Türkiye ekonomisinin 2024-2028 dönemine yön verecek Orta Vadeli Program (OVP), enflasyonla mücadeleyi temel öncelik olarak ortaya koyuyor.
Programın omurgası, hızlı bir dezenflasyon süreci ile fiyat istikrarının sağlanması, 2024’te %44 seviyesinde olan enflasyonun, 2028’de tek haneye (%8) düşürülmesi hedefleniyor.
OVP’deki ana fikir; bu düşüşün sağlayacağı öngörülebilirlik sayesinde yatırımların artması, işsizlik gerilemesi ve büyümenin istikrarlı bir şekilde yükselmesi ilişkisi üzerine kurulu gözükmektedir.
Buna göre; enflasyondaki gerilemenin ekonomiye yansımasıyla birlikte işsizlik oranının %8,7’den %7,8’e düşmesi öngörülüyor.
Cari açık milli gelire oranla %1 civarında istikrarlı bir seviyeye otururken, bütçe açığı da her yıl azalacak.
Borç stokunun düşük seviyelerde korunmasıyla birlikte mali disiplin güçlenecek.
Sonuç olarak düşük enflasyonun getirdiği güven ortamında büyüme oranı %3,3’ten başlayarak %5 düzeyine ulaşacak.
OVP’deki hedefin karşılığı var mı?
Türkiye’nin geçmiş deneyimleri ve akademik bulgular, yüksek enflasyonun büyümeyi sınırlayan en kritik unsur olduğunu gösteriyor. Bunun dört temel mekanizması öne çıkıyor:
1- Belirsizlik etkisi: Yüksek ve oynak enflasyon, fiyat öngörülerini bozuyor. Yatırımlar azalıyor, iş dünyası kısa vadeli ticarete yöneliyor.
2- Finansman maliyetleri: Enflasyon yükseldikçe faizler artıyor. Bu da yatırımların finansmanını pahalılaştırarak sermaye oluşumunu engelliyor.
3- Kaynak dağılımı bozulması: Firmalar üretim yerine stoklama ve dövize yöneliyor. Verimlilik artışı sekteye uğruyor.
4- Gelir dağılımı ve tasarruflar: Sabit gelirli kesim kayba uğruyor, iç tasarruflar eriyor. Bu da yatırımlar için gerekli kaynakları daraltıyor.
Stanley Fischer’in (1993) The Role of Macroeconomic Factors in Growth başlıklı çalışması, enflasyonun büyüme üzerindeki olumsuz etkilerini açıkça ortaya koyuyor. 1960-1989 döneminde 100’den fazla ülke verisini inceleyen Fischer, üç kritik bulguya ulaşıyor:
* Yüksek enflasyon düşük büyüme demek. Uzun vadeli büyüme hızları enflasyon yükseldikçe net biçimde düşüyor.
* Makro istikrarın önemi. Bütçe açıkları ve borç sürdürülemezliği de büyüme performansını zayıflatıyor.
* Belirsizlik etkisi. Yüksek enflasyon, uzun vadeli yatırımlar yerine kısa vadeli kazançlara yönelimi artırıyor, sermaye birikimini yavaşlatıyor.
Türkiye, özellikle 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında yaşadığı yüksek enflasyon–düşük büyüme döngüsü ile bu bulgulara tipik bir örnek oluşturuyor.
Fischer’in çalışmasına göre yüksek enflasyonun büyümeyi sınırladığı üç temel kanal var:
1- Yatırımlar: Fiyat sinyalleri bozulduğu için uzun vadeli projeler cazibesini kaybediyor, toplam faktör verimliliği düşüyor.
2- Bütçe açıkları: Aşırı kamu harcamaları borçlanma ve para basımıyla finanse ediliyor, faizler yükseliyor, özel sektör yatırımları dışlanıyor.
3- Politika tercihleri: Sorun sadece enflasyon değil, yanlış makro politikaların yol açtığı istikrarsızlıktır.
Türkiye’nin OVP’si, düşük enflasyonu büyümenin ön şartı olarak tanımlıyor. Fiyat istikrarı sağlandığında yatırımlar artıyor, işsizlik düşüyor, mali disiplin korunuyor ve büyüme sürdürülebilir hale geliyor.
Bu nedenle enflasyonla mücadele, yalnızca parasal bir hedef değil; aynı zamanda uzun vadeli kalkınma stratejisinin merkezinde yer alan bir politikadır.
Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin başarısı, bu dezenflasyon sürecini kalıcı hale getirme iradesine bağlı olacaktır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.