Katar’ın başkenti Doha’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nden bir gün sonra İsrail Gazze’yi tamamen imha etmeye dönük kara saldırısı başlattı.
Soykırıma, katliama, açlıktan öldürmeye, yerleşim yerlerini yok etmeye, sürgün etmeye, insansızlaştırmaya, yüz binlerce kişiyi anavatanları ile birlikte toprağa gömmeye dönük İsrail barbarlığı yeni bir aşamaya geçti.
Doha Zirvesi’nin sonuç bildirgesi bazıları için küçük de olsa umut kapıları açtı. Bazıları için “eskinin masalları”nı geçmedi. 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılmasından sonraki ikinci olağanüstü gelişme yaşanırken, zirvede konuşulanların ne kadarının gerçeğe dönüşebileceği gerçekten bilinmiyor.
Ama somut bir karar alınamadığı, “BM” ve “uluslararası kamuoyu” beklentisinin dile getirildiği görülüyor. Oysa bugünün dünyasında BM’nin bürokrasiden başka bir gücü yok. Bugünkü dünyada artık “uluslararası kamuoyu” diye bir şey yok.
BM gibi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği’nin de, birer ulus-üstü kurumlar olarak, gücü ve etkinliği yok. Her geçen gün bu etkinlik ve güç daha da eriyecek.
Üst yapılardan çok, ikili-üçlü-dörtlü ülke gruplarının etkinliği muhtemel. Bu etkinliğin zamanla bölgesel karakter olma ihtimali var. Seçilmiş ülkeler arasında oluşturulacak “eksen”lerin bir karşılığı var.
İsrail’in karadan başlattığı imha saldırısı Doha Zirvesi’nin sonucuna göre belirlendi. Ya o zirveye cevap olarak başlatıldı. Ya da “Nasılsa hiçbir şey yapamayacaklar, bu zirve de onu gösterdi, öyleyse devam edelim” dediler.
Her ne olursa olsun, soykırımı durduramayan, Gazze’yi gözden çıkaran, caydırıcı bir güç gösteremeyen Müslüman ülkeler, dün başlatılan kara saldırısı için de aynı etkisizlik içinde yuvarlanacak gibi.
Devletleri kilitleyen Batı ile ilişki biçimi, artık Gazze’nin ötesine geçip ülkeleri de tehdit etmeye başladı. Katar’a saldırının bunun ilk örneği olacağını not edelim.
Şam’ın bombalanmasını izledik. Tahran’ın bombalanmasını izledik. Doha’nın bombalanmasını izledik. Soykırımı izledik. Bebek ve çocukların kitlesel sistematik kıyıma uğratılmasını izledik. İnsanların açlıktan toplu ölümlerini izledik.
Peki bundan sonra başka neleri izlemek zorunda bırakılacağız? Kahire’nin bombalanmasını mı, İstanbul’a saldırıyı mı? Mescid-i Aksa’nın tamamen yıkılıp yok edilmesini mi? Hatta Mekke ve Medine’ye saldırıp İslam dünyasının ne kadar aciz olduğunu göstermelerini mi?
Bence devletler, ülke yönetimleri bir yanlış hesap yapıyor. Gazze olayını hafife alıyor. İşi Hamas ölçeğinde sınırlandırıyor? ABD korkusunu abartıyor? İsrail dokunulmazlığını çok ciddiye alıyor.
Doha’da toplanan ülkeler yeryüzünün yüzde yirmi sekizini kontrol ediyor. Petrolün yüzde atmışına sahip. İki milyar insanı yönetiyor. Yeryüzünün merkezine, dünyanın eksenine, Orta Kuşak coğrafyasına hâkim. Kara ticaret yollarını, deniz ticaret yollarını, enerji kaynaklarını, enerji koridorlarını kontrol ediyor.
