nın beklediği hamleyi de içeriyor. Çin’den aldığı destekle ve zengin yeraltı kaynaklarının verdiği güçle zamana oynayan Putin yönetimi savaşın daha fazla uzamasının kendisini de yıpratacağının farkında. Bu anlamda bir an önce masaya oturarak kendi belirlediği şartlarla hem Ukrayna’da işgal ettiği toprakları korumak hem de kendisine uygulanan ambargoların hiç olmazsa bir kısmını kaldırtarak yeniden küresel ekonomiye güçlü bir aktör olarak dönmek istiyor. Çünkü Putin, savaşın uzaması halinde hem Çin’e bağımlılığının artacağını hem de küresel güç mücadelesinde masa dışında kalma olasılığının güçleneceğinin farkında. Moskova yönetimi bunun etkilerini halihazırda Afrika ve Orta Doğu’da hissediyor. Ne var ki Ukrayna’nın elinin 2024 yılı sonu itibarıyla güçsüzleşmesi Rusya'ya beklenmedik de bir avantaj sağlamış durumda. ABD’nin bu konudaki isteksizliği ve Avrupa Birliği’nin yetersizliği karşısında Putin masada kendini daha güçlü hissediyor. ABD yönetimi ise Ukrayna’nın kaybettiği toprakları geri almasının mevcut durumda mümkün olmadığını kabullenmiş durumda. Öte yandan Çin ile gireceği hegemonya mücadelesinde artık Avrupa'nın ve Orta Doğu’nun yükünü taşımak istemeyen Trump bir an önce bu bölgelerde kendini sıkıntıya sokmayacak bir düzeni kurmayı hedefliyor.

TRUMP’A NOT

Sonuç olarak, Ukrayna’da çözümün artık cephede değil masada gerçekleşeceği görülüyor. Ukrayna 1994 yılında imzalanan Bükreş Memorandumu'nda elindeki nükleer silahları batılı ülkelere güvenerek bırakmış ancak karşılığında Rusya elindeki nükleer silahları korumayı bilmişti. Kiev yönetimi o dönem içi boş güvenlik garantilerine dayanarak Rusya’nın bir gün kendi topraklarını hedef almayacağına inanmıştı. Tıpkı 24 Şubat 2022 öncesi mevcut Ukrayna Devlet Başkanı Vlodomir Zelenskiy’nin Rusya’ya karşı batının kendisini koruyacağını ve toprak kaybına engel olacağına inandığı gibi.

Açık olan şu ki başta ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin sözüne güvenen ülkeler ve aktörler için iyi bir son yazıldığı tarihte şu ana kadar hiç görülmedi. Bir uyarı da ABD Başkanı Donald Trump’a gelsin: Ukrayna’ya uyguladığı şok terapisi, kendisine kısa süreliğine de olsa bir kazanç gibi görülebilir ancak geçtiğimiz günlerde referans aldığı Napolyon’un makus talihini okumasını tavsiye ederim. Napolyon’un çöküşü Moskova kapılarında başlamıştı…