Kemal Tahir’i hatırlamak

04:0014/11/2025, Cuma
G: 14/11/2025, Cuma
Aydın Ünal

Kemal Tahir, romanlarıyla edebiyatımızın zirve ismi olmasının yanında fikirleriyle de iz bırakmıştı. Hayatı, yakın tarihimize olduğu kadar bugünümüze de ışık tutuyor. Kemal Tahir 1910 yılında İstanbul’da doğdu. 1932-1938 yılları arasında gazetecilik, musahhihlik, çevirmenlik gibi işler yaptı. Tan Gazetesi yazı işleri müdürü iken Nazım Hikmet ve Mustafa Börklüce ile tanıştı. 15 Haziran 1938’de, bahriye çavuşu olan kardeşi Nuri Tahir üzerinden ordu mensuplarına Sabahattin Ali’nin hikâye kitaplarını


Kemal Tahir, romanlarıyla edebiyatımızın zirve ismi olmasının yanında fikirleriyle de iz bırakmıştı. Hayatı, yakın tarihimize olduğu kadar bugünümüze de ışık tutuyor.

Kemal Tahir 1910 yılında İstanbul’da doğdu. 1932-1938 yılları arasında gazetecilik, musahhihlik, çevirmenlik gibi işler yaptı. Tan Gazetesi yazı işleri müdürü iken Nazım Hikmet ve Mustafa Börklüce ile tanıştı. 15 Haziran 1938’de, bahriye çavuşu olan kardeşi Nuri Tahir üzerinden ordu mensuplarına Sabahattin Ali’nin hikâye kitaplarını dağıttığı gerekçesiyle Nazım Hikmet’le birlikte tutuklandı, 15 yıl hapse mahkûm edildi. İstanbul, Çankırı, Malatya ve Çorum hapishanelerinde 13 yıl yattıktan sonra Demokrat Parti affıyla hapisten çıktı. Kimse iş vermedi, yazılarını yayınlamadı, arkadaşları terk ettiler, çok sefil günler yaşadı. İlk eşi Fatma İrfan, o hapisteyken boşanmıştı; yeni eşi Semiha Hanım’ın küçük terzilik işleriyle ve çeviri yaparak geçimlerini kıt kanaat sağlıyorlardı. 1955 yılında ilk eserleri “Göl İnsanları” ve “Sağırdere” yayınlandı. Romanları çok ilgi gördü, edebiyat dünyasında artık bir Kemal Tahir fırtınası esiyordu. 1969 yılında bir şaheser olarak “Devlet Ana” romanını yayınladı; ardından Kurt Kanunu ve Yol Ayrımı geldi.

Sağcılar Kemal Tahir’e solcu olduğu için mesafeliydiler.

Solcular ise, ayakları vatan topraklarına sapasağlam bastığı, yerli, Türk tipi, Asya tipi bir sosyalizmi savunduğu için Kemal Tahir’i dışlıyorlardı. Yaşar Kemal’in eşkıyalığı yücelten “İnce Memed”ine karşı yazdığı “Rahmet Yolları Kesti” ve “kerim devlet” anlayışını en güzel şekilde anlatan “Devlet Ana” romanları üzerinden onu devletçi, milliyetçi hatta faşist olarak suçluyorlardı.

