“Emevi Camii’nde Cuma namazı” söyleminden son derece rahatsız olanlar, uzun süre bununla alay edenler, Suriye’nin değişimi yerine Türkiye’nin parçalanmasını öne çıkaranlar büyük şok yaşadı. Suriye yönetimi değişti.
Rusya çekildi. İran, yıllarca bütün gücünü harcadığı o etki alanını kaybetti.
Şunu öğrendik: Coğrafyaya uzun soluklu bakanlar kazanıyor. Sabırlı ve kararlı olanlar kazanıyor.
Yüzlerce yıllık tarihi arkasına alanlar kazanıyor. Milletlerle gönül ortaklığı kuranlar kazanıyor. Halklar, şehirler kazanıyor. Tarih ve coğrafya inşa etme kabiliyeti olanlar kazanıyor.
Konjonktürel rejimler, dayatılmış ideolojiler ve yönetici kadrolar, seçkinci çevreler, milletle arasını açmış yönetimler ve liderler kaybediyor.
Tarihin belli bir bölümünde, coğrafyanın belli bir noktasında, küresel hükümranlar için rol üslenenler, er ya da geç kaybediyor, yeniliyor, unutuluyor. Bir iz bile bırakamıyor.
Öyleyse milletler; bir iz bile bırakamayanlar için enerjisini tüketmemeli. Batılı ülke ve güçlerin coğrafyada çıkar ve etkisinin bekçiliği dışında varlık sebebi olmayan, bütün siyasi kimliğini bu misyondan alan ve yatırımını buna yapan siyasi kadro ve çevreler milletlerimize, ülkelerimize yabancılığın bedelini bir şekilde ödüyor. Ömrü kısa oluyor.
Coğrafyamızda Baas rejimleri böyle kaybetti. Irak Baasçılığı, Suriye Baasçılığı böyle tasfiye oldu. Şimdi Kürt Baasçılığı, Türk Baasçılığı tasfiye oluyor. Çünkü; İngiltere ve Avrupa’nın 21. yüzyıl için formatladığı bu siyasi kimlik ve “azınlık” kadrolar asla “millet” değildi.
Asla vatan değildi. Her ne kadar vatanseverlik ve devletçilik ilkesini öne çıkarsalar da bütün varoluşları önce İngiltere’nin, 1950’lerden sonra ABD’nin coğrafyadaki varlığını güçlendirmeye ayarlıydı.
Artık şehirler kazanacak, ülkeler kazanacak. Milletler kazanacak. Batı bu geçişi yönetmeyi elbette deneyecek. Elbette bunu da fırsata çevirmeyi deneyecek.
Bunun için krizler çıkaracak, öneriler sunacak, formüller geliştirecek. Ama Batı artık son iki yüz yıllık gücünü kaybetti. Başka aktörler onlarla rekabete başladı ve bu rekabet son beş yüz yıldır ilk kez oluyor.
Öyleyse onlar ne yaparsa yapsınlar, bu geçiş dönemi atlatılacak. Ve bu dönem, Batılı emanetçi düzen ve siyasi kadrolar için yeni roller, yeni misyonlar arama ile geçecek. Ama artık bu arayışlar sonuç vermeyecek.
“Emevi Camii’nde Cuma namazı” söylemi ile alay edenler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Cuma günü söylediği şu cümleyi de hafife alacak;
“Gazzeli kardeşlerimizle birbirimize sarılacak, kucaklaşacak, o kutlu gün geldiğinde, biz de orada olacağız, omuz omuza şükür namazı kılacağız... Suriye’de olduğu gibi Gazze’de de zulmün sona erdiğini göreceğiz.”
Bu sözü hafife alanlar, sulandıranlar büyük hayal kırıklığı yaşayacak. Zamanın ruhunu kaybetmiş, tarihin yanlış sayfalarına sapmış, unutulan sayfalara not edilmiş olacak.
Gazze sadece Gazze değildir. 1917’de bizim için ne ise bugün de odur. Daha fazlasıdır. 1917’nin rövanşı alınmayacak mı sanıyorsunuz? Siyasi ve askeri tarih bu hesaplaşmaların tarihidir. O gün İngilizler vardı, bugün İsrail var. İşgalciler değişir ama biz hep buradayız.
Artık soykırımın, açlıktan ölümlerin, milletleri helak eden zulüm örneklerinin çok daha ötesinde olduğunu biliyoruz.
