Ribâ/faiz nedir?

04:005/10/2025, Pazar
G: 5/10/2025, Pazar
Hayreddin Karaman

Faiz kavramını bir şekilde bozup hükmünü de değiştirmek için usûlsüz yorumlar yapanlara karşı önce kendi yazdıklarımın bir özetini sunmuştum. Bu yazıda da bu konuda salahiyetli olduklarında zerre şüphe bulunmayan iki alimin yazdıklarını aktaracağım. Prof. Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamberi isimli kitabında (rakamlar paragraf numaralarıdır): 800. Arabistan’ın en ideal fuar bölgesi haline getirmek üzere, hepsi bir araya getirilmiş bulunuyordu. 984. Taif şehrinde çok sayıda Yahudi de vardı 985.

Faiz kavramını bir şekilde bozup hükmünü de değiştirmek için usûlsüz yorumlar yapanlara karşı önce kendi yazdıklarımın bir özetini sunmuştum. Bu yazıda da bu konuda salahiyetli olduklarında zerre şüphe bulunmayan iki alimin yazdıklarını aktaracağım.

Prof. Muhammed Hamîdullah, İslam Peygamberi isimli kitabında (rakamlar paragraf numaralarıdır):

800. Arabistan’ın en ideal fuar bölgesi haline getirmek üzere, hepsi bir araya getirilmiş bulunuyordu. 984. Taif şehrinde çok sayıda Yahudi de vardı 985. Burada faizcilerin pek ateşli faaliyetlerine de kaynaklarda işaret edilmektedir:

986. İster nakit, ister hububat, yıllık 100/100 faizle ödünç olarak verilirdi. Yani borçlu kimse, bir yılın sonunda borcunu ödeyemezse, aynı şartlarla borç mukavelesi yenilenmiş olurdu, yani borç olarak alınan 100 dirhemin bir yılın sonunda 200, ikinci yılda 400, üçüncü yılda 800 ilah miktarında (ed’âfen mudâ’afa) ödenmesi lazım geliyordu.

805. Mekkeli sermaye sahibi tüccarlar Taiflilere ödünç para veriyorlardı. Bu arada O’nun öz amcası ‘Abbas’ı da bu ödünç alış-verişi işleriyle meşgul görmek, bizim için şaşırtıcı değildir. Esasen Veda Hutbesi’nde Resulullah, amcası Abbas’a borçlu bulunulan faizin tamamını ilga edip yok saydığını belirtmiştir.

1615. Çok daha önemli ve temel bir ıslahat niteliğinde olanı, Onun “faiz” konusunda getirdiği reformdur. İslam ödünç verilen paradan faiz alınmasını yasaklamıştır. Bu Şer’î kanunun hikmeti üzerinde münakaşa açmak eğilimindeki kimseler için bazı izahlarda bulunalım (Burada Hamîdullah Hoca, faizin sosyal, siyasi ve iktisadi zararları konusunda önemli açıklamalar yapmıştır):

İslam, önce faizci-tefeci kapitalistlerin elinden “faizle ödünç verme hakkını çekip almak” ve sonra da “ödünç verme işlemlerini devletleştirmek” suretiyle bu problemi halletmiş bulunmaktadır: Daha ilerde de göreceğimiz gibi ihtiyaç sahiblerine ödünç para sağlamak ve bu yolda tedbirler almak esasen bir hükumet işidir ve gerçekten hükumetler fertlerden (özel teşebbüsten) daha da kolay bir biçimde, acil ihtiyaçlar içinde kıvranan vatandaşlara ödünç sağlama hizmetini yerine getirmiş olmaktan dolayı bir karşılık, bir ücret veya faiz de almaksızın bu işi gerçekleştirebilir. Fakat faizsiz ödünç para vermeye kalkışmazdan önce yeterli para, yani sermaye sağlamak gereklidir… (Bu da devletin diğer gelirleri yetmez ise vergi ile elde edilecektir.)

Elmalılı M. Hamdi Yazır Efendi’nin tefsirinden (kolay anlaşılsın diye sadeleştirilmiş baskıdan aktarıyorum):

Ribâ: Artma, çoğalma, şişme, gelişme ve yetişme, mübâdeleli akitlerde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve akit sırasında şart koşulan karşılıksız fazlalık anlamında bir İslâm hukuku terimidir…

Cins ve ölçüm şekli bir olan iki şey biri diğeriyle mübadele edildiğinde (değiştirildiğinde, alım satım yapıldığında) bir taraf için kabul edilen malın fazlasına ribâ veya fâiz denir (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, V, 277). Ayarları aynı olan 100 gr. altını, peşin veya vâdeli yüz yirmi gr. altınla mübadele etmek gibi... Böyle bir işlemde 100 gr. altın veren, aynı miktarda altın alma hakkına sahip olur. Burada 100 gr. altın ana para (re’sül-mâl), 20 gr. fazlalık ise ribâ adını alır (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, II, 952, 953).

