Merhum Mahir İz Hocamız hayat düsturunu şu veciz cümlelerle anlatıyor:
“İdrak ve iradeye kavuştuğum andan bugüne kadar beşer olmak hasebiyle dûçar olduğum zelleden, gafletten, mâsiyetten Kur’an-ı Kerim’de ‘İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır’ buyuran kâinatın hâlikı Rabbim Teâlâ’ya iltica eder, afv u mağfiretini ve Resul-i Ekremi’nin şefaatini niyaz eylerim.
Hayatımda mümkün olduğu kadar bir şeye dikkat ettim. Bütün hissi hareketlerimde dahi başkasının maddi, manevi hakkının rencide olmamasını hayat prensibi olarak kabul ve tatbik ettim. Mukabele gördüğüm en kuvvetli hiss-i vedadımı içimde ezdim, yok etmeye çalıştım. Bununla beraber sinn-i rüşdümden bugüne kadar her kimde şahsıma ait bir hak mevcud ise, hayat-ı bakiyeye intikalime kadar müracaat etmelerini rica edeceğim. Hakkın rızası için yaptığım işleri, büyüklerime haddim değil, dostlarımdan ve talebemden küfrân-ı nimet etmeyenlere helal ediyorum:
Tövbe yâ Rabbi! Hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime”
Ben, ilk defa bu beyitle Mahir İz’in yukarıya aldığım yazısında karşılaştım ve çok da hoşuma gittiği için sık sık tekrar etmeye başladım. Ancak kimin söylediğini ve daha başka hangi kaynaklarda bulunduğunu bilmiyordum. Sonraları iki eserde yer aldığını, o eserlerin sayfalarını çevirirken öğrendim. Süheyl Ünver merhum “En iyi iş, kitap karıştırmaktır” cümlesini boşuna söylememiş.
Sehl-i mümteni tarzında kaleme alınan bu beyit “Dini ve Felsefi Ahlak Lügatçesi” isimli kitapta da kayıtlıdır. Eski Diyanet İşleri başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen, tövbenin mânâsını kısaca anlattıktan sonra bu beyti de örnek olarak veriyor ve Nizameddin diye bir şaire ait olduğunu belirtiyor.
Bursalı Mehmet Tahir Efendi de üç ciltlik Osmanlı Müellifleri isimli eserinin birinci cildinde Abdurrahim “Nizameddin Efendi” başlığı altında bu zatla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Çelebi Sultan Mehmed Han devri şeyhlerinin ulularından olup, tasavvuftan ‘İrşadü’l-Enam’ ismindeki eseriyle ‘Aşkname’si ve ‘Divançe-i İlahiyat’ı vardır. Zeyniye Tarikati’nin piri Zeyneddin Hafi hazretlerinden sülûkünü tamamlamıştır. Memleketine dönüşünde pek çok âşıkların gönüllerini perişan ederek vefat etti. Tasavvufi şiirlerinde ‘Rûmi’ mahlasını kullanmıştır. Mürşitleri kendisi hakkında ‘Bir Aşk Kütüğünü Yakıp, Diyar-ı Rum’a Attık!’ buyurmuşlardır. Şiirlerinden bulunabilen yalnız şu:
Tövbe yâ Rabbi! Hata yoluna gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
beytidir ki sehl-i mümteni kabilindendir.”
Meğer bu zat hakkında bilmediğimiz daha birçok şey varmış. Onları da kendisiyle ilgili yazılan “Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Efendi” isimli kitaptan öğrendik. 16. batından torunu olan Nizameddin Berin Taşan’ın kaleme aldığı bu eserde son derece ilgi çekici bilgilere rastlıyoruz. Kısaca bahsedelim:
Akşemseddin hazretleriyle de dostluğu olan Şeyh Abdurrahim Rumi’nin bu meşhur şiiri bazı ünlü edebiyatçılarımızı da çok etkilemiş, onlar da Hazretin bu beytini sık sık tekrarlayıp dururlarmış. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Nurullah Ataç bu beyti dillerinden hiç düşürmezlermiş.
