Osmanlı asırlarına tesadüf eden eski Rama-zanlar, Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul başta olmak üzere diğer vilayetlerinde de gündelik hayatın tamamen içindeydi. Hemen herkesin dört gözle beklediği Ramazan’ın karşılanması için yapılan çeşitli hazırlıklar, saraylarda ve konaklardaki iftar ziyafetleri, hane sahibinin makam ve mevkine göre misafirlere sunduğu diş kiraları, Beyazıt Camii’nin revakları arasında renkli ve zengin Ramazan sergisi, teravih için her gece ayrı ayrı bütün selatin camilerini dolaşma, teravihten sonra sahur vaktine kadar süren Direklerarası’ndaki eğlenceler, davulcunun okuduğu manilerle sahura kalkış, öteden beri devam edegelen bir geleneğin halkaları idi.
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında özellikle İstanbul’da yaşanan Ramazan hayatını ve geleneklerini Ercüment Ekrem Talu, Ahmet Semih Mümtaz, Sermet Muhtar Alus, Ahmet Esad Ben’im, Halit Fahri Ozansoy, Ahmet Rasim, Cenab Şahabeddin, Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Abdülbaki Gölpınarlı ve Süheyl Ünver kaleme aldıkları eserlerinde tüm canlılığıyla anlatmıştır.
Pek çok Ramazan âdeti unutuldu
Ahmet Esad Ben’im’in Ramazan Geldi Hoş Geldi adını taşıyan ve ilk olarak 1949 yılında Yeni Şark Kütüphanesi tarafından basılan küçük hacimli kitabı da eski İstanbul Ramazanlarına dair hatıralarını konu edinen bir eser. Muhtemelen yayımlandığı sırada pek de dikkati çekmeyen bu kitap, Abdullah Uçman’ın notlandırarak yayına hazırladığı yeni baskısıyla Büyüyenay Yayınları’ndan okuyuculara sunuldu. Abdullah Uçman, “Eski Ramazanlarımız ve Kitap Üzerine Birkaç Söz” başlıklı giriş yazısında kendi yaşadığı eski Ramazanları anlatarak söze başlıyor ve günümüzde Ramazan’a mahsus birçok âdetin unutulduğunu dile getirerek: “Çocukluğumuzda sahura kalkmak, yarı uykulu yarı uyanık bir hâlde yer sofrasında erik veya üzüm hoşafıyla birlikte annelerimizin pişirdiği pilavı kaşıklamanın lezzeti; pencerede iftar topunu, minarede kandillerin yanmasını beklemenin zevki ya da mahalle camiinde akşam namazında önce iftar için dağıtılan zeytinin tadı; kış aylarına rastlayan Ramazanlarda iftar sofrasındaki tarhana çorbasının lezzeti, yaşanmadan anlaşılabilecek şeylerden değildir! Terâvih namazı kılmak için cümbür cemaat selâtin camilere gidiş ve orada o muhteşem kalabalıkla birlikte, o kalabalığa karışarak, o tekbirler, tevşihler, ilâhiler ve salâvatlar arasında kılınan namazın ulviyeti acaba kelimelerle ifade edilebilir mi?” diyor.
Bu kitap eski Ramazanlara yetişemeyenler için
İstanbul’da Kadem-i Şerif Tekkesi (Halil Hamid Paşa) müntesibi olan Ahmed Esad Ben’im Ramazan Geldi Hoş Geldi isimli eserinin yanı sıra Müslümanlık Bilgi ve Ödevleri ile Peygamber Efendimiz isimli iki kitabının olduğu, 26 Ocak 1978 tarihinde vefat ettiği ve Kozlu Mezarlığı’na defnedildiği biliniyor. Çocukluğu Aksaray ile Beyazıt arasında Laleli civarında bir mahallede geçen yazar, 1917 yılının yaz mevsimine tesadüf eden bir İstanbul Ramazan’ını Ramazan Geldi Hoş Geldi’de anlatıyor.
“Bu kitap bilhassa eski Ramazanlara yetişemeyenler içindir. Milletlerin mânevî varlığına vücut veren hususi günler, zevkli tahassüslere vesile olur mu, olmaz mı? Hükmü, bu kitabı okuduktan sonra vereceksiniz.” diyen Ahmet Esad, bütün İstanbul’un heyecanla ve sevinçle karşıladığı eski Ramazanlara mahsus hususiyetleri oldukça akıcı bir üslupla yeni nesillere aktarıyor.
Süleymaniye’de şehrin tanınmış hafızlarının kıldırdığı teravih namazları
Ahmet Esad Ben’in yer yer mani ve şiirlerle süslediği Ramazan hatıralarını anlatırken eski İstanbul evlerinde ve camilerinde haftalar öncesinden başlayan Ramazan hazırlıkları, on bir ayın sultanı Ramazan’ın gelişiyle birlikte ortaya çıkan Ramazan davulcusu, sahur ve iftar sofraları, minarelerde ışıl ışıl yanan kandiller, selatin camilerinde minareler arasında kurulan mahyaları, Ayasofya’da kılınan Cuma namazı, Beyazıt Camii’nin avlusunda tesbihçiler, baharatçılar, ıtırcılar, kitapçılar ve iftariye satanların sıra sıra dizildiği Ramazan sergisi, iftardan sonra Süleymaniye’de şehrin tanınmış hafızlarının kıldırdığı teravih namazları, teravihin ardından doğruca gidilen Şehzadebaşı’nda icra edilen meddah, karagöz, orta oyunu temaşaları, çaycı dükkanları, kahvehaneler, kıraathaneler, incesaz ve diğer eğlence mekanlarını tasvir ediyor. Kitapta yazarın sözünü ettiği eski İstanbul hayatı ve eski İstanbul Ramazanlarına dair unutamadığı hatıraları okurken insan ister istemez, Nerede O Eski Ramazanlar! demekten kendini alamıyor.