ABD’li teknoloji devi Meta’nın yapay zekâ araştırma ekibi, insan düşüncelerini okuyabilen bir yapay zekâ modeli geliştirdiğini açıkladı. Teknoloji dünyasında heyecan uyandıran bu sistem, zihindekileri yüzde 80’e varan doğrulukla cümleye dökebiliyor. Yeni bir dönemin habercisi olan bu gelişmenin asıl amacı ise, kaza veya hastalık sonucu konuşma yetisini kaybeden bireylerin sadece düşünceleriyle iletişim kurabilmesini sağlamak. Manyetoensefalografi ve Elektroensefalografi sistemlerini bir araya getiren bu teknolojide kafa derisine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beynin, elektrik sinyalleri kaydediliyor.
MAHREMİYETİN SONU MU?
Bir tür kask yardımıyla, sinapsların manyetik alanları ölçülüyor. Her iki teknolojinin bir arada kullanılması, tahminlerin daha başarılı olmasını sağlıyor. Meta’ya göre, bu yöntem yalnızca EEG kullanılmasına kıyasla en az iki kat daha etkili. Bu model, sinyalleri kaydediyor ve yapay zekâ yardımıyla yorumluyor. Kısaca, beyninizin ne yaptığına dair ipuçlarını alıyor ve bu bilgileri kullanarak, sizin ne düşündüğünüzü tahmin etmeye çalışıyor. Ancak, bazı tartışmalar da gecikmedi. Bu teknolojiyi eleştirenler; şirketlerin ticari çıkar için beyin okuma yatırımlarını artıracağına vurgu yapıyor. İkinci olarak siyasi manipülasyonlar için büyük devletler, sistemi diğer toplumlara uygulayabilir. Üçüncü dikkat çekilen konu ise bireysel mahremiyetin ortadan kalkacağı yönünde. Ayrıca kişisel verilen çalınması ve son olarak zihni uzaktan yönetebilme teknolojilerinin tehlikelerinden söz ediliyor.
EŞYALAR SİNYALLE YÖNETİLECEK
Gelecekte akıllı telefonlar, bilgisayarlar hatta günlük eşyalar bile beyin sinyalleriyle yönetilebilir. Şirketler, insanların ne düşündüğünü öğrenip, bu bilgiyi daha etkili reklam ve pazarlama stratejileri geliştirmek için kullanabilir. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık’a göre, gelecekte devletlerin bu tür verileri toplumsal kontrol veya siyasi manipülasyon amacıyla kullanma ihtimali bulunuyor. Bu durum, hem bireysel özgürlükler hem de toplumsal güven açısından ciddi endişelere yol açabilir.