Bir gazetecilik başarısı: Sessizliğin ardına sızmak...

04:0016/11/2025, Pazar
G: 16/11/2025, Pazar
Ersin Çelik

Bugüne kadar çok sayıda tanık konuştu, haberler yazıldı, raporlar yayımlandı. Medya, akademisyenler ve insan hakları örgütleri, Çin’in Doğu Türkistan’daki baskı politikalarını duyurmaya çalıştı. Ancak bütün bu dikkat çekme çabasının içinde büyük bir eksiklik vardı: Uygurların yaşadığı mahallelere girip gerçeklerin fotoğrafını çekebilen bir gazeteci çıkmamıştı. Çin, izin verdiği “turistik koridorlar” dışında hayata dair hiçbir alanı göstermiyor, Doğu Türkistan’a giden yabancılar kurgulanmış bir sahneden

Bugüne kadar çok sayıda tanık konuştu, haberler yazıldı, raporlar yayımlandı. Medya, akademisyenler ve insan hakları örgütleri, Çin’in Doğu Türkistan’daki baskı politikalarını duyurmaya çalıştı. Ancak bütün bu dikkat çekme çabasının içinde büyük bir eksiklik vardı: Uygurların yaşadığı mahallelere girip gerçeklerin fotoğrafını çekebilen bir gazeteci çıkmamıştı.
Çin, izin verdiği “turistik koridorlar” dışında hayata dair hiçbir alanı göstermiyor, Doğu Türkistan’a giden yabancılar kurgulanmış bir sahneden ötesini göremiyordu.
Yıllardır süren bu enformasyon karartmasının örtbas ettiği tablo netti:
Çin rejimi kadim Türk şehirlerini bir sosyal dönüşüm laboratuvarına çevirmiş, dış dünyaya ise sadece izin verdiği vitrini sunmuştu.
“Kültürel Merkez” adıyla sahnelenen gelenekler, s
et gibi tasarlanan sokaklar, dekor olarak kullanılan yaşlılar, turistlere “göstermelik” ibadetler…
Hepsi kontrollü bir illüzyonun parçasıydı. Bir ay öncesine kadar, dünyanın Doğu Türkistan’a dair gördükleri büyük ölçüde bunlardan ibaretti.
Sonra bir gazeteci sessiz, emin ve cesur adımlarla Gulca’ya ayak bastı.
Taha Kılınç, Kaşgar’da bir pilavcıda notlarını tutarken. Yolculuk boyunca böyle 50 sayfa kaleme alan yazar, defterine Çin tarafından el konulması ihtimaline karşı da tüm sayfaları tek tek fotoğraflayarak dijitale taşımış. (Fotoğraf: Taha Kılınç, s.241.)

***

ARKA SOKAKLARDA BİRİ VAR
Kitaplarını ve yazılarını dikkatle takip ettiğim, meslektaşım ve dostum
Taha Kılınç, büyük bir cesaretle Çin’in bütün kontrol mekanizmalarını aşarak Doğu Türkistan’ın yıllardır haber alınamayan sokaklarına girdi.
İzleri silinen camileri buldu, mezarlıkların yok edilmiş parçalarını takip etti, mazlum insanlarla fısıltı düzeyinde de olsa konuştu, pazar yerlerine ve
Uygurların her an gözetim altında tutulan semtlerine ulaştı.
İnsanların tutulduğu kampları gördü,
polisi, kameraları, kimlik kontrollerini atlattı
. Taha Kılınç, sekiz gün boyunca bölgedeki bütün şehirlere giderek gördüklerini bir tarihçi titizliğiyle kaydetti. Her anı not edilen ve kayda alınan tanıklıklar,
Kayıp Coğrafyanın İzinde / Doğu Türkistan Seyahatnamesi
ismiyle hacimli bir kitaba dönüştü ve geçtiğimiz ay Ketebe'den yayımlandı.