1960 sonrasında yekvücut olan sol ve Kemalizm ise Kemal Tahir’i esaslı rejim eleştirilerinden dolayı hedefe aldı. 1934 yılında eski eşi Fatma İrfan’a gönderdiği mektubuna Mustafa Kemal’in fotoğrafını iliştirmiş,
“Bir de Büyük Adamın fotoğrafını gönderiyorum. Kolay yenilmemek isteyenler bu yaratıcıya sık sık bakmalıdırlar. Biz Mustafa Kemal’in bu resminden birer tane ceplerimizde taşıyoruz. Seni de mahrum etmek istemedim”
diye yazmıştı. Mustafa Kemal ile; Atatürk’ü, Kemalizm’i, “Sarı Paşa”yı birbirinden keskin şekilde ayırıyordu. Hilafetin kaldırılmasına, Türk harflerinin Latin harfleriyle değiştirilmesine, radikal Batılılaşma adımlarına, Köy Enstitülerine karşıydı; Osmanlı’nın çökmediğini, halen çökmekte olduğunu savunuyordu. Kendisine yönelik acımasız eleştirilere
“Şimdiye kadar beni, ortaokul seviyesindeki düşüncelere, fikirlere çekmek istediklerinden polemiğe girmedim. Ayrıca bu yazıları yazanların fikir düzeyi, bizim 1930’larda öğrenip, inanıp sonra yanlışlıklarını anlayarak bıraktığımız çürük-çarık, derme-çatma, herhangi bir düşünce sisteminden uzak haldedir”
diye cevap veriyordu.
Kemal Tahir 1968 yılında Yunus Nadi Roman ödülünü aldığında Oktay Akbal memnuniyetsizliğini ifade etmiş, “
Ben Mustafa Kemal’e şu ya da bu yoldan bir şey atılmasından hoşlanmam
” demişti. Nadir Nadi, Kemal Tahir’i, “Rıza Nur, Kazım Karabekir tipi Atatürk düşmanlarının” etkisi altında olmakla itham etmiş, Kurt Kanunu romanı için “
Atatürk’ü küçük düşürücü
” ifadesini kullanmıştı. Cemal Süreya, Papirüs Dergisi’nde Vedat Günyol’a karşı Kemal Tahir’i savunarak, “
Suç mu Atatürkçü olmamak
” deyince Hasan Pulur Milliyet’teki köşesinde “
Evet, Atatürkçü Olmamak Suçtur”
başlığıyla zehir zemberek bir yazı yazmıştı:
“Söyle Cemal Süreya! Atatürk devriminin yetiştirdiği Cemal Süreya!.. Söyle ve kus! Söyle ve kus ki, o kutsal Atatürkçülükten sen ve senin gibilere bir şey kalmasın!”
Kemal Tahir’in, tüm bu saldırılara cevabı nettir:
“Ben, Anadolu halkının yazarıyım. Bu halk, kimilerinin sandığı gibi bir yabancı imparatorluğun, zorla köle edilmiş ve zorla çalıştırılmış bir köle halkı değildir. Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş, bu imparatorluğu kökleştirip geliştirmiş, en az altı yüzyıl kanıyla, canıyla, aklıyla, malıyla savunup yaşatmış kahraman ve soylu bir halktır. Bu özelliğiyle çok, pek çok paşa görmüştür. Bunların iyisini de, kötüsünü de pek çok görmüştür. Hiçbir paşa, ne yapmış olursa olsun, bu halka Allah olacak, Allah tanıtılacak güç sayılamaz. Ancak ödevini yapmıştır. Buna karşılık biz ona ne kadar şan ve şeref vermişsek o kadar da eleştirmek hakkı kazanmışızdır. Şan ve şeref verirken miskalle tartmamışsak, eleştirirken de, miskalle tartmak zorunda değiliz. Hele kalemimizi, herhangi bir hesapla, ürkerek kullanacak değiliz.”

23 Nisan 1973’te Mehmet Barlas, Kemal Tahir’i evine yemeğe davet eder; Mete Tunçay da gelecektir. Kemal Tahir istemez ama yönetmen Halit Refiğ gitmesi için ikna eder. Eşi Semiha Hanım’la gittiği davette Mete Tunçay’la birlikte İsmail Cem, Ali Sirmen gibi isimler de vardır. Bu asil, özgün, yerli, edebiyat fırtınası isme, büyük bir kompleks ve kıskançlıkla, acımasızca yüklenirler. Kitaplarının toplatılması gerektiğini bile söylerler. 13 yıl hapishanelerde en kötü şartlarda yattığı için akciğer kanseri olan ve tek akciğerle yaşayan Kemal Tahir o davette fenalaşır; üzgün, kırgın evine döner ve sabah 05.30’da “Yorgun Savaşçı” hayata gözlerini yumar.

Yıl 2025: Cephede değişen bir şey yok. Kültür, sanat, edebiyat, düşünce dünyamıza çöreklenmiş ve adeta Resmî Gazete ile memuriyete atanmış gibi imtiyazlı, teşvikli çeteler kendilerini tekrar tekrar üretiyor; çizginin, çerçevenin, kalıbın dışına çıkan, biraz farklı düşünen, soran, sorgulayan herkesi susturmak, boğmak, ezmek, silmek için güç birliği yapıyorlar.

Kemal Tahir’i öldürdüler ama eserleri hayatta; katilleri unutulur, o eserler yaşayacak.

#Kemal Tahir
#roman
#edebiyat