Ayasofya Hamamı ve târihi kitâbesi

04:007/07/2024, Pazar
G: 7/07/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Eski İstanbul kırâathânelerinin bir çoğu aynı zamanda ilim ve kültür merkezi olma özelliğini taşıyordu. Bunlardan biri de Çemberlitaş’ta, Karababa Sokağı’nın başında bulunan Diyarbakır Kırâathânesi idi. Büyük kitabiyat bilgini ve Millet Kütüphanesi’nin kurucusu merhum Ali Emiri Efendi bu kahvehânenin en başta gelen müşterilerindendi. Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin “Divânü Lügati’t – Türk ve Ali Emîri Efendi” başlıklı yazısında belirttiğine göre, kitapların efendisi her akşam buraya gelir, gece

Eski İstanbul kırâathânelerinin bir çoğu aynı zamanda ilim ve kültür merkezi olma özelliğini taşıyordu. Bunlardan biri de Çemberlitaş’ta, Karababa Sokağı’nın başında bulunan Diyarbakır Kırâathânesi idi. Büyük kitabiyat bilgini ve Millet Kütüphanesi’nin kurucusu merhum Ali Emiri Efendi bu kahvehânenin en başta gelen müşterilerindendi.

Kilisli Muallim Rıfat Bilge’nin “Divânü Lügati’t – Türk ve Ali Emîri Efendi” başlıklı yazısında belirttiğine göre, kitapların efendisi her akşam buraya gelir, gece yarısına kadar oturur, dostlarıyla görüşür konuşur, sonra da Parmakkapı’daki evine giderdi.

Ali Emiri Efendi, hiç evlenmemişti. Dolayısıyla evinin kapısını kendisi kilitliyor, yine kendisi açıyordu. Bütün hayatını kitaba ve okumaya vermişti. Her türlü kitabı okumakla beraber, daha çok Osmanlı tarihi ile meşgul oluyordu. Hafızası son derece kuvvetliydi. Ezberimde yüz bin Türkçe beyit var, diye zaman zaman övünmekten kendini alamıyordu. Aziz dostu Muallim Rıfat Bilge bu hususla ilgili şu ifadeleri kullanıyor:

“Ben bu ciheti nezâketle bir kere tecrübe ettim. Herhangi bir şâirin bir gazelinden, bir mısra seçtim. ‘Acaba şu mısra kimindir?’ diye sordum. Güldü. Beni imtihan mı etmek istiyorsun? Falanındır, sonu şudur, tamamı şöyledir deyip ezbere okudu.”

Bu zat, büyük şahsiyetlerin tercüme-i halleriyle de çok uğraşmıştı. Ne kadar İslâm hükümdarı varsa, ne kadar büyük âlim mevcutsa, ne kadar meşayih ve Osmanlı şâiri söz konusuysa hepsinin hayat hikâyesini bütün ayrıntılarıyla bilirdi. Kendisine bir şey sorulsa, o isimde iki şâir var, hangisini istiyorsunuz der ve her biri hakkında bilgi verirdi.”

Kilisli Muallim Rıfat Bilge bir yaz günü, akşamüzeri Ayasofya meydanında gezerken Ayasofya Hamamı’nın kapısındaki kitâbe gözüne ilişiyor. Epeyce uğraştıktan sonra okumayı başarıyor ve kaydediyor. Lâkin bu târih beytinin Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerine ait olduğunu zannediyor. Gece kıraathanede konuyu Emîrî Efendi’ye açıyor. Biraz da hayret ederek tuhaf şey değil mi, Aziz hazretleri hamam tarihi söylemiş diyor. Kitâbiyât bilginimiz gülüyor ve:

Rıfat, teracümde (Biyografide) zayıfsın. Biraz uğraş ve ilerlemeye bak. Geçmiş zamanda yaşamış iki Hüdâyî vardır. Biri, Aziz Mahmud Hüdâyî hazretleridir, diğeri de Müezzinzâde Hüdâyî’dir. Târih beyti, bu ikincisinindir, cevabını veriyor.


Hamamın erkekler bölümüne ait kapının üstünde yer alan kitâbesi şöyledir:

Lâilâhe illâllah Muhammedür Resûlullah
Eğer görmek dilersen ravza-i Firdevs ü rıdvânı
Gelüb hammâm-ı sultâne safâ bul, eyle seyrânı
Revân olmuş içinde selsebil ü kevser ırmağı
“Sakâhüm rabbühüm”dür içene ol âbın elhânı
Hüdâyî girdi, gördü bâğ-ı Adnin aynidir ânı
Didi târih Hammâm-ı bihişt âbâdi sultâni

Hicri 964- Milâdi 1556

Bilmem ki belirtmeye gerek var mı? Ayasofya Camii ve müştemilâtı âdeta şehir içinde ayrı bir şehirdir ve İstanbul’un taşıdığı târihi zenginlikler itibariyle en renkli ve câzibeli semtlerinden biridir. Ayasofya şadırvanı, Ayasofya kütüphânesi, Ayasofya muvakkithânesi, burada bulunan padişah ve şehzade türbeleri ayrı ayrı kitaplara konu olacak kadar büyük önem arzetmektedir. İşte bunlardan biri olan Ayasofya Hamamı’nı – geliniz – biraz daha yakından tanımaya çalışalım. Bu tarihi temizlik mekânı hakkında en ayrıntılı ve en ilgi çekici bilgiler “İstanbul Ansiklopedisi”nde yer aldığına göre, biz de ufak tefek tasarruflarla ve özetleyerek oradan nakilde bulunalım.

