TSK'nın yeni komuta kademesi belli olurken laf yarıştırıp ağız dalaşı yapmanın ötesine geçemeyen güncel konularda fikir beyan etmektense; temel öneme sahip bir konunun altını çizmek istiyorum. Belki de yeni Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve komuta kademesi bu konuya ilgi gösterir ve demokrasinin güçlenmesi ve yerleşmesini sağlayacak örnek bir değişime öncülük ederler.
Sözünü ettiğim temel değişim “askeri eğitim”dir. Onların tüm toplumdan farklı bir eğitim düzeneği içinde yetişmesini sağlayan “ideolojik üstünlük” merkezli eğitim sisteminin demokratikleştirilmesidir. Askeri eğitimin sivilleşmesi, sivil eğitim görmüş insanların askeri kademelerde yer alabilmesinin önünün açılması Türkiye'nin değişiminde etkili olacaktır. Demokrasiyi bulut haline getiren her türlü girişimin temelinde eğitim altyapısı olduğunu unutmayalım. Burada önemli olan bu değişimi gerçekleştirecek bir iradenin ortaya koyulmasıdır.
Son 200 yıllık tarihinde 150 civarında darbeye ya da girişimine sahne olan İspanya bu konuda iyi bir örnek olarak kabul edilir. İspanya'da demokrasiyi sağlamlaştıran adımlardan en önemlisi Askeri Akademi'de okutulan ders kitaplarının değiştirilmesi olmuş. Bu konuda yazılan tez ve kitaplar bir tarafa, TSK mensuplarının kendi içlerinde de bu konuyu tartıştıklarını görüyoruz. Eski Genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök'ün 'TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu'nda yer alan ifadeleri de bunu göstermektedir. Der ki: “
Harbiye'nin öğretim yılının açılış töreninde, o zamanın Genelkurmay başkanı “Biz, sizi burada devlet adamı olarak yetiştiriyoruz.” dedi. Harbiye bir meslek okuludur. Tıbbiye ve Mülkiye gibi bir meslek okuludur. “Devlet adamı” denilen şey mektepten yetişmez. Nasıl oluyor da, siz orada doğru dürüst bir profesyonel asker, bir savunma elemanı yetiştireceğinize kendinize böyle bir rol biçiyorsunuz? İşte bu sınırı aşmaktır. O öğrenciler öyle koşullanıyor. Askerlerin askerlik yapması gerekir; siyaseti ve rejimi tartışmak değil. O zihniyette yetişmiş olan bir generalin de kendisine
“Sen devlet memurusun.”
dendiği zaman, memuriyeti küçültücü
bir ifade olarak görmesi de sistemin içinde var olan eğitimin bir sapmasıdır. Zaten
en büyük sorun da askerliğin bir ideolojik meslek grubu hâline gelmesidir ve toplumu militarize eden bir ideolojiye dönüşmesidir.
” ve devamla Özkök “
özü, mensuplarını başkaları için ölmeye veya öldürmeye götürmektir.
Askerlik yemininde bunu üstelik seve seve yapmamız bize öğretilmektedir ve canımızı; vatanımız, ulusumuz, anayasal düzenimiz
için seve seve vereceğimizi yeminle askerliğe başlarken içimize çakarız. Ölümü göze almak da,
öldürmek de çok acı vericidir.”
Neden gaye ölümü değil hayatı teşvik etmek olmasın...
ÖLÜMÜ DEĞİL HAYATI “ZAFER” HALİNE GETİRMEK
Barış masasına oturmak için hiçbir vakit geç değil. Terörün şiddetle bitmeyeceğini, PKK'lılarla Kürt halkını ayırt etmeyen politikaların en büyük hata olduğunu söyleyen Gaffar Okan suikaste uğradığında yıl 2001'di. Ak Parti kurulduğu tarihte en çok tartıştığı konulardan birisi de buydu. “Türk anneleri kadar Kürt annelerinin gözyaşlarını dindirmek” siyasetin literatürüne o zaman girmiş, kurucuları ilk kez bir araya getiren Afyon toplantısında konuşulmuştu. O günden bu yana devletin onları eşit vatandaşlar gibi görmesini sağlamak noktasında pek çok ileri adım atıldı. Ak Parti bu ülkede barışın zeminini oluşturdu. 2005 Diyarbakır mitingi öncesinde Tayyip Erdoğan'ın çeşitli aydınlarla ve bölge temsilcileriyle yaptığı toplantıdaki sözleri ve yaklaşımı herkesi umutlandırmıştı. Erdoğan beklentilerin üzerinde bir yaklaşım sergiliyordu. Etnik milliyetçilik kırmızı çizgimiz, insanı yaşatmak ise temel felsefemizdi. Bu kelimeleri kurucu başkanımız Tayyip Erdoğan'ın ağzından belki yüzlerce kez bizzat duydum. Tanık olduğum bir başka şey; Türkiye'nin terörle savaşırken sahip olduğu üstünlüklere ve zaaflara, bölge konjonktürüne son derece vakıf olmasıydı. Her kendini göstermeye hevesli şiddet telkininde, önce dinler sonra da bölge ve Türkiye gerçeklerini rakamlarla, verilerle gözlerimizin önüne serer, yapılabileceklere ve sonuçlara-sonuçsuzluklara odaklanırdı. Erdoğan liderliğinde Ak Parti bölgeye ilişkin akılcı bir siyaset izledi, hem doğudan hem batıdan destek aldı. Devletin ve bürokrasinin Kürt meselesini sadece terör meselesi olarak görmekten çıkarıp kendi halkına dair bir sorun olarak görmesini sağladı, devletle halkı yaklaştırdı. Türkiye genelinde Kürtlerin % 60 desteğini aldı. Diyarbakır'da oy oranının % 35'lere gelmesi bile tarihi bir zaferdi. Bu oranın şimdi düştüğü % 14'lerden çıkarmanın yoluysa daha önce başarı kazanmış yollarda, o “söz”lerde yatıyor. Kürtleri ve Türkleri karşı karşıya getirmeyen, Kürtleri de kendi içinde Müslüman, ateist, Marksist ya da Yezidi veya Alevi diye ayrıştırmayan bir dili her şeye rağmen inşa etmek gerekiyor. PKK gibi bir terör örgütünden bunları yapmasını bekleyemeyiz. Ancak barışa atılan her adım onları da zorlayacaktır. Belki binlerce gencimizi kurtarabiliriz. Bu topraklarda terörü şiddetle beslemeden bitirmenin yollarını bulabiliriz. Ben hala bu umudu besliyorum. Bu konuda siyaset üstü ve hatta partiler üstü, Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında bir devlet projesi haline gelmiş bir barış masası kurulması gerektiğine inanıyorum. Belki de rahmetli Özal'ın ömrünün vefa etmediği çalışmaların içinde bunlar da vardı. Kim bilir belki bu nesilde?