Vicdanın rotası: Sumud'un tarihi yolculuğu

Sumud Yolcuları yalnızca bir çağın sembolü değil, insanlık onurunun hatırlatıcısıdır. Onlar, çağdaş dünyanın unutkanlığına karşı cesaretin isimleridir; adaletin, vicdanın ve insan onurunun yeniden yüksek sesle telaffuz edilmesidir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü

Vicdanın yeryüzündeki dirilişi yeni bir isim kazandı: Sumud Filosu. Bu ad, yalnızca bir yolculuğun ve bir eylemin isimlendirilmesi değil; tarihin derin damarlarından süzülüp gelen kadim bir iradenin, ahlaki bir refleksin, erdemli bir duruşun simgeleşmiş bir halidir. Aynı zamanda kültürel ve manevi hafızanın yeniden billurlaşmış ifadesidir. Sumud, sabırla direnmek ve sarsılmadan zorluklara göğüs germek demektir. Sumud, Eyyubi bir sabır ve Nemrud’a karşı İbrahimî bir direniştir. Ama sadece bunlar değil; kökleri sarsılmaz bir vakar, onurla ayakta durma kararlılığı demektir. Sumud uygulandığında ise sıradan bir kavram olmaktan çıkar, tarihin müstesna sayfalarına yazılacak bir duruşa dönüşür. Zira tarih, yalnızca iktidarların gücüyle yazılmaz. Hatta gerçek tarih, insan onuruna sadakati sürdürenlerin kalemiyle yazılır.

VİCDAN SAHİLİNE YAPILAN SEFER

Bu filo, yalnız Gazze kıyılarına yönelen bir yolculuğun ismi değil; insanlığın vicdan sahiline doğru yapılan derin ve anlamlı bir seferin adıdır. Bu insanlar, 21. yüzyılın alperenleri misali, bir limandan diğerine sadece yardım taşımıyor; sararıp tozlanmış duyguları, unutulmuş erdemleri, kaybedilmiş onuru ve müşterek insanlık vicdanını uyandıran bir çağrı taşıyorlardı. Bu, insanlığı saran, lanetli ve zehirli bir sarmaşığa karşı, aktif bir direniştir. Bu yürüyüş, ne geçici bir heyecanın eseri ne de romantik bir serüven arayışıdır; bilakis, tarihsel bir duruş, insanlık ve merhamet normlarını hatırlayış, kimliğe ve değere dönük bilinçli bir çağrıdır.

Sumud Yolcuları, evlerini, rutinlerini, emniyet içinde yaşamı geride bırakarak yola çıktılar. Bu terk ediş, basit bir göç değil; yüksek bir ahlaki tercih, ölüm riskinin dahi göz önüne alındığı bir adanışın ifadesidir. Tarih böyle eylemleri şöyle kaydeder: dünyevi fayda hesaplarının ötesinde, kolektif belleğin yeniden inşası. Edebiyat böyle anları ise mitik bir sadakatle betimler; küçük teknelerdeki cesaret, dalgaların ve gözetleme teknolojilerinin tehdidi altında bile insan onurunun denendiği bir sınavdır.

Her adımda taşıdıkları, insanlığın unuttuğu bir değeri yeniden biçimlendirir: dayanışma, paylaşma, adalet ve namus. Bu yürüyüşe katılanlar tenleri, dilleri, inançları farklı olsa da ortak olan şey şudur: İnsan onuruna ilişkin sarsılmaz inanç. Sumud insanlığı insanlık değerlerinde birleştirici bir rol oynamıştır. Sumud, sadece bir metafor değil, pratik bir stratejidir: sabırla direnmek, onurla yürümek ve asla vazgeçmemek.

BİR HAKİKAT HATIRLATMASI

Tarihsel perspektiften bakıldığında, Sumud hareketi modern dünyanın en sivil, en vicdani direniş biçimlerinden biri olarak okunabilir. Zira, Sumud hareketi pasif bir mağduriyet eylemi değildir. Sumud, eylemde direnişin, tanıklığın ve hak talebinin estetikleşmiş hâlidir. Bu tür sivil-itidal pratikleri, zulme sessiz kalanların değil, harekete geçenlerin yazacağı tarihsel kayıtları zenginleştirir.

Evrensel bir ahlaki bakış açısıyla söylenmelidir ki; insan onurunu hedef alan her siyaset, zaman içinde meşruiyetini ve kalıcılığını yitirir. Tarih, zulmün kalıcı olmadığına dair çok sayıda olayı kaydetmiştir. Zalim ve kendini kudretle örmüş acımasız siyasi yapıların çöküşü, güçlü ve büyük iktidar sahiplerinin fiziken ve manen meşruiyet erozyonuna uğrayıp aniden kayboluşu dini, tarihi ve sosyolojik kaynaklarda tekrar tekrar yer alır. Bu tarihsel ders, Sumud Yolcuları’nın eylemini yalnızca güncel bir tepki değil, aynı zamanda uzun vadeli bir hakikat hatırlatması haline getirmektedir.

EY ZALİMLER, TARİH SİZİ DEĞİL SİZE DİRENENLERİ YAZACAK !

