İran toplumunun gelecek tahayyülatı

04:0020/05/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Akif Emre

Cumhuriyet tarihi boyunca adeta yok gibi davrandığımız Güney ve Doğu komşularımızda olup bitenler tam tersi politikalara zorluyor. Irak'ta iç savaş devam ederken Suriye'deki savaş uluslararası boyut kazandı. Irak'taki durum zaten Amerika'nın denetim ve gözetimindeydi başından beri. Suriye'deki iç savaş ise artık Türkiye'nin de fiili olarak müdahil olduğu, iç mesele olma potansiyeli yüksek bir hal aldı.



Ama her iki ülkedeki yaşanması muhtemel gelişmelerin mutlaka Türkiye'yi etkileyecek. Ama her halükarda Suriye ve Irak'taki gelişmelerde doğrudan veya dolaylı olarak İran etkisi, nüfuzu her aşamada kendini gösteriyor.



Her ne kadar dışardan bakılınca İran bölgede aktif bir aktör olarak sınır ötesi nüfuzu geliştiren bir görünüm verse de içerdeki tartışmalar bu duruma tezat gibi görünüyor. Dün yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sonucu belirlemede en önemli faktörlerden biri olan nükleer anlaşma ülkenin siyasi dengelerinden toplum psikolojisine kadar çok şeyi belirler mahiyette.



Bu yazı kaleme alındığında henüz cumhurbaşkanlığı seçim oylaması tamamlanmamıştı. Katılma oranının yüksekliğine bakılacak olursa Ruhani'nin yarışı önde tamamlaması pek mümkün.



Nükleer tartışmaları tüm toplumda iki farklı karşılık buluyor. İlki, İran'ın daha doğrusu devrimin dış güçlerin saldırına maruz kaldığı algısı. Buna göre, devrimi devirmek için başta Amerika olmak üzere emperyal güçler fırsat kollamaktadır. Bu korku siyaseti devrim ve ülkenin bağımsızlığı etrafında siyasi görüşü ne olursa olsun yığınların birleşmelerini sağlayan en önemli ortak paydaşlardan biri. İranlılık bilinci, ortak düşman söz konusu olduğunda tüm farklılıkları ortadan kaldırmaya yetiyor bu ülkede.



Yine nükleer anlaşma etrafında gelişen en önemli tartışma; toplum psikolojisini onure eden bir sonuç doğuruyor. Devrimi yok etmeye çalışan batılıların İran'la masa başına oturmak zorunda bırakılmış olunması gururlarını okşuyor…. Hepsinden önemlisi yönetimin propaganda makinesini iyi işleterek artık 'nükleer güç' olduklarına ikna edilen İranlılar için bu pozisyonun korunması milli bir dava halini almış durumda. Nükleer anlaşmanın geleceği sadece batıya açılıp açılmama meselesi değil, toplumun kendine olan güveniyle de alakalı.



Bu nedenle hiçbir siyasi kanadın nükleer karşıtı bir söz söyleme şansı yok.



Bu gerilim politikasına paralel ayrıntılar üzerinde tarafların birbiriyle mücadele biçimi ülkenin her an bölüneceği izlenimi verebilir. Hele bizim gibi siyasal kültürün kamplaşamaya müsait olduğu yerden bakılınca devrimin çoktan yıkılması, rejim değişikliğine gidilmesi beklenirdi. Nitekim Türk basınında çıkan yorumlara bakınca İran'ın en marjinal silahlı şiddete bulaşmış, Saddam'la işbirliği yapmış örgütlerin kağıt üstünde yaptıkları açıklamalar İran muhalefetinin talebi, sistemden memnun olmayan kitlelerin talebi gibi sunulabiliyor.



Yıllar önce bir Türk diplomatın yerinde bir tespiti ile, İran siyasetinin en bariz özeliği, her konuyu sonuna kadar tartışabilmeleri. Dışardan bakanlar için sistemin parçalandığını akla getiren bu yoğun tartışma kültüründen bir enerji çıkarmasını biliyor İranlılar. Yine diplomatın ifadesiyle zaman zaman da bu tartışma sistemi kilitliyor olsa da siyasal sistem bir şekilde bu krizleri aşacak yöntemler geliştirebiliyor.



Türkiye'den bakılınca yayılmacı emperyal bir tehdit algısı oluşturulan İran, kendi içinde farklı toplumsal beklentilere sahip. Muhalefeti radikal sistem eleştirisinden sistem içi muhalefete zorlayan yapı aynı zamanda kitlelerin taleplerini absorbe etmeyi her seferinde başarabiliyor. Neoliberal müdahalelerin ülkeye matuf niyetlerini tehdit algısı olarak okuyan ve bunu toplumsal olarak kabul ettirebilen bir yapı var.



Ancak siyasal sistemin işleyişi ile dış dünyadan beklentiler arasında ortalama İranlı'nın beklentilerinin karşılanması ciddi sıkıntı oluşturduğu muhakkak.



Dini hassasiyetleri öne çıkan yönetime yakın çekirdek kitle hariç ortalama bir İranlı'nın gözünde İran dışında cennet tahhayülatına denk gelen bir dünya var. Bunun ne kadarının gerçekçi, ne kadarının hayal olduğunun anlaşılması için her İranlının böylesi bir deneyimi yaşaması gerekecek. Devrime, sisteme muhalif olsun olmasın, İran dışına yönelik bu algının yaygın olması sistemin karar vericileri açısından ciddi bir sorun. Her seferinde reformist denilen sistem içi muhaliflerin yönetime gelerek, müesses nizamın çizdiği çerçevede bazı düzenlemelerle umut aşılaması toplumsal taleplerin patlamasını ötelemeye yetiyor.



Ancak bundan sonra, özellikle nükleer anlaşmanın tam olarak devreye girmesi ekonominin dışa açılması, yani küresel sisteme entegre olması durumunda devrim ilkeleri ile toplumsal taleplerin, reel politik gerekçelerle nasıl karşılanacağı, meşrulaştırılacağı ciddi bir sorun.



Batı ile ilişkilerinde, modernleşme bakımından da Türkiye ile tarihsel olarak rekabet halindeki bir toplumun Batılı hayat tarzına, tüketim kültürüne, neoliberal dünyaya açılması durumunda toplumdan önce sistemin nasıl tepki vereceği hayati önem kazanıyor. Dışardan görüntüsünün aksine özellikle şehirli, eğitimli İranlıların modernleşmeye, tüketim toplumu olma yolunda bir adaptasyon sorunu olacağını sanmıyorum. İran dışındaki dünyayı bir cennet hayal eden İranlıların bu cennet tahayyülünü nasıl gerçekleştirecekleri, buna sistemin nasıl cevap vereceği ülkenin geleceğini belirleyecek. Belli ki büyük sloganlarla yola çıkan devrimin halkın önemli kısmına bu cennet hayalini gerçekleştiremedi.



Batı'nın ayartıcı kültürü ve toplum tahayyülüne Müslüman bir toplumda karşılık bulunabilir mi? Bu soru tüm Müslüman toplumların, seçkinlerin, ulemanın, aydınların cevaplaması, yüzleşmesi gereken hayati bir sorudur.




#İran toplumu
#Modernleşme
#Nükleer
#Tahayyül
#Ruhani