***

HARİTALARIN GÖLGESİNDE HAZIRLIK
Bu kitap yalnızca sahada yaşananların değil, yolculuk öncesindeki büyük emeğin de belgesi. Taha Kılınç, Doğu Türkistan’a gitmeden, haftalarca şehir planlarını çalışmış,
yıkılmış camilerin eski konumlarını arşivlerden tespit etmiş, mezarlıkların izini uydu görüntülerinden sürmüş.
Tarihi yapılar yıkılarak park, otoban ya da siteye dönüşmüş olsa da yerlerini çevredeki diğer izlerden tespit edebilmiş. Nitekim kitabın ilk sayfalarında şu bilgiler yer alıyor:
“Korgas’ta üç büyük Müslüman mezarlığı vardı… hepsi duvarlarla çevriliydi ama uydu görüntülerinde mezar taşlarına kadar seçiliyordu.” (s.48)
Zaten bu tafsilatlı hazırlık sayesinde,
yolculuk sırasında karşılaştığı “yeni yapılar” Kılınç’ı hiç şaşırtmıyor.
Çünkü bir
cami minaresinin gölgesini uydu fotoğraflarından fark eden bir göz
sahada yanılmaz. Taha Kılınç, şahidi olduğu yok etme politikasını şöyle aktarıyor:
“Kubbe ve minarelerin yok edilmesi, Çin’in özellikle son on yıldır yoğunlaştırdığı bir uygulamaydı.” (s.48)

***

ANLIK ETKİLEŞİME DİRENMEK
Taha Kılınç’ın, yoldaşı Hulusi Yiğit ile çıktığı seyahate ne kadar kilitlendiğini gösteren en çarpıcı detaylardan biri ise bence şudur:
Günlerce süren yolculuk boyunca yüzlerce fotoğraf çekmiş olmasına rağmen tek bir kareyi bile sosyal medyada paylaşmadı
. Facebook’u etkin kullanan bir gazeteci olarak kendini sessize aldı. Bugün çoğu gazeteci böyle bir yolculukta elindeki ilk görüntüyü paylaşmak için sabırsızlanır. Ancak
Kılınç, Çin’e karşı sessiz kalmayı, sabretmeyi ve gördüklerini biriktirmeyi seçti.
Çünkü elindeki bilgi kırıntıları anlık etkileşimi değil, tarihe bırakılacak tanıklığı hak ediyordu. Bu da artık
nadir görünen bir gazetecilik disiplini aslında: Anı değil, anlamı kayda geçirmek...

***

DOĞU TÜRKİSTAN’IN ZİHİNSEL HARİTASI
Kitap sadece bir seyahatname değil,
Doğu Türkistan’ın zihinsel, tarihi, coğrafi ve siyasi haritasını yeniden kurgulayan bir çalışma
aynı zamanda. Titizlikle ortaya çıkan bu harita sayesinde okurlar; Korgas’tan Hoten’e, Kaşgar’dan Turfan’a şehirlerin yıkılışını ve dönüştürülüşünü adım adım görebiliyor. Mesela Taha Kılınç, Aksu’da 2019’daki yıkımı anlatırken şöyle diyor:
“Buldozerler kabirleri dümdüz ederken, Uygur hafızasının en önemli şairlerinden Lütfullah Muttalib’in kemiklerinin akıbeti hâlâ belirsiz.” (s.79)
Bu bilgi ve yerinden gözlem cümlesi bile,
Çin’in bir halkın hafızasını nasıl yok ettiğini gösteriyor.
Kitabı okurken beni en fazla etkileyen gözlem ve sahne; Taha Kılınç ile yoldaşı Hulusi Yiğit’in tarihi Hoten şehrindeki Cuma Camii’nde cuma namazı kılamamaları ve camiye girmelerine icazet verilen yaşlı uygurların, namazdan önce Çin’e bağlılık yemini ettikleri anlar oldu.

