Ârif Nihad Asya ve Tokat ulemâsı

04:0023/11/2025, Pazar
G: 23/11/2025, Pazar
Dursun Gürlek

Bayrak şairimiz Ârif Nihad Asya ile ben ilk defa Tokat İmam- Hatip Okulu’nda okurken karşılaştım. Bir gün ana caddenin sağındaki kaldırımda yürürken arkamdan yetişen yaşlıca bir adam, elini sırtıma hafifçe vurarak ve karşı kaldırımda yürüyen bir zatı göstererek, koş elini öp, o, şair Ârif Nihad Asya’dır dedi. Koştum ve o güzel insanın elini öpme bahtiyarlığına erdim. Bilmiyordum, sonradan öğrendim. Şairimiz her ne kadar Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelmişse de babası Ziver Efendi Tokatlıymış.

Bayrak şairimiz Ârif Nihad Asya ile ben ilk defa Tokat İmam- Hatip Okulu’nda okurken karşılaştım. Bir gün ana caddenin sağındaki kaldırımda yürürken arkamdan yetişen yaşlıca bir adam, elini sırtıma hafifçe vurarak ve karşı kaldırımda yürüyen bir zatı göstererek, koş elini öp, o, şair Ârif Nihad Asya’dır dedi. Koştum ve o güzel insanın elini öpme bahtiyarlığına erdim.

Bilmiyordum, sonradan öğrendim. Şairimiz her ne kadar Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelmişse de babası Ziver Efendi Tokatlıymış. Ziver Efendi, oğlu doğduktan yedi gün sonra vefat etmiş. Öyle anlaşılıyor ki, bu büyük ve değerli şairimiz pederinin memleketini gezmeye gelmiş.

Ârif Nihad Asya’nın kaleminden çıkan ve bu bilgileri teyit eden bir yazıya yıllar sonra bir dergide rastladım. Ağustos 1973 tarihli Türk Edebiyatı’nda neşredilen bu kısa yazısında Arif Nihad Asya merhum “Tokad’ın Kırkları”ndan şöyle söz ediyor:

“O tarafta Topçam’ın doruğunda tek mezar, altında Kırk Kız yatar.

Yakınında Kırk Kız’a ayna olan bir pınar. Şurda, beri tarafta Tokad’dan Haç Dağı’na Tırmanan Kırk Badal var.

Birlik olup, Tokad’a yerleşmiş -belli- Kırklar. Ki dediler: “Seni de aramıza alalım; Ey Ârif Nihad Asya, kal da kırk bir olalım!”

Bu sözlerin açıklaması da şöyle:

Topçam: Tokad’da bir tepe. Tek mezar: Topçam’ın doruğundaki mezarın adı. Kırk Kız: Tek mezarda yattığına inanılan kızlar. Badal: Basamak. Haç Dağı: Tokad’da bir tepe. Kırk Badal: Haç Dağı’nın eteklerinde bir merdivenli yokuşun adı.”

Kültürümüzde kırklarla ilgili sözlere sık sık rastlıyoruz. Mesela üçler, yediler, kırklar diyoruz. Biz kırk kişiyiz, birbirimizi tanırız cümlesini arada bir kullanıyoruz. Kırkından sonra azanı teneşir paklar cümlesiyle mesaj veriyoruz. Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır sözüyle hatırşinaslığın önemine vurgu yapıyoruz. Bir de kırklara karışmak var ki, bunun anlamını ancak erbabı bilir.

Kırk makamı, dini ve kültürel hayatımızda büyük önem arzediyor. “Kırk Hadis” adıyla yazılan kitapların sayısı belki de kırkı bulmuştur. Benim kütüphanemde bile bu isimle müsemma birkaç eser var.

Mehmet Zeki Pakalın, “Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü”nde kırk madde halinde değilse bile dokuz on başlıkla kırkları anlatıyor. Birkaçını sıralayalım: Kırk bin kulağası: Yeniçeri ağası hakkında kullanılan bir tabirmiş. Dördüncü Murad zamanında yeniçerilerin kırk bin oluşu da bu tabirin meydana gelmesine sebep olmuş. Kırk hamamı var ki, yeni doğan çocuğun kırk gün sonra hamama götürülmesi ve şenlik yapılmasıyla ilgili olup burada anlatılması uzun sürer. Kırkkilise, Kırklareli’nin eski adıdır. Kırklamak da, hastalıkları iyileştirmekle ilgilidir. Merhum Mehmet Halit Bayrı, bunu “İstanbul Folkloru”nda uzun uzun anlatmaktadır. Kırklar Meydanı’nı mı soruyorsunuz, o da Bektaşilikle ilgili bir tabirdir. Kırklar Şerbeti de aynı kategoriye giriyor. Kırk Makam da keza Bektaşiliğe mahsus olup erenler meydanı diye isimlendirilir. Dört kapının her birinde on makam mevcut olduğu için bu adı almıştır.

Bu yazıyı okuyup bitirdikten sonra “Kırk bir kere maşallah!” demeniz için ben yine sözü doğduğum, büyüdüğüm ve okuduğum Tokat’a getireceğim. Selçuklu ve Osmanlı eserlerini birlikte sinesinde barındırmanın mutluluğunu yaşayan bu şehrin tarihi eserlerini anlatmak yazımızın çerçevesine sığmayacağından, yetiştirdiği ulemadan, urefadan birkaç isim sıralamakla yetineceğim. Öyleyse Fatih döneminden başlayalım.