İsrail’in varlığının, Semavi kitaplarda bahsedilen, helak edilen kavimlerin taşkınlığının bile ötesine geçtiğini. Bütün insan sınırlarını aştığını biliyoruz.
Birçok insan, inanan insanlar, ilahi müdahalenin ne zaman geleceğini sorgular hale geldi. Yeryüzü, bütün milletler, bu kadar kötülüğe nasıl sabrediyor, nasıl müdahale etmiyor, inanılır gibi değil. Öyleyse bu bir kolektif soykırım halini almıyor mu?
Devletleri, Amerikan gücünü kullanarak, kilitlediler. Ama özgür insanları, milletleri kilitleyemezler. Böyle devam ederse İsrail soykırımlarına duyulan öfke, küresel bir patlamaya yol açabilir.
Batı başkentlerinde, şehirlerinde gözlediğimiz kitlesel reaksiyon, siyasi bir muhalefet modeline dönüşebilir. Devletlerin sustuğu yerde, milletler vicdanlarıyla harekete geçebilir.
Çünkü yaşananların siyasetle, klasik çatışma halleriyle zerre alakası yok. Topyekün bir imha harekatı var. İnsan ırkının tahammülünü zorlayan öldürme yöntemleri var.
Yoldan çıkmış sapkın bir toplumun doğrudan insan ırkına yönelik hastalıklı saldırıları var. Bu kötülüğün dünya genelinde yayılması endişesi var.
Hal böyle iken, İsrailli yöneticilerin bütün coğrafyaya yönelik tehditleri akıl almaz biçimde devam ediyor. Bu alçaklar, kötülükleriyle yüzleşme yerine coğrafyadaki her ülkeyi tehdit ediyor. Türkiye’yi tehdit ediyor.
Medya üzerinden verilen mesajlarda, Türkiye’nin öncelikle tehdit olduğu, Suriye’de askeri varlık oluşturmasına izin verilmeyeceği, Türkiye’ye ait hedeflerin vurulabileceği bile söyleniyor.
Konuşturulan bir gazeteci; “Türkiye Birleşik Devletleri’ne izin vermeyeceğiz. Türkiye Birleşik Devletleri’ne katılmayı düşünenler daha katılmadan yok edilecek” diyebiliyor!
Türkiye’nin Suriye, Lübnan, Filistin, Irak ve bölge genelinde oluşturmaya çalıştığı güç ve refah havzasını doğrudan hedef alıyorlar. “Türkiye böyle hesaplar yapıyorsa Türkiye’yi de vururuz” diyorlar açık açık.
Türkiye ile Suriye arasında imzalanması beklenen, bu ülkede üç askeri üs kurmayı içeren “Savunma Anlaşması”nın doğrudan İsrail’i tehdit ediyor oluşunun korkularını yaşıyorlar. Daha çok korkacaklar.
Sadece bu değil. Türkiye’nin bu aşamadan sonra atacağı bölgesel nitelikli adımların tamamı İsrail tehdidini ortadan kaldırmaya dönük olacaktır.
Yüzyıllardır imparatorluklar yöneten bir siyasi genetiğin, attığı her adımın anlamını ve değerini ne kadar doğru hesaplayabildiğini tartışacak değiliz. İsrail’in nasıl bir tehdit oluşturduğunu artık tartışacak değiliz.
İsrail tehdidini ortadan kaldırmadan bu coğrafyada ortak hiçbir alan olmayacağını, asla barış olmayacağını tartışacak değiliz. İsrail’in Türkiye için birinci tehdit olduğunu, yıllardır terör üzerinden Türkiye ile savaştığını bir kez daha tartışacak değiliz.
Sloganımız bundan sonra şu olacak: İsrail Türkiye önünde diz çökene kadar baskı, zorlama devam edecek bu gerekirse doğrudan saldırıya dönüşecektir.
Tahdit açıktır, tanım nettir, gelecek ortadadır.
Hesaplaşma açıktır ve kaçınılmazdır. Milletler, sırtını milletlere dayayanlar yine kazanacak, “İsrail haritası” sorgulanacaktır. Ve bu bedel mutlaka ödetilecektir.
Tarih işte bunu yazacak, tarih dönüşünün en çarpıcı hali, İsrail’in varlığının sona ermesiyle kendini gösterecektir.
Ayasofya’da oldu, Şam’da oldu, Gazze’de neden olmayacakmış!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.