Geçtiğimiz Salı günü TÜİK, Eylül ayına ilişkin Dış Ticaret İstatistikleri’ni açıkladı. Eylül ayında genel ticaret sistemine göre ihracat %0,5 ve ithalat ise %14,6 azaldı. Bu veriler ışığında Ocak-Eylül döneminde ihracat bir önceki yılın aynı dönemine göre %0,5 azalırken ithalat ise %1,2 artmış oldu. Böylelikle Eylül ayında dış ticaret açığı 5.01 milyar dolar olurken Ocak-Eylül dönemi kümülatif açık da 87,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakam bir önceki yılın aynı dönemine göre %4,9’luk bir artışa işaret ediyor.
Elbette dış ticaretteki bu gelişmeler istediğimiz bir tabloya işaret etmiyor. Zira Türkiye’nin ihracatını artırırken ithalatını azaltmasını böylelikle kronik problemi olan cari açığının azaltılmasında dış ticaretin olumlu katkısını artırmasını istiyoruz. Ancak böylesi bir durumun gerçekleşmesi için eşanlı olarak bazı şartların oluşmasına ihtiyaç var.
Bunlardan ilki dış talep koşullarının iyileşmesi. Bu konu küresel ekonomideki konjonktürel gelişmelere ve ana ihracat pazarlarımızın kendi iç dinamiklerine bağlı. Yani içeride her şeyi doğru kurgulasak bile dış talep olmayınca ihracatı artırmak mümkün olmayabilir. Örneğin ana ihracat pazarımız olan Euro Bölgesi 2023’ün 3. çeyreğinde beklentilerin aksine bir şekilde daraldı. Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat’ın verilerine göre bölge ekonomisi Temmuz-Eylül döneminde bir önceki çeyreğe kıyasla %0,1 küçüldü. Dahası en çok ihracat yaptığımız ülke olan Almanya ekonomisi şu an teknik olarak resesyonda.
İkinci şart ise rekabetçi olabilmek. Bu konuda ihracatçıların beklentisi kurun enflasyon kadar artması. Oysa bunun yerine ürün bazında rekabetçi olma meselesi enine boyuna değerlendirilmeli. Çünkü Merkez Bankası’nın son çalışmalarından bir tanesi şu gerçeğe işaret ediyor: Reel döviz kuru hareketlerinin ihracat hacmi üzerindeki etkisi görece olarak oldukça sınırlı.
Son olarak en önemli konu ise iç talebe yönelik ithalatın azaltılması. Buradaki en önemli adımın diğer pek çok ülkenin yaptığı gibi korumacı politikalar olduğu aşikar. Eğer iç talebe yönelik ithalat para politikaları ile azalmıyor ise ithalatı azaltacak regülasyonlar için maliye politikalarının daha etkili bir şekilde devreye girmesi elzem.
Peki imalat sanayii ihracat meselesinin neresinde? TÜİK verilerine göre imalat sanayiinin toplam ihracattaki payı %94-95 seviyelerinde gerçekleşiyor. Yani imalat sanayii ihracatın ana aktörü. Zaten yine TCMB’nin bulgularına göre ihracattaki kalıcı ve sürdürülebilir kazanımların temelinde katma değeri yüksek ve teknolojik ürünlerin olması gerekiyor. Yani imalat sanayii ihracat konusunda sadece veri açısından değil aynı zamanda stratejik olarak büyük öneme sahip.
Peki imalat sanayiinin krediye erişimi ne durumda? Bu sorunun cevabı pek çok açıdan önemli. Zira Türkiye’deki işletmelerin neredeyse tamamına yakını işletme sermayesi de dahil olmak üzere finansmana yüksek oranda bağımlı. Yani krediye sürekli ihtiyaç duyuyorlar. Bu ihtiyacın giderilmesi ise imalat sanayiinin üretmesi ve ihracat yapabilmesi için ön şart. Ancak bir süre regülasyonlar yüzünden sektörlerin krediye erişimi görece çok düşük düzeydeydi. Son dönemde kaldırılan regülasyonların krediye erişimi kolaylaştıracağı vurgulanmıştı. Oysa ticari kredi faizlerinin geldiği nokta finansmana erişim probleminin ana kaynağı durumuna geldi. Yani imalat sanayiinin kredilere erişiminde çok belirgin zorluklar var. Özetle ekonomi yönetimi tarafından uygulanan sıkılaştırma programının hızı, dozu ve içeriğinin ekonomi üzerindeki beklenen etkisi nedeni ile bankalar; işletmeler bu faiz seviyelerini kabul etse bile onlara kredi tesis etmekten imtina eder durumdalar. Dahası bu faiz seviyelerinden kullanılacak kredileri ödemek için gerekli olan kârlılığın sağlanması ise çok zor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.