Fas’tan, Atlantik kıyılarından Endonezya’ya, Pasifik kıyılarına uzanan geniş haritaya bir bakın. Akdeniz’i, Kızıldeniz’i, Basra Körfezi’ni, Hint Okyanusu’nu, Malakka Boğazı’nı, İstanbul Boğazı’nı içine alan, Orta Afrika’dan Çin Seddi’ne uzanan bu büyük coğrafya insanlığın anavatanı ve bütün medeniyetlerin doğuş yeri.
Müslüman dünya, Kuzey ve Güney’in arasında bir Altın Kuşak olarak uzanıyor.
Böyle bir coğrafya dünyanın eksenini belirler. Dünya sistemini belirler. Güçler haritasını belirler. İnsanlığın ortak geleceğini belirler. Büyük imparatorluklar kuşağı olması hep bu yüzden.
Bütün yıkımlara rağmen bugün hâlâ bu kuşakta çok güçlü devletler var. Onları güçlü tutacak çok zengin kaynaklar var.
“Coğrafya silahtır” söylemini uzun süredir ısrarla gündemde tutmaya çalışıyorum. Artık “Coğrafya kaderdir” teslimiyeti ile, uyuşturucu etkisi yapan bu acziyet ile kendimize ve ülkelerimize bakamayız.
“Coğrafya silahtır” söylemini ve düşüncesini diri tutmak zorundayız. Kendimize gelmek, kendimizi fark etmek zorundayız. Birçok ülke, Batılı sömürge düzeninin esareti altında. Bir idrak, karar, tavır, hareket üretilemiyor. Ama en azından birkaç ülke, diğerlerine de şok etkisi yapacak bir duyarlılıkla bu gerçeğin eksenine yerleşebilir.
İsrail küçücük bir ülke. Hiçbir coğrafi avantajı yok. Akdeniz kıyısına sıkıştırılmış, ABD desteğiyle ayakta durabilen zayıf bir ülke. ABD’nin ise, yüz yıl sonra ilk kez, başka rakipleri var. Bu güç kaymaları çok iyi hesaplanabilir, kullanılabilir.
İsrail, bu elverişsiz küçük coğrafyasını bile bir nükleer silah etkisinde kullanırken, sadece İsrail’e komşu ülkeler bile coğrafya silahını kullanarak onu boğma gücüne sahip.
Elbette zamanı gelince o da yapılacak elbet ama şu an Tel Aviv’i bombalamanıza, İsrail’e savaş açmanıza bile gerek yok. Coğrafya silahını, coğrafya kaynaklarını kullanmak yetecektir. Bu küçük haritayı, bu küçük terör devletini Akdeniz kıyısında boğacak, nefes alamayacak hale getirecek birkaç hareket yetecektir.
Bu coğrafya öyle bir silahtır ki, nükleer silahlar bile onun yıkıcı gücüne erişemez. Her ülkeyi dize getirir, hizaya sokar, terbiye eder. Bu eksenin, dünya sistemini belirleyecek bir güce sahipken, İsrail’e karşı bile kullanılamaması büyük talihsizlik.
Her şartta, Gazze’deki durum bizim dünyamız için utanç verici bir tarih olarak yazılacak. Bir şey yapılamamanın elbette birçok gerekçesi, zorluğu var ama yapılabilecek bir şeyler mutlaka bulmak zorundaydık.
Batı’da her ülkede rejimler İsrail’i desteklerken, Yeni Zelanda’da, İspanya’da, İrlanda’da kitleler büyük bir vicdani duyarlılıkla insanlık için seferber oluyor.
Bizler bu dünyaya kapılarımızı sonuna kadar açmak, onları desteklemek, hareket alanlarını genişletmek, kitlesel sivil tepkileri büyütmek zorundayız. İnsanlığın nefes alamaz hale geldiği bir durumda, devletlerden umut kesilirse dünya için başka arayışlar öne çıkacaktır ve bu çok tehlikelidir. İnsan tabiatının sonucu böyledir.
Artık bölgemizdeki devletler, kitleleri kontrol altında tutma yerine, sivil tepkileri bari teşvik etmelidir.
