Ekonominin göstergesi salt kur ve endeks değildir

04:0026/03/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Kerem Alkin

Bir ekonomist olarak, reel sektördeki sıkışmayı nasıl aşabileceğimiz konusunda zihnimi zorluyorum.
Son 15 yıldır, küresel ekonomiye adaptasyonu hızla devam eden Türkiye Ekonomisi'nde, esnafımız, tüccarımız, sanayicimiz, yurt içi piyasalarda artan küresel rekabete karşı ayakta durma mücadelesi veriyor.
Öyle ki, üretim süreçlerini ciddi anlamda geliştirmiş, ürünlerin pazarlama, tedarik ve satış süreçlerini yalınlaştırmış olan firmaların ağırlık kazanmaya başladığı bir ekonomide,
marangozumuzdan perakende sektöründeki dükkan sahibine, tuhafiyeciden oto tamircisine, binlerce esnafımız, tüccarımız yeni 'organize' rakiplerle, büyük hacimlerle çalışan rakiplerle baş etmeye çalışıyor.
Keza, imalat sanayiinde de durum pek farklı değil. Binlerce atölye ve küçük fabrika düzeyindeki işletmeler, yine büyük hacimlerle çalışan rakiplerine karşı bir var olma mücadelesi ortaya koyuyorlar.


Türk ekonomisinin güçlü büyüme performansı gösterdiği

ve Türk hane halkının satın alma gücünün iyileşmeye, güçlenmeye devam ettiği

dönemde, yüzlerce sektörde talep, tüketime yönelik ticari hacim de büyüdüğünden, esnafımız da sektörün büyümesinden elbette ki nasipleniyor

ve bu nedenle, son 15 yıldır yaşadığı sıkıntıları en azından yönetebiliyor. Ancak, 2008 Küresel Finans Krizi'nin dünya ekonomisinde sebep olduğu belirsizlikler, dünyanın önde gelen pek çok ekonomisini, G20 ekonomilerini ve doğal olarak Türkiye Ekonomisi'ni de etkilediğinde, esnafımız, tüccarımız için yine zor günler başladı.

Son iki yıldır, gelişmekte olan ekonomilerden sermaye çekilmesi, küresel terör gibi, tüm dünyayı etkileyen siyasi belirsizlik başlıkları ve dünya ekonomisindeki genel keyifsizlik, Türk hane halkının 'tükeci güveni'ne de birebir yansımış durumda.

Terör eylemlerinin öncelikli hedefi olarak 'günlük hayattan geri bırakma' ara ara hissedildiğinde, esnafımızın, tüccarımızın hayatı daha da zora giriyor. Bu nedenle, on binlerce firmamızı rahatlatacak çözümleri üretmemiz gerektiği yönündeki arayışlarım son dönemde hiç aklımdan çıkmıyor.



Piyasa sıkışması iyi analiz edilmeli


Sürekli değişen küresel konjonktüre bakarak, Türk Lirası'nın yabancı para birimlerine karşı değer kazanmasını, döviz kurlarındaki gerilemeyi; aynı gerekçelere bağlı olarak, Borsa İstanbul 100 Endeksi'ndeki yükselişi, Türkiye Ekonomisi'nin koşullarının iyi olduğu şeklinde algılamayalım. Reel sektörde, çarşı, pazarda gözlenen sıkışma, bankacılık sektörü açısından tahmin edilenden daha yüksek miktarda kredinin yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor.

Türk iş dünyasının en öncelikli temsilcileri olan ticaret ve sanayi odalarında, oda yönetimlerine meslek komitelerinden, sektör komitelerinden gelen yoğun sorular, piyasaların nasıl açılacağı, piyasadaki Türk Lirası sıkıntısının nasıl aşılacağı noktasına yoğunlaşıyor.

Borç-alacak vadelerinin 2-3 aydan 5-6 aya uzaması, bize geçmiş yıllardaki tıkanmaları anımsatmakta.

Bu nedenle, vatandaşlarımızı ilgilendiren ekonomik meseleler, yeniden anketlerde ciddi yer tutmaya başladı.


Ekonomi Yönetimimiz açısından, reel sektördeki, çarşı, pazardaki bu sıkışmayı rahatlatacak tedbirler üzerine teknik çalışmaları hızlandırmak,

Ekonomi Koordinasyon Kurulu, Finansal İstikrar Komitesi ile, Ekonomik ve Sosyal Konsey'in seri toplantılar gerçekleştirerek, bugünden 6 ay sonraya, piyasadaki bu sıkışmanın, nakit para sıkışmasının nasıl çözümleneceği, piyasanın nasıl rahatlatılabileceği konularına yoğunlaşmaları yararlı olur,

gözüküyor. 3 yıldır aralıksız devam eden 'küresel algı operasyonu'na yönelik çabaları, karşı atakları yoğunlaştırırken, yerel meselelerimiz üzerine de kafa yormamız gerekiyor.

Reel sektör ile finans sektörünün içinde bulundukları koşullar, Ekonomi Yönetimimiz tarafından dikkatle takip edilmesi gereken bir ayrışma süreci yaşıyor.

Bu nedenle,

döviz kurlarındaki göreceli yumuşamadan, hisse senetleri endekslerindeki göreceli yükselmeden cesaretlenip, Türkiye Ekonomisi'nde işlerin iyi gittiği sanısına kapılırsak,

sonrasında, mevcut sorunların telafisi daha da zorlaşır. Ve, gün gelir, taşeron işçilerimizi heyecanlandıran sözleri de yerine getiremeyecek hallere düşeriz. Çünkü,

kamunun gelirleri de bu sorunlardan ciddi manada etkilenmeye başlar.


'Ekonomi Yönetimi' milli bir görevdir


1990'lı yıllardan bu yana, Soğuk Savaş bitmiş olsa da, zaman zaman neoliberal ekonomistlerin 'küreselleşme' analizleri ön plana çıksa da, gaza gelen kimi entelektüeller 'ulus devlet kavramı görevini tamamlamıştır' diye buyursalar da, ülkelerin siyasi ve ekonomik bağımsızlıkları, hele gelişmekte olan ekonomilerin 'ekonomik vesayet'lere karşı güçlü olma mücadeleleri, dünden daha önemli bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye'nin 'üretim ekosistemi'ni

güçlü kılacak çözümler üzerine, bir saniye ara vermeden dahi, çalışmak 'milli' bir görevdir. Böyle görevler söz konusu olduğunda da, değerli büyüğümüz Korkut Özal'

dan duyduğumuz bir söz hep aklıma gelir: “Lâ talebe ve lâ redde.''



#salt kur
#endeks
#Lâ talebe ve lâ redde
#Türk iş dünyası
#Soğuk Savaş