EDISYON:

Devlet neden duyarsız?

00:0023/03/2001, Cuma
G: 11/09/2019, Çarşamba
Mehmet Akif Aydın

Sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı: Bizde devlet her nedense halkın taleplerine karşı genelde duyarsızdır. Daha da ötesi en basit, en masum hak isteklerini şiddetle bastırma taraftarıdır. Buna mukabil bizzat kendi hakkının doğrudan gasbedilmesi hariç halkımız da hak taleplerini fazla desteklemiyor. Belirli bir süre desteklese bile bu hak aramalarının arkasında sürekli durmuyor. En azından genel olarak muhafazakar olarak niteleyebileceğimiz geniş kitlelerde devlete yönelik bir çekingenliğin, hatta

Sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı: Bizde devlet her nedense halkın taleplerine karşı genelde duyarsızdır. Daha da ötesi en basit, en masum hak isteklerini şiddetle bastırma taraftarıdır. Buna mukabil bizzat kendi hakkının doğrudan gasbedilmesi hariç halkımız da hak taleplerini fazla desteklemiyor. Belirli bir süre desteklese bile bu hak aramalarının arkasında sürekli durmuyor. En azından genel olarak muhafazakar olarak niteleyebileceğimiz geniş kitlelerde devlete yönelik bir çekingenliğin, hatta aşırı bir saygının hakim olduğu hep görülüyor. Bu da devletin temel hak ve hürriyetler alanında istediği gibi tasarruf yapması sonucunu doğuruyor.

Bu neden böyle? Gerek devletin milletin taleplerine karşı en azından lakayt davranmasının gerekse bizzat milletin kendi hakkını arama konusunda çekingen olmasının kendine has sebepleri olmalı.

Demokrasi en azından teoride bir uzlaşma rejimidir. Yönetenle yönetilenler hiç değilse temel tercihlerde belirli bir mutabakat içindedirler. Yönetenler icraatlarını bu mutabakata göre şekillendirirler. Bu yüzden de halkın ortaya çıkan yeni talepleri daima dikkate alınır. Çünkü bu ya mutabakatın çiğnendiğini veya varılan mutabakata bir rötüş yapma gereğinin ortaya çıktığı anlamına gelir. Türkiye bu teorik anlayışa uyuyor mu? Hayır.

Bunun Osmanlı''dan itibaren modenleşme sürecinde benimsenen modelle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Kabul etmek gerekir ki Tanzimat döneminden itibaren milletin değil, bürokrasinin tercihleriyle şekillenmeye başlayan bir modernleşme modeli benimsenmiştir. Tabiatıyla bir mutabakat zeminine dayanmayınca da milletin böyle bir modeli sahiplenmesi mümkün olmamıştır. Sahiplenme şöyle dursun kendi tercihlerini yansıtmayan bir modele karşı insanımız tepki göstermiştir. Osmanlı döneminde de göstermiştir, cumhuriyet döneminde de. Bu durumda kaçınılmaz olarak modelin zorla kabul ettirilmesi, millete rağmen milletin modernleştirilmesi ve "medenileştirilmesi" gündeme gelmiştir. Bürokrasi modernleşme süreci boyunca da bunda kendini hep haklı görmüştür. Bugün millete, milletin sahip olduğu değerlere yönelik olarak yapılan "irtica" mücadelesinde bin yıllık bir sürecin göze alınması bu haklı görüşün ifadesi değil mi?

Öte yandan kendilerini modelin sahibi olarak görenler, yani askeri ve sivil bürokrasi uyguladıkları modele güven duymadıklarından halktan gelen her hak talebini rejimin özüne yönelik bir saldırı olarak değerlendirmişlerdir. Kaybolan evlatlarını arayan annelerin bu arayışları rejimin özüne yönelik bir saldırıdır. Dînî inancı gereği başını örtme ülkeyi geriye götürme arayışıdır. İşkence iddialarını gündeme getirme anarşinin hortlama teşebbüsüdür. Hasılı hakim kadronun dayattığı modele en ufak bir tepki devletin ve ülkenin selametini tehlikeye atma olarak yorumlanmaktadır.

Tabiatıyla senelerdir baskıcı bir modelin uygulanması bürokraside ve hakim kadrolarda bu yönde bir alışkanlık meydana getirmiştir. Bugün en ufak hak taleplerinin şiddetle bastırılmak istenmesi bu alışkanlığın ve sisteme duyulan güvensizliğin ürünüdür.

Pekala böyle baskıcı bir sisteme karşı milletin direnci neden istenen noktada değil? Onu da izninizle gelecek yazıda ele alalım.

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.