Bir piton, kral kobrayı yakalayıp boğarak öldürmeye çalışırken kral kobra pitonu ısırmış ve güçlü zehrini zerk etmiş. Zehrin etkisi ile hızlıca ölen ve iyice kasılan piton kral kobrayı daha da sıktığı için kral kobra da ölmüş. Eski Mısır ve Antik Yunan’da birbirlerine sarılı halde ölen iki yılanı tasvir etmek için “Ouroboros hali” kavramı kullanılıyor. Peki ben neden bugünkü yazıma bu kavram ile başladım?
Ekonomi doktorası yapmaya başladığım 2008 yılı yakın tarihin en büyük ve en etkili krizlerinin birisinin derinleşmeye başladığı döneme denk geliyordu. Açıkçası çok iyi olduğunu düşündüğüm eğitimime rağmen olan biteni anlamakta zorlanıyordum. Krizin nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini analiz edebilmekle beraber bu kadar göstere göstere gelen bir krize neden engel olunmadığını sorguluyordum.
Yerleşik iktisadi sistemi teorik olarak bilmekle beraber uygulamalar konusunda Türkiye’de ekonomi eğitiminin ne kadar geride ve eksik olduğunu görmek oldukça üzüntü vericiydi. Zira yerleşik iktisadi sistemde işler bize öğretilen arz-talep ve rasyonellikle ilerlemiyordu. Türevin türevinin türevi riskli varlıkların hiçbir geliri olmayan bireylere kredi ile satılıyor olduğu bir dünyadan bahsediyorum. Karşılıksız malların mübadele edildiği, karşılıksız para basılan ve ekonomi medyasındaki aktörlerin yönlendirdiği bir dünya.
Elbette kapitalizm bu şekilde işliyor. Sonuç olarak küresel ekonomik sistemin bir parçası olan Türkiye de bu “rasyonel” olarak adlandırılan politika setlerine ayak uydurduğu ölçüde entegrasyonunu sürdürebiliyor. Bu sistemde ise enflasyon hedeflemesi üstü örtük bir kur hedeflemesine dönüşüyor ve gün sonunda enflasyonla mücadele esasen “kurun artış hızını istenilen seviyede tutma” işine dönüşüyor. Bu bir eleştiri değil tespit ve tahmin ediyorum bu konuya en ağır eleştiriyi getirenleri işin başına koysanız onlar da muhtemelen bu şekilde hareket edeceklerdir. Dolayısıyla mesele kişiler veya politika setleri değil verimlilik ve üretim üzerine kurulu bir yapısal dönüşümün gerekliliği.
Kendimi bildim bileli Türkiye’de faiz tartışması vardır. Yaşı küçük olanlar belki hatırlamaz ama bizim neslimiz “enflasyon canavarı” ile başlayan ana haber bültenlerini izleyerek büyüdü. O günlerden bugünlere bankacılık sektörünün işleyişinde de pek bir şey değişmedi. Elbette sektöre yönelik güçlü regülasyonların sektörü yapısal olarak güçlendirdiğini biliyorum. Benim kastettiğim konu sektörün işleyiş mantalitesi.
Yazılarımı yakından takip edenlerin bildiği üzere ben Türkiye’de bankacılık sektörünü “kısa vade, yüksek faiz ve orantısız teminat” şeklinde tanımlıyorum. Çünkü kullandırılan krediler genellikle firmanın potansiyeline ya da işine bakarak değil sadece teminat yapısı incelenerek veriliyor. Dolayısıyla tüm firmalar bir noktadan sonra gayrimenkul sahibi olmanın krediye erişiminin anahtarı olduğunu keşfettiği için işleri ile alakalı olmayan gayrimenkulleri satın alıyorlar. Bu da çoğu zaman yüksek faiz maliyetine katlanmayı gerektiriyor. Yani bir işletme zaten yüksek faizli bir krediye erişebilmek için yine faiz yüküne katlanarak gayrimenkul almak zorunda kaldığı için aslında sürdürülemez bir maceranın içine giriyor. Sonrasında ise ilk çalkantı da her şey allak bullak oluyor ve elinde çok ciddi gayrimenkul stoğu olan firmalar bile ya konkordato ilan ediyor ya da batıyor.
Özetle Türkiye’nin esas meselesinin faiz ve enflasyondan daha ziyade sektörlerin üretkenliğini ve verimliliğini engelleyen bankacılık anlayışı olduğunu değerlendiriyorum. Bu bakımdan eğer burada kalıcı şekilde çözüm üreten bir yapısal reform yapılmaz ise yazımın başında bahsettiğim şekilde faiz ve enflasyon arasındaki “Ouroboros hali” ekonomiyi öldürmeye devam edecek.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.