|
Dindarlık, hayatı sanat olarak yaşamaktır
Arapça
din
, Farça
dâr
’dan oluşan
dindar
kelimesinin sözlüklerdeki anlamlarının fevkinde –siyasetten de yalıtılmış olarak– İslam’a özel bir tanımına ulaşmak istediğimizde, Hâce Abdullah Herevî’nin “Kişinin din ve dünya işlerinin medarı iki şey üzerinedir: Hakikatine ulaştığı ameller, şahsiyeti ile doğruladığı mürüvvet.” sözünden yola çıkabiliriz.

Çünkü “amellerin hakikatine ulaşmak” şeylerin yaratılış özelliklerine göre davranmak, varlığının haddinde durmak; bir şeyi kendisine ait olmayan yere koymamak, yanlış yere yerleştirmemek, yanlış kullanmamaktır. Bunların tersi zulüm olarak adlandırılır ki, zulümden kaçınmanın en garantili yolu da adalete tutunmaktır. (Bkz.: S. Muhammed Nakib el-Attas, İslam Metafiziğine Prolegomena, trc.: İlker Kömbe, Küre, 2016)

Bir insanın, hakkında zulümden kaçınacağı, adalete tutunacağı ilk şey ise önce kendi nefsidir. “Her insan, insanlığa mahsus fıtrî istidatlar ile doğar. Bu fıtratın muhteviyatının tamamı ‘fazilet-redâet (kötülük, azgınlık, habaset)’ ile ‘ruh-nefs’ gibi iki büyük sınıfa taksim edilir. Lakin fıtrat yumuşak balmumuna benzer. Ona şekil verecek olan avâmil-i sâni’anın (Allah tarafından yaratılan sebeplerin, âmillerin) tümü de ‘muhit, terbiye’ kelimelerinde mevcuttur.” (Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Terbiye İkinci Yaratılıştır, haz.: Eren Yavuz, Büyüyenay, 2024).

Bir muhitte ve buranın terbiyesinde karar kılmak ise dine tabi olmak demektir ki, din dairesi içinde hareket etmenin adı da dindarlıktır. Buradan Herevî’nin sözüne tekrar dönerek söyleyecek olursak, din yoluyla amellerin hakikatine ulaşarak insaniyetin (adamlığın) kemaline (mürüvvete) varmayı dindarlık olarak niteleyebiliriz.

Bu dindarlığın usul ve esasları, Kur’an’ın ilgili ayetlerinden ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın haberlerinden hareketle ahlak kitaplarında, tasavvufî eserlerde, Fütüvvetnâmelerde detaylı olarak anlatılmıştır. Biz bunlardan edinebildiğimiz bilgilerin ışığında, sanatın kaynağı olması bakımından fazilet – rezilet esasında bıçak sırtı bir durum arz eden hevâ ve hevesin terbiyesi için önce dindarlığın ve sonra onun şatlarına uyarak sanatçı olunmasının gerektiğini söylemekle yetinmeliyiz.

Bunu derken, kendi inançlarının temel kavramlarından olan Kutsal İnsan’ı / İsa Mesih’i hayatın dışına iterek, bundan doğan boşluğu sanatçılara, yazarlara a priori olarak üstünlük vasfını yükleyerek doldurmaya çalışan Batılı anlayışa rakip bir anlayışı önerme ihtiyacı duymadığımız gibi, kendi toplumumuzda da hevâ ve hevesin özgür düşünme ve eyleme kastında parlatılmasından kaynaklanan sanatçı, yazar olma eğiliminin giderek artmasını da gözetmediğimizi, salt dindarlığın kendi usul ve esasları dahilinde gerektirdiği bir halden söz etmeye çalıştığımızı ve dolayısıyla sanat ve terbiye bahsinde Batıyla rekabet içinde olmadığımızı; bir şeyhin terbiyesini yani seyr-i sülûku da dayatmadığımızı ifade ediyoruz.

Bu bağlamda bizim durduğumuz yer, sanat (sun’) kelimesinin Kur’an’daki ve Peygamber Aleyhisselam’ın haberlerindeki manasıyla, kullanılış tarzlarına bağlı kalmaktan ve sanata dair arayışımızı da yine bunlar üzerinden sürdürmekten ibarettir. Dindarlığı öne alışımızdan nedeni de budur. Çünkü zikrettiğimiz kaynaklar esasında sanat öncelikle dindar olmanın karşılığıdır.

Şöyle ki, sanat kelimesi Kur’an’da Allah’ın yaratmasındaki rikkat ve emniyete;, insanların yaratmasında ise, a)Allah’ın kulunu terbiyesine, yeryüzünde onu güçlendirmesine, onu Kendi’sine ve halka hizmet ettirmesine; b)Albeniye, gösterişe, gösteriye, faydasızlığa, hayırsızlığa ve gelip geçiciliğe evrilme özelliğiyle de sapkınlığa, zaman ve imkânların israfına işaret eder.

Sülemî’nin Fütüvvet’in Erdemleri başlığı altında zikrettiği, kardeşine karşı nazik davranıp ihtiyacını gidermek; kötülüğe iyilikle karşılık verip cezalandırmayı terk etmek, kardeşinin zarar görmemesini istemek ve sağlamak, güzel ahlaktan ayrılmamak, kadim dostluk ve sevgiyi muhafaza etmek, istikamet üzere yaşamak… vb. hususlar (Kitabü’l-Fütüvve - Fütüvvet Erdemleri, trc.: Selim Güzel, İBER, 2023) tam da sanatın tanımını hak edecek şekilde ciddiyetle, sağlamca, hakkı verilerek… yapılması gereken şeylerdir ve söz konusu erdemlerin
layıkıyla
ifası sanat bağına kendiliğinden tabi olarak, bizzat fütüvvet ehlinin (Müslümanın) gündelik hayatına yayılır. Hayatlarını sanat olarak nitelediğimiz insanlar bunun delildir ve dilimizdeki “Şiir gibi bir hayat sürdü” şeklindeki söyleyişler de neticede bu hâlin beyanıdır.

Bu sebeple dindarlık merkezinde hevâ ve hevesin sanat maksadıyla terbiye edilmesi, bizde sanat meselesinin ilk yönüdür.

#Dindarlık
#İslam
#din
#dünya
24 gün önce
Dindarlık, hayatı sanat olarak yaşamaktır
Uluslararası ekonomik kuruluşların ülke ekonomileri üzerindeki etkileri
Sınavsız atamalara ve sözlü sınavlara acilen çözüm üretilmeli
Millî eğitim, 1 numaralı millî güvenlik meselesine dönüştü!
Bolivya darbe girişimi ve Türkiye modeli tartışmaları
İran seçimlerinin düşündürdükleri