Kovaladıkça kaçan

04:0027/11/2025, Perşembe
G: 27/11/2025, Perşembe
Gökhan Özcan

Öyle inandırdılar ki bizi mutlu olmanın hayatımızın yegane amacı olduğuna, günlerimize derinlik katacak herşeyi mutluluğumuzun önündeki bir engel gibi görmeye başladık ve uzaklaştırdık hayatımızdan. Mutlu olabildik mi bari? Ne gezer! Aslına bakarsanız olmamız da beklenemezdi. Çünkü mutluluk dediğimiz şey, sırf biz peşinde koşuyoruz diye bize kollarını açacak bir şey değil! Aksine tecrübelerimizle sabit ki mutluluk, biz kovaladıkça kaçan bir şey! Çünkü bizi mutlu kılacak şeyler eskiden olduğu gibi

Öyle inandırdılar ki bizi mutlu olmanın hayatımızın yegane amacı olduğuna, günlerimize derinlik katacak herşeyi mutluluğumuzun önündeki bir engel gibi görmeye başladık ve uzaklaştırdık hayatımızdan.

Mutlu olabildik mi bari? 

Ne gezer!

Aslına bakarsanız olmamız da beklenemezdi. Çünkü mutluluk dediğimiz şey, sırf biz peşinde koşuyoruz diye bize kollarını açacak bir şey değil! Aksine tecrübelerimizle sabit ki mutluluk, biz kovaladıkça kaçan bir şey! Çünkü bizi mutlu kılacak şeyler eskiden olduğu gibi kendi tabiatımızın gereği olarak ortaya çıkmıyor, aksine ticari (ve muhtemelen başka) hesaplarla başkalarınca kurgulanıyor ve trendlere bağlanıyor. Dolayısıyla ‘mutlu edecek şeyler’ listesi yine ticari sebeplerle sürekli yenilenmek durumunda ve bu bizim de sürekli bizi mutlu edeceğine inandırıldığımız farklı şeylerin peşinde koşmamızı gerektiriyor. Bu ahval, aynı zamanda eksik ve yetersiz hissetmenin kalıcı hale geldiği daimi bir halet-i ruhiye ortaya çıkarıyor.

“Tüketimin trajik paradoksu buradadır. Her boş zaman dakikasında olduğu gibi sahip olunan, tüketilen her nesnede herkes arzusunu gidermek ister, arzusunu giderdiğine inanır; ama ‘kullanılabilir’ her dakikada olduğu gibi, sahiplenilen her nesnede, yaşanan her doyumda arzu artık yoktur, zorunlu olarak yoktur. Arzudan geriye arzunun ‘tüketilmişliği’ kalır” diyor ‘Tüketim Toplumu’ isimli kitabında Jean Baudrillard.

Bugün her eve, her cebe, her zihne kadar kollarını uzatan bir iletişim ağının (ona örümcek ağı da diyebiliriz rahatlıkla) içindeyiz. Her gün başkalarının hayatlarına, aslında hayatlarına değil, hayatlarının bize göstermek istedikleri makyajlanmış versiyonlarına şahit oluyoruz. Mükemmel evlerine, lüks arabalarına, dopdolu geçen hayatlarına, şık kıyafetlerine, fit ve kaslı vücutlarına, fotoşoplanmış pürüzsüz ciltlerine, havalı saçlarına, mükellef sofralarına seyirci oluyoruz. Bir çok insan için ulaşılamaz olan ve aslında paylaşanların da büyük kısmının gerçekte sahip olmadığı şatafatlı hayatlara bakıp, bütün o imkanları kendimize de istiyoruz.

Aslında bizim de hayatlarımızda sahip olduğumuz pek çok kıymetli şey var; o paylaşım vitrinlerindekilere tam olarak benzemeseler de var. Var ama bunlar gelip geçici trendlere girmiyor, orada karşılık bulmuyor, kıymet ve geçerlilik kazanmıyor. Orada bir kıymeti olmayınca bizi de mutlu etmiyor. Çünkü yeni medyatik mutluluk tariflerine uymuyor o şekliyle (yani tabii ahvaliyle) bizim hayatımız. Öyleyse mutsuz olmamız gerekiyor ve oluyoruz.

Mesela ayağımızı yerden kesen, seyahat edebildiğimiz, kırlara çıkabildiğimiz, yani gayet iyi çalışan bir araba bizi mutlu edemiyor ve bunun sebebi aslında bize belki biraz daha konfor (ki bu konforun maliyeti çoğu kişi için hayatımızdaki başka bazı imkanlardan vazgeçerek karşılanabiliyor) dışında hiçbir ekstra fayda vadetmeyen bir ‘cip’imiz olmaması... Çünkü reklamlar sürekli bize cipi olan insanların mutlu olduğu propagandasını yapıyor. Sizler bu örneklemeyi başka nesnelerle çoğaltabilirsiniz.

Aslında yeni zamanların mutluluk idealleri yanıp sönen kıvılcımlardan, belki daha doğru bir söyleyişle bir seraptan, bir halüsinasyondan ibaret! Asla yakalanamıyor, çünkü başta da ifade ettiğimiz gibi bu zamanda mutluluk kurgusu gereği kovaladıkça kaçan bir şey! Tüketim dediğimiz çarkın tükeneni de aslında mutlu olacağım diye yakalayamayacağı şeylerin peşinde koşmayı hayat zanneden insan! Ve o elbette hayatı o insanın!

#aktüel
#hayat
#toplum
#Gökhan Özcan