***

ÇİN’E ESİR DÜŞMÜŞ CAMİLER
Taha Kılınç’ın Doğu Türkistan şehirlerine dair
tanıklıkları, insanın yüreğini burkan sahnelerle dolu:
* Hoten’de cuma namazı kılacaklardan Çin’e bağlılık yemini isteniyor.
* Urumçi’de camiler açık görünse de ibadet etmek imkansız.
* Gulca’daki tüm camiler kapalı.
* Yarkent’teki camiler müzeye dönüştürülmüş.
* Tuyuk’ta son ezan 2015’te okunmuş.
* Kaşgar’da sakallı yaşlı sayısı üçü geçmiyor.
* Sokaklarda tek bir başörtülü ve tesettürlü kadın yok.
Gulca’da zincire vurulmuş bir camiyi görünce şu cümleyi kuruyor Kılınç:
“Müslüman mahallesinde, esir düşmüş bir mabetti karşımıza dikilen.” (s.72)

***

TEK BİR TESETTÜRLÜ KADIN YOK
Doğu Türkistan’ın sokaklarında gezerken Taha Kılınç’ın dikkatini en fazla çeken manzara,
Müslüman kadınların giyimlerine getirilen yasak oluyor.
Gulca’da saatlerce dolaşmalarına rağmen İslâmî ölçülerde örtünmüş tek bir Müslüman kadına rastlamadıklarını söylüyor.
Sokaklarda görünen kadınların büyük kısmının başları tamamen açık.
Kılınç, kısmen örtünenlerin ise kulak, küpe ve boyunlarını açıkta bırakan
“kundak bağlamak”
tarzı bir örtünmeye mecbur edildiğini anlatıyor. Resmi rakamlara göre
en az 200 bin Müslümanın yaşadığı bir şehirde tek bir mütesettir kadına rastlamamak,
bunun bir tercih değil siyasi baskı olduğunu gösteriyor. Kitabın sayfaları arasında Doğu Türkistan sokaklarını adımlarken benzer manzara, Kaşgar’da ve diğer şehirlerde de karşımıza çıkıyor. Taha Kılınç, bütün bu sahneleri aktırdıktan sonra şu can alıcı tespitini yapıyor:
“Bir İslâm şehrinde sokakta bir tane bile örtülü kadın yoksa, burada başörtüsüne ve tesettüre yönelik ağır bir siyasi baskı vardır.” (s.116)
***
ÖLÜMÜ BİLE SUÇ SAYAN SİSTEM
Çin rejimi sadece ibadeti değil,
ölümü ve ölüye dair ritüelleri bile suç haline getirmiş.
Müslümanların mezarlık ziyaretleri yasak.
Kabir başında el açmak, dua etmek suç.
Çünkü kameralar mezarlıklara girip çıkan herkesi izliyor. Bu yüzden mezarlıklarda kimse yok. Sadece sessizlik var. İnsanı dehşete düşüren satırları okurken Taha Kılınç’tan şu ağır cümle geliyor:
“Cenaze törenine katılmak ve okunan Arapça duaya eşlik etmek bile bir suç sayılıyor.” (s.189)
***
SOKAĞA TAŞAN YASAKLAR LİSTESİ
Doğu Türkistan’da sıradan hayat bile suç.
Çin öyle yasaklar getirmiş ki, “Nasıl olur” diyorsunuz.
Ancak çoktan uygulamaya geçilmiş bile. Kılınç’ın sahada gördüğü yasaklara dair gözlemlerinden bazıları şöyle:
* Marketlerdeki ve gıda tezgahlarındaki bıçaklar zincire bağlı.
* Evlerde fazla yiyecek bulundurmak yasak.
* Fazla yorgan ve yatak bulundurmak şüpheli.
* Halat, çadır, dambıl, pusula bile almak yasak.
* Benzin istasyonuna araç içinde sadece şoför girebilir.
* Türkçe, Arapça öğrenmek suç.
* Evde misafir ağırlamak mümkün değil.
Taha Kılınç’ın şu gözlem ve aktarımları Uygur Türklerinin, gündelik yaşamlarının da nasıl bir zulüm altında geçtiğini sarsıcı şekilde gözler önüne seriyor:
