
Mevsimlerini biriktiren insanlar var mı hâlâ hafızasında? Mesela güzleri? Hani kır çiçeklerini kitapların arasında kurutan insanlar vardı ya eskiden, onlar gibi… Hep aynı şey sanıyoruz sanki biz artık bütün mevsimleri; yazlar birbirinin aynı, kışlar birbirinin aynı! Olur mu hiç! Her günün, her ânın kendi hikayesi varken, nasıl bütün baharlar birbirinin aynı olsun, bütün güzler bir öncekini tekrarlasın? Birçok şey var hayatın dokusunu ören, anlamını dokuyan, hikayesini yazan; birçok değişken, birçok yol ayrımı... Aslında mevsimlerden çok bizim benzersiz hikayemiz bu! Mevsimlerin bize söylediklerine bigâne kalmışsak eğer; aslında neyi nasıl yaşadığımızdan, neyin içinden geçtiğimizden, nelerin parçası olduğumuzdan, nelere dokunduğumuzdan ve nelerin bize dokunduğundan bîhaberiz demektir.
“Sanki güz ortasında bir ağacın dört bir yanından yapraklar dökülüyordu da ağaç bunun farkına varmıyordu; ağacın üzerinden yağmur aşağılara süzülüyor, güneş ya da ayaz üzerinden gelip geçiyor, yaşam yavaş yavaş gerileyerek ağacın en iç kısmında alabildiğine dar bir bölgeye sıkışıyordu. Ama ağaç ölmüyor, ağaç bekliyordu” diye yazmış Herman Hesse, ‘Demian’ isimli kitabında.
“Yaprakları dökülünce sadece ağaçlar çıplak kalmıyor” dedi merakla kendini dinleyen delikanlıya yaşlı adam, “hayatın bütün süsü, boyası da dökülüyor ve her şey en gerçek, en ibretlik, en çıplak yüzüyle görünür hale geliyor.”
Güz mevsiminin insana neden hüzün verdiğine dair mutlaka aklınızdan bir şeyler geçirmişsinizdir. Öyledir, belli belirsiz mahzun eder insanı. Ama yıkmaz, tarumar etmez, pek fazla kıymaz bize. Aksine, bir derinlik katar içimize; bir sükûnet haline geçeriz ister istemez güz kapımıza gelince. Hayatın fani yüzü vakur ve mütebessim ifadesiyle bakıp durur yüzümüze. Sararıp dökülen yapraklar dünya hayatının hakikatine dair efkârlı mısralar yazar mevsimler güncesine. Unuttuğumuz, unutmayı istediğimiz, unutmaya meyyal durduğumuz şeyleri hatırlatır bize. Ama acımasızca ve hoyratça değil; lodosa ayarlı şefkatli, muhabbetli dokunuşlarla. Bizim dünyamızda her şey kendi sonuna doğru yürümekte ya; biz unutmaya çalıştıkça hazan mevsimi gelir, hatırlatır bu gerçeği bize.
Herman Hesse’nin aynı kitabından bir paragraf daha alalım: “Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır. Hiçbir insan yüzde yüz kendisi olamamıştır, ama yine de herkes gücü yettiğince ilerler bu yolda, kimi biraz daha gözü açık kimi biraz daha gözü kapalı. Herkes kendi doğumuna ilişkin artıkları, bir ilkçağ dünyasının sümüksü cismini ve yumurta kabuklarını sonuna dek sürükleyip götürür kendisiyle. Kimileri vardır, hiçbir vakit insan aşamasına erişemez; kurbağa olarak, kertenkele olarak, karınca olarak kalır.”
Ne kadar yanlış şeylere üzülüyor ne kadar lüzumsuz şeyler için endişe ediyoruz. Sahip olamayacağımız ya da sahipken elimizden kaçıracağımız şeyler için bu kadar endişelenmemiz ne beyhude çaba! Bunlar zaten bir gün var, öbür gün yok şeyler! Biz dahi öyleyiz! Niceleri geldi de göçtü, iz bırakmadan bu dünyadan. Ağaçların yaprakları gibiyiz hepimiz; bir gün tomurcuk, bir gün yeşil, bir gün sarı, bir gün kızıl… Bir zaman güneşe doğru uzanıyoruz, sonra bir zaman kuruyup düşüyoruz yukarılardan aşağılara. Gökyüzünden yeryüzüne, toprağa… Her şey aslına dönüyor nihayetinde.
Güzü bilmek, güzü anlamak, güze dair anlamlı şeyler biriktirmek bizim işimiz olmalı; çünkü güz güzü bilmez, bilemez. Her iki güzün arasında daima yazlar ve kışlar vardır.
“Bir yüzleriyle bize gölgelikler veren şu yeşil yapraklara kanıyoruz hep” dedi beyaz saçlı adam, “bizi gölgelendirmek için diğer yüzleriyle kendilerini güneşe teslim ettiklerini unutuyoruz!”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.