Koca Adam, merhaba!

04:0020/10/2024, Pazar
G: 21/10/2024, Pazartesi
Ersin Çelik

Eğer Yahya Sinwar’a bir mektup yazsaydım, kendisine nasıl hitap ederdim acaba? Hiç görüşmemiş olsak da… Olsun. İnsanlar yıllar boyunca kelimelerle tanıştı, kelimelerle hasret giderdiler. Dünden beri bu soru zihnimde dönüp duruyor: İmkân bulsaydım, Şehit Yahya Sinwar’ı hangi kelimeyle kucaklar, ona nasıl hitap ederdim? Nereden estiğine gelecek olursak… Sadece ayaklarımızın değil, ruhumuzun da “Kudüs gücü”ne çok fazla ihtiyacı olduğu zamanlardayız. İzzetimizin, onurumuzun ve büyük Filistin davamızın

Eğer Yahya Sinwar’a bir mektup yazsaydım,
kendisine nasıl hitap ederdim acaba?
Hiç görüşmemiş olsak da… Olsun. İnsanlar yıllar boyunca kelimelerle tanıştı, kelimelerle hasret giderdiler.
Dünden beri bu soru zihnimde dönüp duruyor: İmkân bulsaydım,
Şehit Yahya Sinwar’ı hangi kelimeyle kucaklar, ona nasıl hitap ederdim?