Aynı kitapta bu bilgilerin kaynağının Milliyet gazetesinin yazarlarından Hasan Pulur olduğu da belirtiliyor. Ben de iş başa düştü diyerek, bu kaynakları, daha doğrusu Milliyet’teki Hasan Pulur’un yazılarını bulup okudum. Pulur, 19 Mayıs 1967 tarihli köşesinde, Nurullah Ataç’ın ölümünün onuncu yılı dolayısıyla yayımladığı yazısını şöyle bitiriyor: “Ataç’ın hafızasında -pardon belleğinde- birçok beyit varmış. Sık sık söylediği beyitlerden biri de şuymuş:
Tövbe yâ Rabbi! Hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime”
Bu yazıyı okuyan ve yukarıda adını verdiğimiz mutasavvıf şairin 16. batından torunu olan, aynı zamanda Sinop Cumhuriyet Savcı yardımcılığında da bulunan Berin Taşan, Pulur’a bir açıklama yazısı gönderiyor. Milliyet yazarı da 1 Haziran 1967 tarihli aynı gazetede bu yazıyı neşrediyor: “Beyitin Sahibi” başlıklı bu açıklama şöyle:
“Sayın Hasan Pulur;
Her gün, özellikle savcı ve hâkim meslektaşlardan aldığınız tekzip yazılarından sıkıldığınızı tahmin ettiğim için adresime bakıp mektubumu bir tekzip yahut tavzih yazısı olarak kabul etmemenizi rica ederim.
19 Mayıs 1967 tarihli sütununuzda, Nurullah Ataç’ın sevdiği, fakat hangi şaire ait olduğunu bilmediği bir beyitten bahsetmiştiniz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da Hayat Dergisi’nde yayınlanan hatıralarına, çok sevdiği fakat kime ait olduğunu bilmediği aynı beyitle başlamıştı. (Hayat: 1.1.1965)
Aslı,
Tövbe yârab hata yoluna gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
olan beyit on beşinci asırda yaşamış Merzifonlu şair Şeyh Abdurrahim Rumi’ye aittir. (Kaynak: Bursalı Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri Sahife 11)
Bu bilgiyi nereden edindiğimize gelince Şair Abdurrahim Rumi’nin on altıncı batından torunuyum. Eski edebiyatçıların sehl-i mümteni dedikleri bu güzel beytin 500 sene önce söylendiği de düşünülürse, belki şairini başka okuyucuların da merak edeceğini tahmin ederek bu mektubu yazdım.
Bu vesileyle selamlar, saygılar.”
Berin Taşan’ın, büyük ceddi Merzifonlu Abdurrahim Rumi hakkında yazdığı kitapta, bahsini ettiğimiz bu beytin kıt’a şeklinde şöyle kaydedildiğini görüyoruz:
İbtida kıldık kitâbe fazl-ı Bismillah ile
Zikrolunsun hem dahi tevhid-i Zâtullah ile
Tövbe yârab hata yoluna gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
Haydi diyelim ki ünlü romancımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu anladık. Peki ama dinle, imanla hiçbir ilgisi olmayan Nurullah Ataç’ın böyle bir dualı şiiri sık sık tekrarlaması çok garip, çok şaşırtıcı değil mi? Demek ki paslı kalplerin sahipleri ne kadar inkâr ederlerse etsinler derunlarında lemean eden iman kıvılcımlarını bir türlü söndüremiyorlar. İnkârdan bile ikrar çıkıyor.
Nerede, ne zaman aldığımı hatırlayamadığım bu kitapta şeyh Abdurrahim Rumi ile ilgili önemli mâlûmâta yer veriliyor. Yukarıda da belirtildiği üzere bu zat Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin’in yakın dostlarındandır. Bu dostlukları İstanbul’un fethinden sonra da devam ediyor. Ayasofya’da ve Edirne camilerinde yapılan dini ve ilmi sohbetlere birlikte katılıyorlar.
Bu yazıyı adı geçen kitaptan yapacağımız şu iktibasla bitirelim:
“Halk arasında dolaşan rivayetlere göre, Abdurrahim Rumi, İstanbul’un alındığı yıllarda ve Fatih’in daveti üzerine Akşemseddin’le birlikte Ayasofya’da Rum papazlarıyla dini münakaşalara girişiyorlar. Şekâik tercümesinde bu ve benzeri bilgilere yer veriliyor. Akşemseddin’in, Abdurrahim Rumi ile olan eski dostluğu dolayısıyla ondan Fatih’e bahsettiği ve istişare için Anadolu’dan davet edilen ulema arasında onun da bulunduğu anlaşılıyor.
1930-1938 yılları arasında Merzifon’da kaymakamlık yapan İbrahim Rüşdü Altıok, hiç gereği yokken Abdurrahim Rumi’ye ait mezarın yanından yol geçirme teşebbüsünde bulunuyor ve her teşebbüsü halkın direnmesiyle sonuçsuz kalıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında devrimciliği ve laikliği, tarihi anıtların üzerindeki eski yazıları kazımak, büyük zatların mezarlarını düzlemek zanneden bu kaymakam ve benzerleri, halkla devletin arasını açan bir takım üzücü olaylara sebep olmuşlardır.
Soyadı “Altıok” olan bir adamdan başka ne beklenir ki!...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.