Süreç sabote edilmek isteniyor… Riskler ve çözüm önerileri…

04:002/05/2025, Cuma
G: 2/05/2025, Cuma
Mehmet Metiner

İmralı heyetinin 27 Şubat’ta açıkladığı metinde Öcalan aynen şöyle diyordu: “Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm

İmralı heyetinin 27 Şubat’ta açıkladığı metinde Öcalan aynen şöyle diyordu:


“Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.


Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”


Öcalan’ın çağrısı herkesin rahatlıkla anlayabileceği şekilde gayet açık.


Çağrının doğrudan muhatabı, kendi örgütü.


“Devletle ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın” diyor.


Alınacak kararı da açıklıkla belirtiyor: “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”


Niçin mi?


“Devlet ve toplumla bütünleşme için.”


Evet, Öcalan’ın dediği bu.


Silah yerine yalnızca demokratik siyasetin esas alınması öngörülüyor.


Yeni paradigmanın üzerine oturduğu esas anlayış bu: “Devlet ve toplumla bütünleşme.”


Selahattin Demirtaş’ın kendisiyle Edirne cezaevinde yaptığım görüşmede dediği tam da bu yeni paradigmanın özetiydi.


Şöyle diyordu Demirtaş:


“Devlet bizim devletimiz. Biz devletimizi büyütmeye geliyoruz. Silah bırakmanın şartı olmaz. Demokratikleşme talepleri silah bırakmanın şartı olamaz. Devletimiz, ülkemiz ve hepimiz için demokratikleşme gerekiyorsa oturur birlikte konuşuruz, birlikte karar veririz.”


Mealen dediği buydu.


Bilge lider Bahçeli’nin bu kanlı sorun çözüldükten sonra sıranın birlikte hepimize kazandıracak yeni bir Türkiye’nin inşa sürecine yaptığı vurgunun anlamı da amacı da buydu.


“Büyük reformlar” müjdesi derken kastettiği de buydu.


Cumhurbaşkanımızın “Türkiye Yüzyılını birlikte inşa edeceğiz” derken kastettiği şey de tam olarak buydu.


Öcalan’ın açıklama metnini tekrar okudum.


Acaba gözden kaçırdığım bir şey mi var diye.


Silah bırakmanın şartı ileri sürülmüştü de ben mi kaçırmıştım?


Hani belki ima yoluyla söylediği olmuştur diye tekrar tekrar okudum.


Ben ne açık ne örtük bir şart bulamadım.


Bulan varsa çıkıp açıklasın bilelim.


Bu bir al-ver süreci değildir.


Al-ver ilişkisine dayalı bir müzakere süreci değildir.


Fesih ve silah bırakmanın şartlara bağlandığı bir müzakere süreci değildir.


Silahın ne şekilde nasıl bırakılacağı ve silah bırakanların toplumla nasıl bütünleşecekleri gibi konular elbette karşılıklı konuşulur.


Bu konuda atılacak adımlar, başka bir deyişle, sürecin başarıyla sonuçlanmasını sağlayacak yasal ve hukuki altlığın oluşturulması olmazsa olmaz bir gerekliliktir.


Bu sürecin selameti için ve barışın kalıcılaşması için yapılması gereken bir şeydir.


Bunu silah bırakmanın şartıymış veya talebiymiş gibi ortaya koymak, Öcalan’ın ilan ettiği yeni paradigmanın tersine hareket etmekten öte bir anlam taşımaz.


Başka bir deyişle de süreci içeriden enfekte etmekten gayrı bir anlam taşımaz.


O yüzden ikisini birbirine karıştırmadan konuşmak ve davranmak lazım.


Süreci sabote etmek isteyenler ne diyorlar?


“Bu bir al-ver sürecidir” diyorlar.


Söz ve davranışlarımızla bu algıyı beslersek, işte o vakit süreci bozmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyoruz demektir.


Öcalan’ın dedikleri ortada.


Bunu bir “pazarlık süreci”ne dönüştürecek davranışlar, süreci bozmak isteyenlerle aynı oyun planı içinde yer almak anlamına gelir.


İçerde yatan hükümlüler veya hasta hükümlüler meselesi insani bir meseledir.


Demokratikleşme talepleri de herkesin destek vereceği talepler cümlesindedir.


Ancak bu taleplerin fesih ve silah bırakmanın şartıymış gibi takdim edilmesi veya böyle bir algının oluşmasına sebebiyet verilmesi asla doğru değildir.


Sözü edilen talepler, süreç olsa da olmasa da hepimizin olmasını istediği insani ve demokratik taleplerdir.


