BM Genel Kurulu’nda konuşan Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro; “Dünya ülkelerini ve halklarını, ordularını ve silahlarını birleştirmeye davet ediyorum. Filistin’i kurtarmalıyız” derken “korkusuz” bir sesti.
Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric, “Netenyahu’nun ailesiyle birlikte bir füze saldırısıyla yok edildiğini görmek istiyorum” derken “korkusuz”du.
Şimdi siz, iki liderin açıklamasını da “aşırı” diyeceksiniz. Aynı Netanyahu 20 bin bebek ve çocuğu füze saldırılarıyla toprağa gömerken, Filistin liderlerini füze saldırılarıyla, aileleriyle birlikte, yok ederken bunu “İsrail normali” görmek işte o korkunun en aşağılık halidir.
Avrupa’dan bir İspanya yükseldi. Hava sahasını, limanlarını İsrail’e kapattı. Silah ambargosu başlattı. İsrail’i soykırımla mahkûm etmek için güçlü adımlar attı ve insanlığın önüne geçti. Başbakan Pedro Sanchez, Gazze’ye giden sivilleri korumak için donanmasını harekete geçirdi, bir savaş gemisi gönderdi.
Filistin’i tanımayarak büyük itibar kaybı yaşayan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni bile, Gazze filosundaki sivilleri korumak için iki savaş gemisi gönderdi.
Almanya soykırıma arka çıkarken bütün Avrupa sokaklara aktı, hükümetleri zorladı, liderleri cesaretlendirdi. Biliyoruz ki, bu dalgayı arkasına alan kazanacak. Bu rüzgâra direnen liderler yok olup gidecek.
Türkiye, Filistin hassasiyeti en yüksek ülke. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşma ve çağrısı, bütün iklimleri harekete geçirmeye yönelik çabası insanlığı cesaretlendirdi.
Erdoğan belki bunun yüz katını yapmak istiyor ancak, aynı zamanda, içerideki “iç işgalci cephe”nin kötülükleri ile de boğuşmak zorunda bırakılıyor. İşte “Türkiye’yi içeriden vurmak” dediğimiz şey budur!
Ama artık bıçak kemiğe dayandı. Artık “ertelenemez” şeyler önümüzde yığıldı. Yüzyıllar sonra nöbeti ikinci kez devralmak için tarih ve siyasi genetik bizi harekete geçirdi.
Hatırlayın. Abbasiler dönemi. Devasa devlet askeri olarak çökmüştü. Halife’nin özel birlikleri dışında ordu kalmamıştı. O sırada Müslüman olan Türkler Ön Asya’ya akıyorlardı. Abbasi halifesi akıllıca bir hareketle Müslüman Türklerden askeri birlikler kurmaya, imparatorluğu ayakta tutmaya çalışıyordu. Bugün Irak’taki Samarra şehri bile bir ordugâh olarak kurulmuştu. Ne yazık ki, ABD öncülüğünde Haçlı orduları Irak’ı işgal edip yakıp yıkarken Türkiye’de kimse Samarra’yı hatırlamadı bile.
Türkler nöbeti devralmaya başladı. Kafkaslara, Ortadoğu’ya, Anadolu’ya aktılar. Devletler kurdular, coğrafya inşa ettiler, tarihi değiştirdiler. Atlas Okyanusu’ndan Pasifik kıyalarına kadar geniş bir alanı dizayn ettiler.
Büyük Selçuklu Devleti’ni, Anadolu Selçuklu Devleti’ni, Osmanlı Devleti’ni kurdular. Çiftbaşlı Kartal sembolü ile hem doğuya hem batıya yöneldiler. Etnik davalar gütmediler, etnik komplekslere kapılmadılar. Bulundukları coğrafyada kim varsa onlarla ortak oldular. Tek cephe oldular. Bir bütün oldular.
Ve bu nöbet yüzyıllarca devam etti. Haçlılarla, Moğollarla, Avrupalılarla mücadele ettiler. Viyana’ya ulaşıp Atlantik kıyısına çıkmaya çalıştılar. Bizim coğrafya, dünyanın merkez coğrafyası, bütün milletleri içine olan dev bir güce ulaştı, dünyanın eksenini biz kurduk.
19. yüzyılın sonunda durduk. Durdurulduk. Ve bizden öyle intikam alındı ki, coğrafyanın tamamında, her köşesinde şehit mezarları kurduk. Medine’de, Kudüs’te, Bağdat’a, Yemen’de, Şam’da, Kahire’de, Saraybosna’da, Bakü’de, Basra’da, Doğu Afrika’da…
Anadolu’yu bile imha etmeye, bizleri tarihten silmeye dönük en büyük “Haçlı İstilası”na tanık olduk.
19. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında bize yönelik imha saldırıları başladı. Yüzyılların yorgunuyduk. Balkanlarda, Kafkaslar’da, Irak’ta, Yemen’de, Doğu Afrika’da, coğrafyanın tamamında milyonlarca insanımız kıyıma uğradı. Bizden bin yılın intikamı alınıyordu. Bugün büyük coğrafyanın her şehrinde şehit mezarlarımız bundan. Acılarımız, dramlarımız, sessiz ağıtlarımız bundan.
