Numan Aka / Yazar
Psikoloji bilimi gençliği “yeniden doğuş” olarak tanımlar. Çünkü genç; o güne kadar başta ailesi tarafından olmak üzere kendine öğretilenleri, duyduğu ve gördüğü şeyleri sorgulayan ve kendine sıfırdan bir kimlik inşa etmeye çalışan bir haleti ruhiyeye bürünür bu dönemde. Gençlerin kendilerine yeni kimlik inşa etme iştiyakının nedenlerinin başında, bu hayatın anlamı ve birey olarak yerini belirleme konusunda yaşadığı tabii bunalım yer alır.
Artan bilgisinin ve gelişen muhakeme yetisinin hem olumlu hem olumsuz yönleri vardır. Bu dönemde neticesinin başarılı olup olmamasından bağımsız olarak merak etme, sorgulama, okuma, araştırma gibi faydalı hasletler geliştirirken bir yandan da tüm bu istikamet belirleme çalışmalarının altından tek başına kalkabileceği zannına kapılmasına yol açan bir özgüven geliştirir. Oysa yolun başındaki bir acemidir sadece…
Geleneksel aile anlayışımız çocukların dinlerini öğrenmeleri hususunda oldukça hassastır. Eve misafir geldiğinde evin küçüğünün öğrendiği dua ya da sureleri okuması adettendir mesela. Onların, ebeveyninin evde ifa ettikleri ibadetleri sakarca taklit etmeleri bile bizim için gurur vesilesidir. Ramazan’da tutulan tekne oruçları, bayram günleri, kandil geceleri, ilk cami tecrübesi gibi pek çok çocukluk anısı kişisel dağarcığın en nadide parçalarını oluşturur.
Çocukların namaz ve orucu sevmeleri kadar Kur-ân-ı Kerim’i öğrenmeleri ve cami alışkanlığı kazanmaları için de oldukça uğraşırız. Fakat nedense ergenlikle birlikte onlarla bağımız gevşer ya da kopar. Daha çok okul eğitimine, bitmeyen imtihanlarına, mesleki geleceğine, moda deyişle kariyerine odaklanırız. Oysa 12 yaş öncesi henüz tam oluşmamış şahsiyetlerinin ve ebeveyni taklit etme odaklı dindarlıklarının geride kalacağı ve dini eğitimin gerçek manada başlayacağı dönemdir bu yaşlar.
HER KÖŞEYİ TUTAN ÇELDİRİCİLER VAR
İslam'ın tamamen haram kıldığı, kötü alışkanlıklar etrafında dönen bir tüketim çağında yaşıyoruz. Gençler arasında kötü alışkanlıklar edinenlerin ve suç işleyenlerin oranında gözle görülür bir artış var. Okul, öğretmenler, arkadaş ve sosyal medya çevresi, sinema ve müzik gibi sanatlarla zerk edilen eğlence anlayışı ve talihsiz bir şekilde “keyif verici maddeler” olarak reklamı yapılan alkol ve uyuşturucu ve yine teşvik edilen gayrı meşru cinsellik gibi çok fazla çeldirici ile baş etmeleri gerekiyor gençlerin. Tüm bunları aşıp da bir Müslüman'a yaraşır bir istikamet tutturabilmeleri için en hayati dönemdir gençlik…
Dindar ailelerin çocuklarına dini eğitim aldırma arzusu, eğer bir İmam Hatip okuluna yazdırmadıysa yahut dini eğitim veren özel dernek ve vakıflara başvurmadıysa genelde çocukluk safhasıyla sınırlı kalıyor. Oysa soyut düşünebilme ve dinin sunduğu hakikati yakinen kavrayabilme safhasına geçen gencin, zihnen çocuklukta olduğundan daha fazla beslenmesi gereken bir dönemden söz ediyoruz.
MUHAFAZAKAR TOPLUM BİR GALATTAN İBARET
İmam-Hatipleşme zannedildiği kadar yaygın değil. İmam Hatiplerin altın yılları diyeceğimiz bugün tercih edilme oranları ortaokullarda yüzde 17, lisede yüzde 13 civarındadır. İmam-Hatip okulları dışında kalan ortaokul ve liselerde ise seçmeli ders olarak Kur'ân-ı Kerim, Siyer gibi dersler mevcut. Fakat din derslerine ilginin ilk yıl sonrasında dramatik bir şekilde düşmesi ve sınav senesi olarak görülen 8. ve 12. sınıflarda yüzde 5’lerin altına inmesi, ilginin kaybolduğunun en büyük göstergelerden biri.