“Sürecin sonunda bunlar olacak” algısı oluşturmak sürecin ruhuna ve amacına terstir.


“Süreç başarılı olmazsa demokratikleşme olmaz” algısı da varlık nedeni daha fazla demokrasi ve herkes için özgürlük olan AK Partimizin temel iddiasına terstir.


Demokratikleşme talepleri, fesih ve silah bırakmanın şartı değildir.


Şartı olarak sunulması sürecin ruhunu ve amacını en basitinden anlamamak demektir.


Bilinçli bir öteki davranışın adı da düpedüz sürece ihanet olur.


Öcalan’ın fesih ve silah bırakma şartı ileri sürmediğini söyledim.


Metinden bu açıklıkla görülebilir.


En önemlisi, etnik-ulusal çözüm taleplerini dile getirmenin bile yanlışlığına ve zararına vurgu yapan bir Öcalan paradigması söz konusu.


Öcalan şöyle diyor o çağrı metninde:


“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”


Burada apaçık dıştalanan etnik milliyetçi talepler ortada.


Bunlar zaten silah bırakmanın şartı değil.


Olamaz da.


Ayrı bir ulus devlet, federasyon ve özerklik dıştalandığına göre demek ki ortada o süreç karşıtlarının iddia ettiği gibi devletimizin ve milletimizin bekasını tehdit edecek bir “al-ver süreci” kesinlikle yok.


Burada şu yanlışa da düşmemek lazım:


Fesih ve silah bırakmanın şartı ve sonucu asla olmaması olmayan özgürlükler bahsi her düzeyde gerçekleşmesi gereken şeydir.


Bu bahsi diğerdir.


Ancak bu kritik süreçte bu tür demokratik taleplerin silah bırakmanın şartıymış gibi takdiminden kaçınılması, hem sürecin ruhuna ve amacına sadık kalmanın bir gereğidir hem de sürecin başarıyla tamamlanması için izlenmesi gereken siyaset yoludur.


Burada önemle dikkat çekmek istediğim bir iki husus var.


Bu ayrımlar gözetilmezse ve herkesin hassasiyetleri ve hususiyetleri nazarı dikkate alınmazsa süreci sabote ihtimali doğabilir.


Denizi geçerken derede boğulmamak gerek.


O yüzden şu ayrımlar ve hususlar bence hayati derecede önemli:


Bir: Öcalan’ın silah bırakma çağrısı PKK’nın bütün unsurları için geçerli. Buna Suriye’deki YPG de dahil. Başka türlü açıklamalar ve davranışlar, Öcalan’ın çağrısını boşa çıkartmak ve yeni siyasi paradigmasını sabote etmek anlamına gelir.


İki: Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, özünde silahın Türkiye’ye karşı kesinlikle tehdit unsuru olmaktan çıkması ve PKK’nın da kendini feshedip bir Türkiye gücü haline dönüşmesi demek. “Devletle ve toplumla bütünleşme” ifadesi tam olarak bu anlama gelir. Bunun nasıl gerçekleşeceği meselesi bahsi diğerdir. Yeri burası değildir.


Üç: İkinci maddedeki amaç Türkiye’de farklı, Suriye’de farklı gerçekleşebilir. Öcalan’ın Türkiye için öngördüğü iç düzenlemeler, asıl ruha ve amaca sadık kalmak şartıyla Suriye’de farklı gerçekleşebilir. Türkiye’nin bu konuda tekçi bir formülasyonla değil, esnek ve çözümcü seçeneklerle yol yürümesi sürecin selameti açısından elzemdir. Asıl amaca odaklanan bir çözümcü siyasal akıl kazandırır. Türkiye’de silahlar tümden bırakılırken Suriye’de silahlı güçler Suriye ordusunun merkezi gücüne eklemlenebilir. PKK’nın diğer unsurları da toplumla bütünleştirilebilir.


Dört: PKK’nın fiili silahlı gücüne yaslanan etnikçi bir federatif veya özerk yapı kabul edilemez. Bu zaten Öcalan’ın tarihi çağrısına uygun değil. Aynı şekilde Türkiye için de tehdit unsuru. Suriye Kürtlerinin kendi varlıkları ve gelecekleri için talep ettikleri şey, birleşik Suriye amacını gerçekleştirmeyi esas almalıdır. Kendi milli ve insani haklarının talebi ne kadar demokratik ve insani bir gereklilik ise etnikçi-milliyetçi bir siyasal çizgiye ve çözüm yollarına savrulmaktan kaçınmaları da bir o kadar gerekliliktir. Kendi bölgelerindeki demografinin bile buna müsaade etmediğini bilerek hareket etmeleri, siyasal aklın bir gereğidir.