Bizi Anadolu’dan da sürmeye çalıştılar, burayı koruduk, buraya sığındık. Dev bir coğrafyayı Anadolu’ya sığdırdık.
20. yüzyılda sabırla bekledik. Biz yenildik nöbeti başkaları alsın dedik. Hiçbir ülke hiçbir millet nöbeti devralmadı. Yüz yıl bekledik. “Biz yorgunuz siz devam edin, nöbeti devralın” dedik. Gelmediler. Kimse gelmedi. Kimse ayağa kalkmadı.
Biz beklerken coğrafya da, ülkeler de, milletler de tarihin en acı ve aşağılık çöküşünü yaşadı. Müslüman soykırımı ve Batı barbarlığı şehirlerimize, sokaklarımıza, zihinlerimize kadar girdi. İşte o “korku” ile dolu idrakler inşa edildi.
Tarih yine bizi çağırdı. Bin yıllık nöbet ikinci kez başlayacaktı. Bu bir siyasi hırs değildi, siyasi hedef değildi, coğrafya ve zenginlik azgınlığı değildi. Bu bir kaderdi, bu bir siyasi genetikti. 19. yüzyılda çökerken kimse yoktu, şimdi nöbeti ikinci kez devralmaya hazırlanırken yine kimse yok.
Ama korku korkutmaya, yenilgi zafere, çöküş yükselişe, coğrafya kenetlenmeye, milletler onurlu geleceğe mecburdu. Tarihin akışı bize bu yolu yeniden açtı, ikinci bin yıllık nöbet başladı. Kaçamadık, kaçmayı bilmedik.
Yine en önde, yine gen güçlülerle mücadele bize düştü. Ağlamayı bilmeyen, yalvarmayı bilmeyen, uğradığı soykırımları bile gizleyen bu millet, yine yeryüzünün merkezinde, yine coğrafya formatlamaya, yine tarih inşa etmeye memur edildi. Evet bu, kaçmayı bilmediğimiz bir kaderdi.
İşte tarihin tam bu noktasındayız. İşte coğrafyanın tam bu halinde harekete geçmek zorundayız. İşte küresel güç haritasının yeniden çizildiği tam bu dönemde sahne almak zorundayız.
Öyleyse artık, dışarıda üç günlük devletler bize ayar veremez, içeride üç kuruşluk adamlar bize gömlek biçemez. Bu nöbet Asya’dan Afrika’ya dünyanın en kritik noktalarında yeniden başlayacak, aslında başladı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki Gazze çağrısı, işte bu nöbetin sahiplenişini ilan ediyordu. Keşmir’den Doğu Afrika’ya, Karayipler’den Akdeniz’e bir büyük sorumluluk ve nöbet haritasını ilan ediyordu.
Gazze’deki soykırım Filistin sorunu değil, coğrafyamızın kimlik, idrak meselesidir. Bir terör şebekesinin bütün coğrafyayı imha etmesine artık tahammül edemeyiz. Artık savunma değil saldırı, geri ekilme değil evlerine girme vaktidir.
Doğu Akdeniz bizim evimizdir ve İsrail’in burada hareket alanı olamaz. Ön Asya bizim evimizdir ve insan genetiği bozulmuş bir toplum bunu değiştiremez. Şam, Kahire, Bağdat, İstanbul bizim namusumuz ve isteyen istediği gibi bombalayamaz.
Malakka Boğazı’ndan Kızıldeniz’e, Çin Seddi’nden Afrika ortalarına kadar Süper Kuşak insanlarıyız ve artık iki yüz yıllık kaderi değiştirmemiz lazım.
Bir grup kahraman insan, teknelere binmiş Gazze’ye yardıma gidiyor, Akdeniz’in ortasında seyrediyor. İsrail onlara saldıracak, bu biliniyor.
İspanya onları korumak için savaş gemisi gönderdi. İtalya gönderdi. Türkiye gönderdi. Türkiye ve Mısır donanması Doğu Akdeniz’de tatbikat yapıyor.
Eğer bu insanlara bir şey olursa ülkelerimiz bunun altında ezilir. Bu olamaz. İsrail saldırılarına aynen cevap verilmeli. Gerekirse bir İsrail gemisi batırılmalı, bir uçağı düşürülmeli, helikopterleri denize çakılmalı.
Belki de Doğu Akdeniz, bugünlerde tarih değiştirecek bir fitilin ateşlendiği yer olacak. Bu kaderse yaşanacak, yaşanmalı.
Nasıl bin yıl sonra nöbet yeniden bize gelmişse, bu fitili çakmak da belki bizim kaderimizdir.
Bırakın onlar korksun. Onlar tedirgin olsun. Onlar çekinsin. Acıyı da korkuyu da bu coğrafyaya yüz yıldır yaşatıyorlar.
Artık bu utanç tarihi son bulsun.
Coğrafya silahtır. Sadece Akdeniz’de değil, İsrail’i bütün kara sınırlarından kuşatmak, yüz binlerce insanı sınırlara yığmak, onu evinde boğmak zorundayız.
Boğacağız da!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.