EDISYON:

Prof. Mehmet Kaplan ve Osmanlıca dersleri

04:0022/09/2024, Pazar
G: 22/09/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Geçenlerde ziyaretine gittiğim bir arkadaşın bürosunun duvarında Osmanlıca bir beyit gördüm. Arkadaş, hocam, ben pek okuyamadım, lütfen okur musunuz, dedi. Okudum, şöyle yazıyordu: Durunca saatin kurması rakkas demez tık tık Geçen ömrün hitâmında ruha derler çık çık İbreti saatten, al acele ol işlerinde Yarın Hakk’ın huzurunda fâide vermez hık mık Ben de diyorum ki, dünkü medeniyetimizle yeniden tanışmak için hık mık demeden Osmanlı Türkçesini öğrenmek gerekiyor. 1950’li yıllardan itibaren liselerde


Geçenlerde ziyaretine gittiğim bir arkadaşın bürosunun duvarında Osmanlıca bir beyit gördüm. Arkadaş, hocam, ben pek okuyamadım, lütfen okur musunuz, dedi. Okudum, şöyle yazıyordu:

Durunca saatin kurması rakkas demez tık tık

Geçen ömrün hitâmında ruha derler çık çık

İbreti saatten, al acele ol işlerinde

Yarın Hakk’ın huzurunda fâide vermez hık mık

Ben de diyorum ki, dünkü medeniyetimizle yeniden tanışmak için hık mık demeden Osmanlı Türkçesini öğrenmek gerekiyor.

1950’li yıllardan itibaren liselerde Osmanlıcanın okutulması için, bu ülkenin gerçek aydınları yol gösterici yazılar yazdılar. Bunlardan birini Ruhi Çınar imzasıyla Ağustos-Eylül 1956 tarihli Bilgi’de yayımlanan bir yazıyı aşağıya alıyorum. “Liselerde Osmanlıca Okutulması Hakkında Bir Teklif” başlıklı bu makalede şöyle deniliyor:

“Prof. Mehmet Kaplan Pedagoji Cemiyeti’nin 8 Ağustos 1956 tarihinde Galatasaray Lisesinde toplanan V. Kongresinde edebiyatın gençlik üzerindeki tesirlerinden bahsederken liselerde Osmanlıca okutulması hakkında bir teklif ortaya attı. Gariptir ki, bu fikir bazı gençler tarafından hararetle karşılandığı halde bazı yaşlılar tarafından şiddetle tenkit edildi. Gazeteler konuşmanın bütününü göz önüne almadan birkaç cümleyi naklettikleri içim teklif alışılmış basmakalıp kanaatlere göre hüküm verenlerce yadırgandı.

Prof. Kaplan’ın teklifi kültür hayatımızı çok yakından ilgilendiren bazı meselelere temas ediyor. Onu mucip sebepleriyle tanıtmak için konuşmanın bir hülasasını okuyucularımıza vermeyi faydalı bulduk.

Tanzimat’tan Cumhuriyete kadar gelen nesillerin tarih ve eski kültürlere temaslarını muhafaza ettiklerini belirten hatip, bugünkü neslin Cumhuriyetten öncesini yakından tanımadığını, bundan dolayı Türk milletini yaşatan kıymetler hakkında kaynaklardan beslenen köklü fikirlere sahip bulunmadığını ve bunun milli duygunun temeli olan tarih şuurunu azalttığını ileri sürerek mazi ile alakanın kesilmesinde en mühim âmilin mekteplerde takip edilen yanlış dil terbiyesi olduğunu söyledi. Prof. Mehmet Kaplan’a göre bin yıllık İslam-Türk medeniyeti Asya’da geçen Bozkır medeniyetinden daha yüksek bir merhale teşkil eder.

Türkler bu devre zarfında en yüksek medeniyetlerden biri olan İslam medeniyetini benimsemiş ve onun içinde dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuştur. Osmanlıca dediğimiz dil işte bu bin yıllık tarihin mahsulüdür. Mühim olan bu dilin kendisi değil, o dil ile Türklerin vücuda getirmiş oldukları eserlerdir. Fuzuli, Bâki, Nedim, Nef’î, Şeyh Galip, Naima, Evliya Çelebi ve daha başka Türk şair ve edipleri, hatta Tanzimat’tan sonra yetişen büyük şahsiyetler Namık Kemal, Cevdet Paşa, Ziya Paşa, Abdülhak Hamid, Halid Ziya, Ziya Gökalp hep bu maziden gelen kültür dili ile yazmışlardır. Atatürk dahi Büyük Nutkunu bu dil ile söylemiştir. Bütün bu eserlerde bizim tarihimizin mânâsı saklıdır. Milli şuur ile yetişmesi istenilen bir Türk genci bunları okumak ve anlamak mecburiyetinde değil midir? Onun bunları okuması ve anlaması için Osmanlıca bilmesi şarttır. Osmanlıca bilmeyen bir genç için bu kitaplar ve onlarda saklı olan fikirler âdeta mevcut değildir.