“Çin’in o sıkça söz edilen ‘kitlesel izleme’ (mass surveillance) mekanizmasıyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyordu. Çin, Doğu Türkistan’ı -ve diğer bölgelerdeki şehirleri de- hem kameralarla hem de kullanılan cihazlardaki online ve elektronik izleme programlarıyla sürekli takip altında tutuyordu. İnsanların sadece fiziksel hareketleri değil, aynı zamanda günlük alışkanlıkları, dini yönelimleri ve temas kurdukları kişiler de izleniyordu. Hatta Doğu Türkistan şehirlerinde, tüketilen elektrik ve yakıt miktarı ‘normalin üstünde’ olduğu takdirde insanlara çeşitli yaptırımların uygulandığını bile okumuştum.” (s.47)
Yani bir Uygur için fazla elektrik bile suç!
***
İSLÂM’I ÇİNLİLEŞTİRME SİYASETİ
Çin baskısı altındaki Türklerin yaşadıkları şehirleri 8 gün boyunca dolaşan Taha Kılınç'ın şu sorusu hayli sarsıcı:
“Hiç ezan duymadan, camiye gitmeden ve cemaatle namaz kılmadan büyüyen Müslüman çocuklar dini ve milli kimliklerini nasıl muhafaza edecek peki?” (s.72)
Bu soru,
Çin’in sadece bugünü değil geleceği de hedef aldığını gösteriyor.
Müslüman bir toplumun dini yaşantısı, kültürel hafızası, dili, mezarlıkları, ibadet mekanları, ritüelleri ve gündelik alışkanlıkları… Hepsi Çin tarafından sistematik yöntemlerle ortadan kaldırılıyor. Okuyunca anlıyoruz ki, uygulamalar yalnızca bir baskı değil.
Çin’in “Yeniden Eğitim Projesi” olarak tanımladığı, bir toplumu hücrelerine kadar çözme, yeniden şekillendirilme ve nihayetinde İslamı Çinlileştirme siyasetinden başka bir şey değil.
***
ARTIK İNKAR OLUNMAYACAK
Kitabı kapatırken bir meslektaşı olarak şunu samimiyetle ifade etmek istiyorum:
Taha Kılınç, yıllardır kimsenin yapamadığını yaptı. Çin’in saklamaya çalıştığı gerçekleri, riskler alarak indiği sahadan çekip çıkardı.
Gördü, yazdı, belgeledi. Bundan böyle Uygurlarla ilgili konu açıldığında;
“Hiçbir problem yok”, “Hepsi çok mutlu” ve “Çin terörle savaşıyor” gibi iletişim soslu savunmalar yapılamayacak.
(s.47) Bu kitap, bizlere de Doğu Türkistan’daki zulme dair söyleyecek sözler, kurabilecek cümleler inşa etti. Taha Kılınç'ın ne kadar mühim bir işe imza attığını ise
Ketebe’den yayımlanan kitabın bir ayda 4 kez baskı yapması ile tescillenmiş oldu.
Yazıyı, müellifin Doğu Türkistan topraklarından dönüş yolundaki duygularıyla noktalamak istiyorum:
“Arkamızda nice dramı ve acıyı bırakarak ayrılıyorduk Doğu Türkistan’dan. Yıllar boyunca duyduğumuz, dinlediğimiz ve okuduğumuz şeyleri yerinde görüp gözlemlemiştik. Vakıa, inkâr olunamayacak biçimde ortadaydı. Şimdiye kadar ilme’l-yakîn olarak işittiklerimiz, artık ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn şuurumuza kazınmıştı.” (s.244)
Ketebe Yayınları’nın okurlarla buluşturduğu kitap büyük ilgi görüyor. Eser, bir ay içerisinde 4. baskısını yaptı.
#Gazetecilik
#Edebiyat
#Taha Kılınç
#Ersin Çelik
#Tarih