Nereden estiğine gelecek olursak…

Sadece ayaklarımızın değil,
ruhumuzun da “Kudüs gücü”ne çok fazla ihtiyacı olduğu zamanlardayız.
İzzetimizin, onurumuzun ve büyük Filistin davamızın son komutanı en ön safta göğüs göğüse savaşırken şehit düşmüştü.
İşte böylesi bir boşluk hissiyle,
Rami Kütüphanesi’nin salonundan girdiğimde Necip Evlice ağabey boynunda Filistin kefiyesi kürsüde konuşuyor,
dostlarının, Nuri Pakdil’e gönderdiği mektupları anlatıyordu.
Bir an telefonumu tümden kapatmam gerektiğini düşündüm ve öyle de yaptım. Dakikalarca dinledim. Necip ağabey, “
Uzatıyorum hakkınızı helal edin ancak şuna da değinmek gerek”
dediğinde salona dikkat kesildim. Kimseler, “uzattın” dercesine bakmıyordu oysa. İçten içe sitem ettim.
Nedir bu; sayfalara sığmayacak anıları, onlarca yılı, asırlık çınarları ve belki de bir daha duyamayacağımız anlatıları dakikalara sığdırma telaşı?
Neyse ki uzattı da şu çok mühim bilgiyi nakletti Necip ağabey: Fethi Gemuhluoğlu 28 Mart 1961’de Nuri Pakdil’e gönderdiği mektuba
“Koca adam, Merhaba!”
hitabıyla başlamış. Pakdil de aynı cümleyle mukabele etmiş: “Koca Adam, Merhaba!”
Akşam eve gelince dikkatimi çekti, Pakdil, cevap mektubunda ‘Adam’ı büyük harfle yazmış. Gemuhluoğlu, kendisinden 12 yaş büyük. O tarihte Pakdil 27 yaşında.
Büyük ‘A’ harfinin inceliği, bu büyüklüğe hürmeten olsa gerek.
Ve elimde o kitap var şimdi:
“KOCA ADAM MERHABA”
Sayfalarında kayboldum desem yeridir. Bir nefeste yarılayınca Ketebe Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Furkan Çalışkan’ı bir kez daha mesajla tebrik ettim:
“Yılın edebiyat eylemini gerçekleştirmişsiniz.”
Kalemini yer yüzündeki zulüm ve adaletsizlikleri sona erdirmeye adamış, sadece ve sadece Müslümanların devrimci mücadelesini şahlandırmak için yazmış,
düşünce ikliminin merkezine 81 yaşındayken gidebildiği Kudüs’ü koymu
ş Nuri Pakdil gibi büyük aksiyon adamının
kitapları artık Ketebe’den yayımlanacak.
Geride kalmak üzre olan
"2024’ün edebiyat eylemi”, bu yeni adres olabilir elbette.
Fakat o çok değerli
mektupların ilk defa gün yüzüne çıkması, büyük bir edebiyat olayı değilse de nedir?
Pakdil’in, yakın ve uzak diyarlarda yaşayan, birçoğu ile henüz yüz yüze tanışmadığı, şehirlerde hatta kasabalarda yayımlanan dergilerden, şiirlerinden ve yazılarından haberdar olduğu dertli insanlardan aldığı mektuplardan söz ediyorum. Necip Evlice, kendisine emanet edilen mektupları büyük bir titizlikle ve tarih sıralamasına göre tasnif ederek,
ellili yıllardan 2000’lere çok farklı ve edebiyat inceliğinde bir Türkiye okuması yapma imkânı sunuyor.
Peki bu elli yılda neler var? İşte beni böylesine coşturan da
her sayfasında karşıma çıkan dava adamlarının, henüz yolun başlarındayken düşünce dünyalarının nasıl şekillendiğini görmek oldu.
Saf, samimi ve içten cümlelere kapılmamak elde değil. Mehmet Şevket Eygi, Selim İleri, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Enis Batur, Behçet Necatigil, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Akif İnan, Fethi Gemuhluoğlu ve de Sezai Karakoç’a uzanan;
her yaştan, her meslekten, her düşünceden ve her meşrepten 120 farklı kişinin gönderdiği mektupları
elbette bu yazıya sığdıramam.
Ancak, 70 yıl önce yazdığı mektuplarda bile çağın ilerisine seslenen
Sezai Karakoç’a özel parantez açmak
gerekiyor.
“Diriliş” düşüncesinin hayalden, gayrete, İslam’ı fikir ve sanatla da yaşama-yaşatma idealizmden mutat çıkan bir dergiye,
zamanla da nasıl bir okula dönüştüğünü merhum Sezai Beyin henüz yüz yüze görüşemediği Nuri Pakdil’e yazdığı mektuplardan öğreniyoruz. O mektuplarda
öyle özel bilgiler, haller, bunalımlar, arayışlar, feveranlar, çığlıklar var ki,
Sezai Karakoç’un; kendisini, çağını, çağdaşlarını ve kaleminin ulaştığı herkesi
İslam düşüncesi temelinde nasıl inşa ettiği çok yalın görülebiliyor.
Sezai Bey, 18 Temmuz 1960’ta askerdeyken ve cebinde tek kuruş parası yokken yazdığı mektupta Pakdil’e,
“Şimdi azizim; Diriliş’in çıkması lazım. Hem de geniş çapta, zengin ve hareketli çıkması lazım”
diyor.
Mektuplar arasında şu da var ki, Karakoç, 1 Kasım 1960’ta gönderdiği mektupta 27 Mayıs darbesinin etkisini ve Türkiye’nin o günlerdeki çoraklaşan fikir iklimini özetliyor
“Siyaset çok çirkin, faydasız bir yol. Yine fikre ve sanata dönmeli. İnsanların gönlü ve gözü kinden kararmış. Umutsuzluktan yanmış. Çağımıza mahsus bir melankoli sarmış kafaları, ruhları. Bunlarla savaşmak gerek. Biraz umut, aydınlık, acıma ve sevgi getirmeli. Ama bunlar yeni olmalı. Ölmeyen, hep yenilenen değerlerden yeni bir buketle çıkmak gerek insanlığın karşısına. İlkin ferdi melankolilerimizi yenmeliyiz. Bir eser ortaya koymalıyız. Anıt gibi, heykel gibi olmalı. Çağın kafasını koymalı ortaya. Herkes bunu kabul etmeli. (…) Biz şimdi fikrin ilk hür kültürünü kuralım. Aramızdan şairler, fikir adamları, ahlakçılar, tarihçiler, filozoflar, veliler çıksın. Biz yalnız buna bakalım! Günlük ve çirkin realiteyi bırakalım. Her gün yeni bir olaya takılıp kalırsak -ki üç yüzyıldayız hep bunu yaptık- hiçbir zaman işin künhüne eremeyiz.”
(s.48)
Sezai Bey bu arada ardı sıra mektuplarında Nuri Pakdil ve arkadaşlarına Maraş’ta, siyasetle ilgisiz, fikir ve edebiyat gazetesi çıkarmalarını tavsiye ediyor. “Ben size yardım ederim” diyor ve ekliyor:
“İddiasız bir belge ve malzeme ocağı olsun.”
14 Mayıs 1963’te ise
“Dili Pâk arkadaşım”
diye başlayan mektubunda İstanbul’da dergi çıkarmak için her gün toplandıklarını lakin her gece farklı bir karar verdiklerini haber verip, doğumun sancılarını aktarıyor.
VE ‘DİRİLİŞ’İN İLK MUŞTUSU!
1 Şubat 1966:
“Ufak bir kımıldanma var; ufukta bir kızartı. Bir dergi çıkarmanın ve birkaç kitap basmanın imkanına kavuştuk gibi bir şey. Yarı yolda kalmazsak ve iş ateş alır, tutuşursa, yollar açıldı,
tokmaklaşan kar eridi ve çelik buz kırıldı demektir
inşallah.”(s.92)
Sezai Karakoç,
10 Mayıs 1966’da ise bir ay önce ilk sayısı yayımlanan Diriliş’in
oluşturduğu etkiyi ve Nuri Pakdil’in Maraş’ta yaptığı büyük kampanyanın katkısını şöyle dile getiriyor:
“Derginin çıkma azmi, tamamen senin çalışmalarından geliyor. Maraş, düşünce alanında da kurtarıldı demektir. Ankaraya da çalışmalarımızla kök saldık.
Kalkmamacasına bir pençe attık. Mülkiyeyi ta kalp bölgesinden kuşattık. Yenimahalleyi, Fujiyama gibi yanardağladık.
Yüreklerimiz gibi lavla yıkadık. Sağ ve var ve diri olun.”
Nuri Pakdil’e gönderilen mektuplar ne birer acı-tatlı hatıra, ne kişisel anı
ne de sadece yaşanmışlık notlarıdır.
Bu mektuplar; düşüncenin, inancın, idealizmin mürekkebe bulanmış ve
“Dava Delisi Kerimlerin” el yordamıyla
1950’lerden günümüzde ulaştırılmış,
dostları bir hamur gibi yoğurma ve pişirme reçeteleridir.
Kim için derseniz; yapay zekaya teslim olmanın arifesindeki ve her geçen gün
insansızlık ikliminde çoraklaşan bizler için derim.
Kitabı okursanız bana hak vereceğinizden eminim.
Yazıyı Yahya Sinwar'a bir mektubun girişi niyetiyle bitireyim:
"Büyük Komutan, merhaba. Cesaretin sadece İsrail'i değil tüm Batı'yı titretiyordu, şehadetin; orduların, devletlerin ve sıralı liderlerinin karşındaki acziyetlerini yerlere serdi. Biz çaresizlere izzet ve şeref kattın."
#Yahya Sinvar
#Kudüs
#Filistin