1876, 1908, 1923 inkılaplarını yapan nesillerin büyük hürriyet kahramanı Namık Kemal’in eserleriyle beslendikleri için idealist ve aktif olduklarını söyleyen Prof. Mehmet Kaplan, bugünkü neslin onu sadece bir isim olarak tanıdığını, bundan dolayı içinde hürriyet heyecanının ve fikrinin sönük olduğunu ileri sürdü.

Profesöre göre, gençlerde tarih ve din duygularının zayıf olması da eski kültürle alakasının kesilmiş bulunmasının bir neticesidir. Çünkü onlar bu duyguları besleyen eserlerle doğrudan doğruya temasa geçemiyorlar.

Liselerde kültür dili öğretilecek yerde öz Türkçe denemeleri yapılması daha başka neticeler de doğurmuştur. Üniversiteye gelen gençler yüksek tedrisat ve ilmi neşriyatta kullanılan dili bilmedikleri için çok vakit kaybediyorlar, zayıf kalıyorlar ve kendilerine tavsiye edilen eserleri okuyamıyorlar. Prof. Kaplan’a göre lise talebeyi her şeyden önce yüksek tedrisata hazırlamalı, orijinal fikirler için bir deneme tahtası olmamalıdır. Lise mezunu gençler sadece maziye ait eserleri değil, bugün yazılan kitapların dilini de anlamıyorlar. Üniversitede bir seminerde Peyami Safa’nın bir romanını tahlil ederken, gençlerin bu romanda geçen pek çok kelimenin mânâlarını bilmediklerini gördüm. Bir hukuk talebesi ‘hocalarının tedris ve kitap dillerini anlamadıkları için sınıfta kaldıklarını söyledi’ diyen hatip ‘sade Türkçe ve öz Türkçe ideali ile kültür dilinin öğretilmesi birbirine karıştırılıyor’ diyor ve şöyle ilave ediyor:

* Bir genç Osmanlıca öğrenirse Osmanlıca yazar sanılıyor. Bu, tamamen yanlış bir fikirdir. Bugün sade ve öz Türkçe yazan, hatta bu üslubu icad edenlerin hepsi de Osmanlıcayı bilirler. Gençlere eski dili öğretmemekle onların bin yıllık mazimize ve halihazırımıza pek çok kıymetli eserden faydalanmalarına mâni oluyoruz. Öyle bir nesil yetiştiriyorsunuz ki, onun milli mazi ile hiçbir ilgisi kalmıyor. O, sadece hali hazırda kendi basit diline uyan yazıları okuyor ve onunla yetiniyor. Ne Fuzuli, ne Nedim, ne Namık Kemal, hatta ne de Büyük Nutkun müellifi Atatürk. Yalnız Orhan Veli, Nurullah Ataç, Sait Faik…

Bu şahısların değersiz olduklarını iddia etmiyorum. Aydın bir Türk, zamanının edebiyatını da bilmelidir. Fakat milletini asırlar boyunca yoğuran ve şekillendiren büyük eserleri de tanımalıdır. Aksi takdirde o, tarihin ruhu ile münasebetini kesmiş, milli köklerden kopmuş olur.

Bu hülasadan da anlaşılacağı üzere, Prof. Kaplan Osmanlıcayı bugün diriltmek, yazı dili haline getirmek gibi tarihin akışına aykırı bir iddiada bulunmuyor. O, Osmanlıcaya mazinin kapılarını açan bir anahtar gözüyle bakıyor. Bugünün gençleri Osmanlıcayı öğrenmekle yaşayan yazı dilini de daha iyi öğrenmiş olacaklardır. Zira yaşayan dilde maziden gelen binlerce kelime vardır.

Prof. Kaplan, Osmanlıcanın güç olduğunu söyleyenlere ‘Almanca, İngilizce, Fransızca öğrenmek kolay mıdır?’ diye soruyor ve dil güçlüğünün düşünceyi daha iyi geliştirdiğini, bir gencin ancak kendisine yabancı gelen metinle karşılaştığı zaman dil şuuruna sahip olduğunu ileri sürüyor.

Mânâsı derhal anlaşılan sözler ve yazılar üzerinde düşünce kayar gider, dilin farkına bile varmaz. Mânâsı anlaşılmayan kelimeler insanı durdurur ve düşünceyi harekete getirir. Osmanlıcanın kültüre faydasından başka terbiyevi faydası da vardır diyor.

Gazeteciler nedense Prof. Kaplan’ın bu fikirlerinden hiç bahsetmeyerek sadece dikkat çekecek birkaç cümleyi almakla yetinmişlerdir. Fikirlere karşı saygının zayıflığını gösteren bu durum karşısında tebliğ sahibinin okumayan veya okuduğun anlamayan, dinlemeyen yahut dinlediği üzerinde kafa yormayan insanların milleti aydınlatamayacağından şikâyet etmesi de herhalde yerindedir.”

Kaplan Hocanın bu tavsiyelerine o zamanlar kulak verilmiş olsaydı kültür dünyamızda muhakkak büyük ilerleme kaydedilirdi. Ruhu şad olsun.

#Aktüel
#Tarih
#Dursun Gürlek

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.