Beş: Türkiye, Suriye Kürtlerinin hamisi olarak hareket etmelidir. Eski Türkiye refleksiyle hareket etmek, Suriye Kürtlerinin demokratik hak taleplerini peşinen etnikçi-bölücü-zararlı diye niteleyip karşıt bir duruş içine girmek, eski Türkiye’nin refleksine dönüş anlamına gelir. Kürtlere yönelik kazanımcı bir siyaset ve Kürtlerin kazanımlarını kendi kazanımları olarak görüp destekleyen ve en önemlisi bu süreçte Kürtlerin haklı taleplerini yanlış siyasi mecralara akıtmak isteyenlerin de oyunlarını bozacak sahiplenici ve kuşatıcı bir siyasal akıl üzre olmak olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.


Altı: Suriye Kürtlerinin tek demokratik Suriye çatısı altında ademi merkeziyetçiliğe vurgu yapan sözleri, silahlı gücü de olan etnik bir federasyon istedikleri biçiminde peşinen yorumlanıp reddedilmemelidir.


Merkezle birlikte yerelin demokratik biçimde farklı formüllerle tanzimi bizim karşı çıkacağımız bir formül olmamalıdır.


Bizim karşı çıkacağımız formül şu olmalıdır:


-Etnik temelde federasyon.


-PKK yönetiminde silahlı gücü olan federal veya özerk bir yapı.


Silahlı gücü olmayan ama demokratik temelde yerel yönetimlerin güçlü kılındığı ve her etnik-milli kimliğin de kendi dilini ve kültürünü özgürce yaşatabildiği bir model hem Suriye’ye kazandırır hem de Türk-Kürt-Arap ittifakının güçlü bir biçimde tarih sahnesine çıkmasını sağlayabilir.


Türkiye Suriye’deki bütün bileşenleri -dini, milli ve mezhebi- demokratik tek Suriye çatısı altında bir arada güçlü tutacak bir formüle arka çıkmak suretiyle hem barış sürecinin başarıyla tamamlanmasını mümkün kılar hem de herkesin umut bağladığı küresel bir güce dönüşür.


Yedi: Irak’ta Barzani Kürt yönetimini en başta kendisi için tehdit olarak gören ve neredeyse işi savaş noktasına kadar taşıyacak bir safhaya götüren eski Türkiye aklı yerine bugün Barzani Kürt yönetimini Türkiye’nin güçlü kardeş gücüne dönüştürebilen yeni Türkiye aklını sürdürmelidir.


Irak’takine benzer silahlı gücü olan PKK yönetimindeki silahlı gücü olan bir özerk yapıyı değil ama silahlı ordusu olmayan bir Kürt bölgesel gücünü kendi gücü olarak görüp bağrına basan bir Türkiye aklını acilen harekete geçirmelidir.


O eski Türkiye’nin aklıyla Kürtlerin her talebine anında “bölücü-zararlı” diye bakan akıl sahiplerinin aklı artık tarihe uğurlanmalıdır.


Sekiz: PKK’nın silahlı gücü olan bir etnik özellik ve federasyonda ısrar etmesi, süreci sabote eder. Bir savaşa yol açar. Bu yıkıcı ve kaybettirici hayalden vazgeçmek gerek.


Barzanici Kürtlerin Irak’takine benzer silahlı ordusu olan bir etnik federasyon talebinde ısrarcı olmaları ve Barzani yönetiminin de buna destek veren bir konumda kendini hizalandırması Kürtlere kaybettirir ve Türkiye-Barzani ilişkilerini de sabote eder.


Türkiye’nin Suriye Kürtlerinin kendi bölgelerinde kendilerini tek devlet çatısı altında yönetme ve kendi milli kimliklerini koruma talebini peşinen bölücü-zararlı diye telakki edip reddetmesi de Türkiye’nin yeni siyasi aklıyla inşa etmek istediği “Türkiye Yüzyılı” projesine zarar verir.


Türkiye’nin herkese kazandıracak ve hiç kimseye kaybettirmeyecek, dahası herkesi kendinde buluşturacak bir öncü güce kendini dönüştürmesi acil bir mecburiyettir.


SONUÇ


Önceki çözüm süreci Suriye üzerinden bozulmuştu.


Şimdiki barış sürecinin Suriye üzerinden bozulmasına zinhar izin verilmemelidir.


#DEM Parti
#İmralı
#Mehmet Metiner