Riba sözcüğü yerine Türkçede daha çok “faiz” terimi kullanılır…

…”Ribâ; sözlükte, ziyâdelenmek, fazlalaşmak anlamına mastar olup, faiz dediğimiz özel fazlalığın adı olmuştur... Câhiliyye devrinde asıl borca “re’sül-mâl”, ziyadesine ise “ribâ” adı verilirdi. Bugünkü faiz işlemleri nitelik bakımından câhiliyye devrinin bu âdetinden başka bir şey değildir. Zaman zaman faiz miktarının ve şekillerinin azalması veya çoğalması muâmelenin niteliğini değiştirmez. İşte cahilî Arap örfünde ribâ tam anlamıyla günümüzdeki nükudun (paraların) faizi veya nemâsı tabir olunan fazlasıdır. Karzdan (ödünç para) başka borçların (düyûn) tatbiki de böyledir. Şüphe yok ki sözlükte bunun en uygun ismi ribâ, ziyade, artık olması gerekir. Buna faiz veya nemâ tabirinin kullanılması “Alım-satım ancak ribâ gibidir” (2/Bakara, 275) âyetinin delâletiyle, alım satım ve ticârete benzetilerek yanlış bir kullanmadır (II, 952, 953).

Bir şeyin nitelikleri değişmedikçe, adının değişmesi, hükmünün değişmesini gerektirmez. Buna göre, ribanın hükümleri aynı hukukî özellikleri taşıyan faize de uygulanır. Bu, icâre akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de aynı anlama gelen sözlerdir.

İslâmiyet toplumla ilgili sosyal ve ekonomik problemleri çözerken tedric prensibine uymuştur. Faizcilik, müşrik Arapların özellikle yüksek tabakalarının yararlandıkları önemli bir kazanç yolu idi. Bunu bir hamlede kaldırmak uygun değildi. Bu yüzden, içkinin yasaklanışında olduğu gibi, ribânın yasaklanışı da belli merhaleler geçirmiştir.

Ebû Hureyre’den, Hz. Peygamber’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Mirac gecesi, karınları evler gibi (büyük) olan bir topluluğun yanına geldim. Onların karınlarında dışarıdan görünen yılanlar vardı. Cebrâil (a.s)’e bunların kimler olduğunu sorduğumda; ‘Bunlar faiz yiyenlerdir’ cevabını verdi” (İbn Mâce, Ticârât, 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned II/353, 363). Mirac olayı 621 m. yıllarında Mekke’de vuku bulduğuna göre, faizin ileride yasaklanabileceğine daha o günden işaret edilmiş olmaktadır. Yine Mekke’de inen bir âyette fâizin malı arttırmayacağı bildirilmiştir (30/Rûm, 39). Medine’de inen bir âyette ise Tevrat’ta Yahûdilere faizin yasaklandığı, ancak bu yasağa uymadıkları için kendilerine helâl kılınan bazı temiz ve güzel şeylerin haram kılındığı belirtilmiştir (4/Nisâ, 160,161). Şu âyetle de kısmî yasaklama getirilmiştir: “Ey iman edenler, ribayı öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin” (3/Âl-i İmrân, 130). Burada fâhiş ribâ adı verilen mürekkeb fâiz kastedilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim azı ve çoğu hakkında bir ayırım yapmaksızın ribayı şu âyetlerle mutlak olarak yasaklamıştır:

“Âllah alışverişi helâl ve faizi ise haram kılmıştır” (2/Bakara, 275);

“Kim de haram olan bu ribayı helâl diye yemeye dönerse, işte onlar cehennemliktir, o ateşte ebedî olarak kalacaklardır” (2/Bakara, 275); Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve (câhiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın; eğer gerçek mü’minler iseniz. Yok eğer bu faizi terk etmezseniz; bilin ki, Allah’a ve Peygamberine karşı bir harbe girmiş olursunuz. Eğer ribâdan tevbe ederseniz, ana paranız sizindir. Böylece zulmetmiş ve de zulme uğramış olmazsınız” (2/Bakara, 278, 279).

Müfessirlerin çoğuna göre, ribâ âyetleri, Tâif’te oturan Beni Sakîf kabilesinin faiz problemiyle ilgili olarak inmiştir. Bu kabilenin Hz. Peygamber’le yaptığı Taif anlaşmasında faiz alacak-verecekleri lağvedilmişti. Mekke’deki Muğîre oğulları, Benî Sakîf’ten Amr bin Umeyr oğullarına olan faiz borçlarını ödemeyince, aralarında düşmanlık doğdu. Durum Mekke Valisi Attab b. Esîd (ö. 13/634) tarafından Hz. Peygamber’e yazıldı. Bu soru üzerine ribâ âyetleri indi ve Hz. Muhammed (s.a.s.), vâliye âyeti yazdı. Ayrıca hükme râzı olurlarsa ne âlâ, aksi halde onlara harp ilan etmesini bildirdi. Bunun üzerine Taifliler faiz istemekten vazgeçtiler (II, 972).

Mekke ve Taif’in fethi 8’inci, Vedâ Haccı ise 10’uncu hicret yılında vuku bulmuştur. Hz. Peygamber Vedâ Haccı sırasında Mekke’de faiz yasağı uygulamasını şu ifadelerle başlatmıştır: “Dikkat ediniz! Câhiliyye devrinden kalma faizin hepsi kaldırılmıştır. Kaldırdığım faizin ilki, amcam Abbas b. Abdilmuttalib’in faizidir” (Müslim, Hac 147; Ebû Dâvud, Büyü’ 5.)0

#Faiz
#Aktüel
#Hayreddin Karaman