Başlık, AK Parti Ankara Milletvekili, eski Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın son kitabına ait.
Yalçın Hoca, uzun yıllara sari siyasi kimliği ve çalışmaları dışında, dört mevsim meyve veren bir ağaç misali, durmaksızın kitap yazan, üreten ve de bu yönüyle kendisine
“Bu kadar işi hangi araya sıkıştırıyor acaba”
sorusunu sordurtan bir entelektüel aynı zamanda.
Kendisinin son kitabı Nebevi Liderlik ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i, şimdiye kadar yazdığı bir sürü kitap arasında bir
olarak nitelendirmek mümkün.
Böyle eserleri okumak, okuduklarımız üzerinde düşünmek, bizim gibi güncelin peşinden durmaksızın koşturanlar açısından büyük nimet aynı zamanda.
Bugün Kurban Bayramı vesilesiyle, biraz durup, hani o hikâyede olduğu gibi, dörtnala giderken aniden duran, bu duruma şaşıran Avrupalılara bu hareketinin gerekçesini
“Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik”
diye anlatan Kızılderili rehber gibi yapalım.
Yalçın Akdoğan, kitabında adı üstünde Peygamberimiz’in (s.a.v.) örnek hayatı üzerinden Nebevi Elçilik, Nebevi Otorite, Nebevi Devlet, Nebevi Siyaset, Nebevi Liderlik gibi kavramları analiz ediyor.
Kitabı okurken en çok ‘
’ kısım, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hicaz’da ismi yeni yeni duyulmakta olan bir medeniyetin liderliğini yaparken, dünyanın dört bir tarafına gönderdiği mektuplar, bu mektupları götüren elçilere verdiği öğütler ve bu mektup ve öğütlerin içerikleri oldu.
“NALSIZ DEVELER VE TEK NALLI ATLARIN ERİŞEBİLECEĞİ YERLER”
Günümüzde
diye tabir ettiğimiz kavramın bütün netliğini, bu mektuplarda ve elçilere dönük tavsiyelerde görebiliyorsunuz.
Örneğin, o dönemin iki büyük imparatorluğundan biri olan Bizans İmparatorluğu’nun başındaki isim Herakliyus’a gönderilen mektuptan bir kesit aktaralım:
“Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed’den Bizanslıların büyük reisi Herakliyus’a: Selâm hakikat yolunu izleyene. İlave edeyim ki, seni bütün olarak İslâm’ı kabule davet ediyorum. İslâm’ı kabul et ki felâh bulasın. İslâm’ı kabul et ki, Allah değerini iki kat artırsın…”
Bu mektuplardan birinde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) muhatap devletlerden birinin yöneticisine şöyle sesleniyor:
“Bil ki, benim dinim, nalsız develerin ve tek nallı atların erişebileceği yere kadar muzaffer olacaktır. Mühür: Allah’ın Resulü Muhammed.”
Akdoğan, ünlü âlim Hamidullah’tan atıfla Peygamberimiz’in kendi döneminde bu şekilde yüzlerce mektup gönderdiğini, bu mektupların günümüze sadece 6’sının ulaştığını aktarıyor.
Demek ki, Hicaz’dan ilâhî mesajı dünyanın her tarafına ulaştırmak için mektup diplomasisi yöntemi aktif bir şekilde uygulanmış.
ALENİLİK VE AÇIKLIK İLKESİ
“Nalsız develer ve tek nallı atlar”
metaforunun ne anlama geldiği, 50 yıl gibi kısa bir süre içinde Müslümanların doğuda Çin’e, batıda Atlantik kıyılarına, yani neredeyse dünyanın en doğusu ile en batısına ulaşmalarıyla mucizevi bir şekilde anlaşılmış oldu.
(Ki, tarihçiler, bu 50 yıllık ilerlemenin arkasındaki motivasyonu dünyalık kavramlarla anlamlandırmakta hâlâ güçlük çekiyorlar.)
Akdoğan, Paygamberimiz’in (s.a.v.) diplomaside ve tebliğde kullandığı bu yöntemi
ilkesine dayandırıyor.
Mektuplar, dönemin şartları gereği tabii ki
götürülüyor.
Şimdi burada az duralım ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hicaz çöllerinin dışına çıkmamış fakir elçilere nasıl bir özgüven aşıladığına bakalım.
Bizans Kayseri Herakliyus’a, öbür taraftaki büyük imparatorluk olan Sasanilerin kibirli Kisra’sına ve de daha yüzlerce yöneticiye, lidere, devlet başkanına mektup götürmekle görevlendirilen elçilere bakınız hangi sözlerle seslenmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Aranızdan bazılarınızı İslâm’a davet mektuplarıyla birlikte yabancı hükümdarların huzuruna göndereceğim. Gitmekten çekinmeyin. Bilakis, Hz. İsâ (a.s.), dinlerini tebliğ için kendilerini muhtelif memleketlere göndermek istediği zaman çekingen davranan ve oraların dillerini konuşamadıklarını ileri sürerek mazeret beyan eden Havariler gibi siz de gitmekte tereddüt etmeyin. O zaman İsâ’nın duası üzerine hepsi de mucizevi olarak gidecekleri memleketlerin lisanlarını öğrenmişlerdi.”
Yalçın Akdoğan’ın kitabını okurken bir ara Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a hakaret amacıyla yaptığı açıklamadaki o ifade aklıma takıldı.
“Sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs”
diye başlayıp giden o açıklamayı hatırlıyoruz değil mi?
İşin aslı, Akdoğan’ın kitabını okuyunca çağlar öncesinden gelen
mesajların çağımıza ne kadar da çok hitap ettiğini fark ediyorsunuz.
Hayırlı bayramlarınız olsun!