Biliyoruz; İsrail tam anlamıyla bir intihara gidiyor. İnsanlığın ortak nefretini topluyor. Bu nefret bütün Yahudilere yönelecek. Belki de bireysel saldırılar başlayacak. Zaman gelir, bunun önü alınamayabilir.
Bu kadar nefret bir yerde mutlak patlayacak. ABD’deki suikastlara dikkat edelim. Belki Avrupa’da da yaşanabilecek suikastlara dikkat edelim.
Trump’ın bile suikasta uğrayabileceğinin konuşulduğu dünyada, İsrail’in ve ona güç veren Yahudilerin yol açtığı yıkım Gazze’nin çok çok ötesinde olacaktır.
Öyleyse hiçbir şey ertelenebilir değil artık. Akıllı yöntemlerle, örtülü hareketlerle bir şeyler yapmanın vakti geçiyor. Sonra kopacak fırtınaları dindirmek çok daha büyük bedellere yol açacaktır.
Çünkü artık Gazze’nin de ötesini konuşuyoruz. Devletleri, başkentleri konuşuyoruz. Çıldırmış bir toplumun insanlığı ve dünyayı felakete sürüklemesini izliyoruz.
Coğrafyamızda bütün ülkelerin sınırları, egemenlikleri, şehirleri, varlığı tartışmalı hale getiriliyor. Öyle şeylere tanık oluyoruz ki, İsrail’in hangi ülkeye saldıracağını günübirlik konuşabiliyoruz. Bu aşamaya gelmemiz delilik! Bizi bu aşamaya getirenleri sadece seyretmemiz delilik.
En büyük silahları bizim “hiçbir şey yapmayacağımıza duydukları inanç”tır. Maalesef bu silahı onlara biz verdik. Bu kanaati onlara biz aşıladık. Onlar da bunun üzerine oyun kuruyorlar. Bize de oyunu seyretmek düşüyor.
Doha toplantısı, bu üst yapıların ataletini bilmeme rağmen bana umut verdi. Belki bir-iki adım daha atılabilir. Bu umudu büyütmek zorundayız. Ülkeleri ve ülkeler arasındaki dayanışmayı cesaretlendirmek zorundayız. Er ya da geç bu ülkeler harekete geçmek zorunda kalacak. Çünkü kendileri hedef alınacak, artık iş, gerekçe üretilemeyecek hale gelecek.
Bütün bunlar Batılı dünya düzeninin küresel iktidarı kaybettiği dönemde yaşanıyor. Batı beş yüz yıllık saltanatını kaybetti ve hızla elinde kalanları da kaybediyor. İsrail işte tam bu sırada, “Batı tamamen kaybetmeden yapabileceğim her şeyi yapayım” diye her yere saldırıyor.
Ama unutmayalım: İsrail bir devlet değil. İsrail bir Garnizon. Ve bu Garnizonun kullanım süresi doldu. Artık ona ihtiyaç duyulmayacak. Sıkışacak, daralacak, boğulacak, Akdeniz’e dökülecek. Tam bu sırada, bu haritayı kendimiz ortadan kaldıralım, bu çöküşü hızlandıralım. En azından tarihe böyle notlar bırakabilelim. Bize düşen bu.
Nihai hedefimiz şu: Bu coğrafyada “İsrail” haritası diye bir harita olamaz. Ve bu harita ortadan kaldırılacak. Sadece yapılması gerekeni ertelemeden yapmamız yetecektir. Tarih hep böyle inşa edilmiştir. İnsan tarihi bu örneklerle şekillenmiştir.
Öyleyse, sadece devletler değil, kitleler de bireyler de yapması gerekeni ertelemesin. Çünkü bu insan ırkının Âdem’den bu yana üstünden atamadığı, atmadığı bir yükümlülüktür.
İsrail’le her türlü mücadele ve savaş herkes için bir görevdir, insan olmanın şartıdır. Bu uğurda her yol mübahtır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.