Ey zalimler! Biliniz ki tarih sizi değil; susturmaya güç yetiremediklerinizi, isim isim, harf-harf an be an, direnişin taşlarına kazıyacaktır. Bu ifade, bir kehanet değildir. Aksine, tarihsel gözlemin ve ahlâkî muhakemenin tekrar eden sonucudur. Geçici zaferler, tıpkı Firavun’un sihirbazlarının yılan gibi kıvrılan ipleri gibi aldatıcı bir parlaklık sunar ama nihayetinde Musa’nın asası gibi tarihin ağır terazisinde eriyip yok olur. Ey katliamcılar, soykırımcılar siz kaybedeceksiniz ve daha önceki sürgünleriniz gibi toptan cehenneme sürüleceksiniz.

Tarihe bakılacak olursa, zulümle inşa edilen hiçbir yapı kalıcı olmadı. Nice zalimler devrildi. Nice saraylar yıkıldı. Nice putlar devrildi. Nice hazineler yok oldu. Firavunlar sulara gömüldü; Nemrut’un putları devrildi; Karun’un servetleri toprağa gömüldü. Kudüs’ü ele geçiren Nabukadnezar da, kenti yok eden Titus da; Mescid-i Aksa’da kan döken Haçlı orduları da tarih sahnesinde galip görünüp sonra kısa zamanda pozisyonlarını kaybetmişlerdir. Aynı zamanda zulümleriyle unutulmuş olmayıp lanetlenmişlerdir. Tarihte ve insanlık vicdanında mahkûm olmuş örneklerdir. Hülagu, Hitler, Stalin, Pol Pot gibi kitlesel zulme imza atanların da adları tarihte ve insanlık vicdanının mahkemesinde hükme bağlanmıştır. Bu vakalar yalnızca anekdot değildir; güç ve haksızlığa dayanan her iktidarın sonunun kaçınılmazlığını gösteren tarihsel kanıtlardır.

Dolayısıyla, Ey zalimler siz de o karanlık sayfalarda anılacaksınız: kibirli başlıklar altında bir anlık ışıltı ve ardından silinip kaybolma... Tarih zalimler tarafından değil; onlara direnenler tarafından yazılacaktır. Filistin’de ve Gazze’de susturulmaya çalışılanların cesareti, itirazı ve yaşam iradesiyle bugünün tarihi hafızalara kazınacaktır. Nihai hükmü veren silah değil, insanlık vicdanıdır; mazlumların unutulmaz şahitliğidir.

MASUM ÇIĞLIKLARIN COĞRAFYASI

Terör eylemleriyle kurulan İsrail terör örgütünün uzun yıllara yayılan sistematik baskı, asimilasyon ve demografik müdahale pratikleri; yalnızca politik bir tercih değil, uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerini aşındıran köklü ve kurumsallaşmış bir şiddet rejimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu rejim, Filistin’in kadim şehir dokusunu, kültürel mirasını ve tarihsel sürekliliğini zedelemekle kalmamakta; insanın en mahrem varlık alanına - kimliğine, inancına, ailesine ve yaşama hakkına - doğrudan nüfuz etmektedir.

Ortaya konan uygulamalar, yalnızca jeopolitik bir mühendislik faaliyeti değil; uluslararası hukuk literatüründe kültürel soykırım, zorla asimilasyon, kitlesel hak ihlali ve insanlığa karşı suç olarak tanımlanabilecek boyutlara ulaşmış kasıtlı bir yok etme pratiğini çağrıştırmaktadır. Bu süreçte hedef alınan şey, yalnızca taş ve topraktan ibaret fiziksel mekânlar ya da istatistiklere sıkıştırılmış demografik veriler değildir. Asıl tahrip edilmek istenen; insanlık onuru, toplumsal bellek, kültürel devamlılık ve bir halkın kendini var etme iradesidir. Bu nedenle söz konusu eylemler, geçici bir politik sertlik ya da münferit bir hak ihlali olarak değil; devlet sorumluluğu doğuran ağır ve kalıcı bir insanlık suçunun parçası olarak değerlendirilmelidir. Zira burada susturulan ses yalnızca bireyin nefesi değil, bir medeniyetin hafızasıdır.

İNSANLIĞIN ORTAK KAHRAMANLARI

Kısaca ifade etmek gerekirse, Sumud Yolcuları yalnızca bir çağın sembolü değil, insanlık onurunun hatırlatıcısıdır. Onlar, çağdaş dünyanın unutkanlığına karşı cesaretin isimleridir; adaletin, vicdanın ve insan onurunun yeniden yüksek sesle telaffuz edilmesidir. Onlar, Ashabı Kehf gibi makam ve mevkiini, Allah için bırakıp zalimlere karşı direnen kişilerdir. Onlar, Firavun’un, Gazze’yi örten örümcek ağını yırtan, İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali safını belli eden ve tarihte ilk kez dini dili ırkı farklı olsa da insanlığın, ortak kahramanlarıdır. Hakkın galibiyeti ve Batılın mağlubiyeti görülmektedir.

Nasrun minallahi ve fethun karîb.