Ayasofya ile Sultanahmet arasında bulunan bu târihi hamamı Mimar Sinan, Kânûnî Sultan Süleyman’ın zevcesi Hürrem Sultan adına inşa etti. Hem erkekler kısmı, hem de kadınlar bölümü olan bir çifte hamamdır. Ayasofya Hamamı’nın tarihi ve mimarî özelliklerini ve güzelliklerini uzun uzun anlatmak sütunumuzun sınırlarını zorlayacağından biz sadece son devirdeki hâl-i pürmelâlinden söz edelim:

Ayasofya Hamamı uzun yıllar metruk kaldı. Bir ara hemen yanıbaşındaki Devlet Matbaası’nın kitapları için depo olarak kullanıldı. 1957-1958 yılları arasında tamir edildiyse de yine hamam olarak hizmet vermedi. Burası Milli Eğitim Bakanlığı’nın emrine girmeden önce Belediyenin benzin deposu idi.

Son yıllarda bir süre halı mağazası olarak kullanıldığı da biliniyor. Şimdiler de ise, asli kimliğine bürünerek hamam haline getirildi.

Evliyâ Çelebimiz Ayasofya Hamamı’ndan söz ederken evvela İstanbul’un en büyük ve en güzel hamamı olduğunu belirtiyor. Daha sonra her şeyi yeni ve temiz, çarşı hamamları içinde âyân ve eşraf hamamlarından olduğunu söylüyor. İstanbul hamamlarını latife yollu müşterilere taksim ederken de Ayasofya Hamamı için “şeyhlere mahsustur” diyor.

İstanbul camileri ve çeşmeleri hakkında da muazzam çalışmalara imza atan, cilt cilt kitaplar yazan merhum İbrahim Hilmi Tanışık, Ayasofya Hamamıyla ilgi çekici bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

“İstanbul’u tezyin eden ecdat yâdigârı âbidelerden Ayasofya Hamamı’na ilk defa bundan tam 36 yıl evvel gitmiştim. Cağaloğlu semtinin Çatalçeşme mevkiinde, bu satırların yazıldığı sırada İstanbul Kız ortaokulu olan bina, o zamanlar Dârulmuallîmin’e verilmişti ki, ben bu mektebe 1911’de girmiştim. Sırakahvelerin önünde tiryakilerin nargile fokurdattığı Ayasofya Meydânı’nın büyük atkestanesi ağaçları altında, sabahın erken saatlerinde ve bazen de akşam üzerleri galiba on beş günde bir, kırkar mevcutlu üç şubeye ayrılan sınıfımızın birinci şubesi ile bu hamama getirilir ve yıkanıp temizlendikten sonra da ikişerli muntazam sıra halinde mektebimize dönerdik.

Dört yüz bu kadar yıllık bu muhteşem eserin, soğukluğunu süsleyen mermer şadırvanının çevresindeki yüksek sedirlere neşeli gürültülerimiz arasında sıçrayarak hemen soyunma yarışına girişilir ve göbek taşı üstünde yer kapışılırdı. Sonra bazılarımız sofaların, bazılarımız da halvetlerdeki kurnaların uzun demir askılarına çıkmalarımızı atarak yıkanmaya başlardık. Evvela kese faslına girişilir ve hepimiz sabunlanma zamanını sabırsızlıkla beklerdik. Çocukluk bu ya… Yahut kurnasındaki suyu, sıcak su musluğunu kapatıp soğuğunu açarak değiştirdikten sonra ya kendisi tarafından gafletle dökündüğü zaman ürperişini seyretmek veya taslarımız ile apansızın tepesinden aşağı boşaltarak onu cıyak cıyak bağırtmak masum zevklerimizden idi. Bazen de iş aksine olur, aynı hal bizim başımıza gelirdi. O zaman kızdığımızı katiyen belli etmeyerek gülmeye çalışır ve hakikaten de eğlenirdik. Ama çıkış zamanı yaklaşınca suratlarımız donuklaşır, çok ferah ve aydınlık olan hamamın içi âdeta loşlaşırdı. Ya hamamcının ‘Başka müşterilerimiz geliyor, haydi efendiler!’ ricası veya başımızdaki memurun ‘Artık yeter!’ kumandası üzerine ister istemez dışarı çıkar ve bahsettiğim şadırvanın sessizliğine dayanamadan gözlerimiz arkada, bu güzelim binadan zorla ayrılırdık.

Hey gidi günler hey!.. Bugün, İstanbul Ansiklopedisi adına, Reşad Ekrem ile beraber Ayasofya Hamamı’nın çok hazin son durumunu gördüğümüz zaman, yarım saatlik kısa bir müddet içinde, bütün bu eski panorama gözlerimin önünden böylece akıp geçti. Ve yaralı gönlümün duyduğu acıyı ve sızıyı unutmak için, İstanbul’un belli başlı büyük sanat eserlerinden biri olan bu hamamı tamir edilip açılmış görmeyi öyle bir özleyiş özledi ki, ömrünün sonuna kadar, çocukluğumu

bulurum ümidiyle, başka hamama gidemem dersem yeridir.”

Biliyor musunuz, Osmanlı’nın son döneminde İstanbul Belediye Başkanı olarak görev yapan Cemil Topuzlu, bu muhteşem tarihi eseri yıkmak istemiş, fakat başarılı olamamıştı. Bana inanmıyorsanız, M. Mermi Haskan’ın “İstanbul Hamamları” isimli kitabıyla Yahyâ Kemâl’in

“Aziz İstanbul”undaki “Kör Kazma” başlıklı makaleye bakabilirsiniz.

#Aktüel
#İstanbul
#Hayat
#Dursun Gürlek