Sınav stresinin, başarısızlık korkusunun ve gelecek endişesinin tavan yaptığı bu yıllarda aileler din derslerini gündemlerinden çıkararak gerçekten çocuklarına iyilik mi yapmış oluyorlar? Yoksa çocuklarının aklen ve kalben daha huzurlu olmalarına, nefsin arzu, öfke ve kaygı gibi hastalıklarıyla baş etmelerine ve en önemlisi dünyayı ve hayatı doğru bir şekilde anlamlandırmalarına yardımcı olacak altın bir fırsatı kaçırmış mı oluyorlar?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaz kurslarını özetleyen raporlarına bakarken 2018’den bir not oldukça dikkatimi çekti. Ulaşılması gereken 17 milyon kişiden 3 milyonuna dahi ulaşılamadığından bahsediyordu müellif. Halkımızın yüzde 80’inin dini eğitimini aldığı yer olan yaz kurslarının etkinliği bu düzeyde iken Türkiye toplumunun genel karakterinin muhafazakâr olduğu varsayımın bir galattan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Daha anlaşılır ifade edecek olursak her 3 evladımızdan 2’sinin asgari düzeyde temel bir dini eğitimle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmuyor. Dini eğitim aldığını söyleyenlerin önemli bir kısmı da bundan yazın gittiği elif-ba kursunu ve namaz duası ve bazı sureleri ezberlemeyi anlıyor. Elbette herhangi bir dinle bağ kurmak istemeyen Türk vatandaşları da var. Bu durumu göz önünde bulundursak bile yine de kendini Müslüman olarak tanımlayan çoğunluğun en az yarısının çocuklarına herhangi bir dini eğitimi aldırmadığı ortaya çıkıyor.
BARDAĞIN DOLU KISMI NE KADAR DOLU?
İyi tarafından bakarsak; İmam-Hatip okullarının sayısı ve Kur-ân kursları aracılığı ile verilen genel din eğitimine ilginin yüzde 2’lere kadar gerilediği 28 Şubat dönemi veya hiç olmadığı 1930’lar Türkiye’si ile kıyaslandığında elbette daha iyi. Yine de kat edilmesi gereken mesafe fazla. Kaldı ki; dini eğitimde en yaygın ağ olan yaz Kur-ân kursları eğitimi sınırlı bir çerçevede yürütüldüğü için yakın zamanda gençliğe adım atacak çocukları zihnen ve ruhen hayata hazırlamaktan oldukça uzak. Çocuk eğitimi ve din psikolojisi gibi alanlara hakim olmayan kadroların rehberlik kalitesi de bir başka sorun. Bu açığı gidermek için açılan gençlik kampları ise sayıları ancak binlerle ifade edilecek bir kesime hitap ediyor.
MAARİFE DÜŞEN VAZİFE
İnsanların sahip olduğu her değer, okul ya da verilen eğitim aracılığıyla öğretiliyor değil elbette. Fakat koridorlarında öğretmenlerin şampanya patlattığı bir okulda yetişen gençlerin ileride benzeri alışkanlıklara sahip olması işten bile değildir. Milli Eğitim'in en çok üzerinde durduğu; ülkeyi kalkındırma ve düşmanlardan muhafaza etme temel hedefleri, gençleri motive etmek için gerekli olsa da yeterli değildir. Onların önce şahsiyet ve dünyayı anlamlandırma sorunlarının üstesinden gelmeleri ve manevi bir rehber bulmaları gerekmektedir.
Müslüman bir toplum olarak; içinde yer aldığımız gelişmiş-gelişmemiş ikiliğine dayalı, insanları kazanmak ve tüketmek kısır döngüsüne ve manevi açlığa mahkum eden modern-materyalist anlayışın toplumsal yapımız ve nesillerimiz üzerindeki etkilerini yeniden düşünmemiz elzemdir.