Bu büyük hükümdarın en değerli hocalarından biri de, bilindiği üzere Molla Hüsrev’dir. Padişah ondan bahsederken devrimizin İmam-ı Âzam’ı diyordu. Birçok kıymetli esere imza atan bu âlimin Bursa’daki mezar taşında şu ibare görülüyor:

“Menbâ-ı ilm-i hüner, vâris-i ulûm-i hayrü’l-beşer, fâzıl-ı hurşid-i eser, sâhibü’d-Dürer ve’l Gurer Mevlânâ Muhammed Husrev”.

1484’de vefat eden Molla Lütfi, Fatih’in özel kütüphanesinin hafız-ı kütübü, yani müdürüdür. Hocası Sinan Paşa, Fatih’in de hocasıdır. Hem İslâmî ilimlerde hem de fenni ilimlerde tam bir ihtisas sahibidir. Kabri, Eyüb Sultan’a giderken Feshane’nin karşısındadır.

Fatih döneminin ünlü şairlerinden Melihi de Tokatlı olup meşhur Molla Cami’nin medrese arkadaşıdır. Sonradan ilmiye tarikini bırakıp meyhane müdâvimi olmuşsa da Fatih edebi kimliğine ve şairliğine hürmeten ona sarayında yer vermiştir. Prof. Muharrem Ergin’in bu konudaki araştırmasını okumak gerekir.

Şair deyince tabii ki, Kâni Ebubekir Efendi’yi de unutmamak gerekir. “Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani” cümlesi zaten onu unutturmamıştır. Hikâyesi de pek ilgi çekicidir. Divanı vardır, üç lisanda şiir söyleyecek kudrete sahiptir.

Yavuz Sultan Selim devrinin ünlü Şeyhülislamı İbn-i Kemal de -keza- Tokatlıdır. Edirneli olduğunu söyleyenler varsa da bu doğru değildir. İddia, onun Edirne’de ilim tahsil etmesinden kaynaklanmaktadır. İbn-i Kemal’in kemâline en can alıcı örnek, atının ayağından sıçrayan çamurdur. Bu çamuru çamurluktan çıkaran olayı biliyorsunuz. Mısır seferinden dönerken yanı başında ilerleyen İbn-i Kemal’in atının ayağından sıçrayan bir çamur parçası Yavuz’un kaftanına yapışıyor. Şeyhülislam hükümdarın “gazab-ı şâhânesi”nden çekinirken, iltifat-ı şâhânesine mazhar oluyor. Yavuz’un vasiyeti gayet kısadır: Ben ölünce, bu kaftanı sandukamın üstüne yerleştiriniz! Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur bizim için şeref madalyasıdır. Ve bu vasiyet hâlâ geçerliliğini koruyor. Âlim, ârif, şair, müfessir ve müverrih İbn-i Kemal, eskilerin ifadesiyle “ulûm-ı şettada yed-i tûlâ sahibi” bir allâme idi. Rahmetullahi aleyh.

Sultan Dördüncü Murad devrinin şeyhülislamı Kazâbâdî Ahmed Muid Efendi de Tokatlıdır. Otuzuncu Osmanlı şeyhülislamıdır. Pürgazap bir hükümdar olan 4. Murad’a bile gerçekleri söylemekten çekinmemiştir. Hemşehrisi olmakla iftihar ederim. Son şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de Tokatlı olup Osmanlı ilmiye mesleğinin en önemli temsilcilerinden biridir. Şehrimizin yetiştirdiği tam altı şeyhülislam vardır. İlmiye Salnamesi’nde ve diğer birtakım eserlerde biyografileri kayıtlıdır.

Zeyrek’teki türbesi, ziyaretçilerle dolup taşan Mehmet Emin Tokâdî hazretlerinin Tokatlı olduğunu belirtmeye gerek var mı?

Hangi birisini anlatalım? İbn-i Sina’nın meşhur eseri Kânûn’u ilk defa Türkçeye çeviren Hekim Mustafa Efendi de Tokatlıdır. Tıp Tarihi Direktörü Dr. Süheyl Ünver 1937 yılında yayınlanan İbn-i Sina Kitabı’ndaki yazısının baş tarafında şöyle diyor:

“On sekizinci asrın sonunda yetişen ve Arapçayı çok iyi bilen âlimlerimizden ve hekimlerimizden Tokatlı Mustafa bin Ahmed bin Hüseyin zamanın hükümdarı Üçüncü Mustafa’nın emriyle ve Hekimbaşı Kâtipzade Mehmed Refi Efendi’nin nezareti ve delaletiyle Kânûn’un tercümesine başlıyor ve 1766’da ikmale muvaffak oluyor ve ‘Tahbizü’l-Mathun’ ismini veriyor. Tercüme hitama erdiğinde Refi Efendi, yine hekimbaşıdır ve mütercimi iltifatlara gark etmiştir.”

Bu kitapta Hekimbaşı Mustafa Efendi’nin kabrinin resmi de bulunmaktadır. Mezarın o yıllarda tamiri dolayısıyla ziyaretine gelen isimleri sıralayalım. Şerafeddin Yaltkaya, Âkil Muhtar Özden, Süheyl Ünver, Şemseddin Günaltay…

Bu yazıyı bir temenniyle bitirelim. Tam bir tarih ve kültür hazinesi olan Tokat bu zamana kadar kendisine gösterilen ilgiyi az bularak, işe dört elle sarılacak yöneticilerini bekliyor.

Hayırlısı inşallah…

#aktüel
#hayat
#Dursun Gürlek