Haniye’nin ardından Hamas liderliğine geçen Yahya Sinvar’ın şehit edilmesini, 7 Ekim’den bu yana devam eden İsrail soykırımı ve suikastlarının doğal uzantısı sayarsanız sürpriz yok…
Ancak Sinvar’ın öldürülmesinin ardından yapılan, seri açıklamalardaki benzer çizgiler, yas ve dualarımızın arasında ikirciklenmeyi ihmal etmememizi tavsiye ediyor…
Bir kere, ABD’nin tüm yetkili/ilgili ağızlarından gelen hızlı açıklamalar arasındaki uyum merak edilmeli…
: “Sinvar öldü. ABD ve dünya için iyi bir gün. Netanyahu ile konuşup tebrik edeceğim ve rehinelerin serbest bırakılması için anlaşmaya varmanın yollarını arayacağım. Bu Gazze’de ‘ertesi gün’ için bir fırsat. Sinvar bu fırsatın önünde engeldi”…
Başkan Yardımcısı ve ‘Başkan adayı’ Harris
: “Bu an bize Gazze’deki savaşı nihayet sona erdirme fırsatı veriyor”…
ABD Dışişleri Bakanı Blinken
; “Sinvar’ın ölümüyle dünya daha iyi bir yer oldu. Önümüzdeki günlerde çatışmanın sona erdirilmesi için ortaklarımızla birlikte çabalarımızı artıracağız”…
ABD yönetiminin külliyen Sinvar’ın ölümünden mutlu oldukları anlaşılıyor. Öyle ki,
bile resmi ‘tebrik’ mesajı yayınlamış bulunuyor…
Burada kısa parantez açıp, bir kerteriz noktası olarak hem içeriye hen dışarıya tekrarlayalım; “
Ukrayna savaşını Rusya saldırısı ile başlatanlarla İsrail-Filistin sorununu 7 Ekim’de başlatanlar “aynıdır
”! Kapattık.
Peki bu coşkunun sebebi sadece bir düşmanın ortadan kaldırılmış olması mı?
, eş zamanlı, seri ve uyumlu bu açıklamalar
Sinvar cinayetinin içinde ABD’nin de olduğunu ihsas ediyor
. Salt siyaseten değil fiilen de! Kendilerine yol açmaları gerekiyordu, belli ki planlamışlar…
, politik olarak Washington’u sevindirmesinin sebebi; ki,-Netanyahu’nun aynı anda yaptığı açıklamada ‘aralık kapı’ hissediliyor-5 Kasım seçim gerçekleri, İsrail’in İran’a gerçekleştireceği ama çapı henüz belirsiz saldırının potansiyel sonuçları, insanlık karşıtı toplu kıyımın ABD’yi küresel vicdanın gözünde düşürdüğü yerde oluşan toplamın Beyaz Saray’ı bunaltması…
Sinvar’ın eksilmesini, İsrail rezilliğini seçim ertesine öteleme, en azından barış yoluna çıkılmış görüntüsünü kendi halkına yutturacak zamanı yakalama fırsatı olarak görüyorlar.
‘7 Ekim’i öldürmüş’ sayıyorlar.
Nihayetinde ortaklıklarının,
“bölgenin sadece İsrail’e kalması” planına
yaslandığını da zımnen teyit etmiş oluyorlar. Hesap böyle olunca, ‘Sinvar’ı kim sattı’ sorusu meşru oluyor!
3+3: HEGEMONU BEKLEMEDEN!..
‘Hegemonu beklerken’ sadece Ortadoğu’da değil, Balkanlarda, Kafkaslarda, Akdeniz ve Afrika’da başımıza yüzlerce kez neler neler geldiğini tam öğrendik, dersimizi sindirdik mi acaba?
Bu tecrübelerin ışığında gerçekleşeceğini umduğumuz toplantılardan biri de bu satırlar yazılırken İstanbul’da yapılıyordu…
Türkiye, Rusya, Azerbaycan, İran, Gürcistan ve Ermenistan
dışişleri bakanları, Ermenistan-Azerbaycan savaşının kritik çıktılarından biri olarak tasarlanan, gerçekleşmesi halinde ağırlığınca kıymetli stratejik miras üretecek “3+3” formatında bir araya geldiler. (Gürcistan’ın bu oturuma katılımı netleşmemişti.)
Bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifadesiyle, “
”…
Kafkasya özelinde bir düşüncenin ürünü olsa da 3+3, hem bu ülkelerin kendi aralarındaki ikili-üçlü konular hem de her ülkenin Orta Asya, Çin, Rusya, Türk Devletleri Teşkilatı, enerji ve yolları, denizlerle ilişkileri
daha büyük bir haritaya basıyor
. “Çok güzelliği” oradan!
Umarız, şimdilik aralarındaki sorunların aşılması ve ilişkilerin gelişmesine yoğunlaşan bu ülkeler,
bir araya geldiklerinde, hele “hegemonu beklemediklerinde”, dünya haritasında nasıl bir ‘
’ oluşturduklarının farkındalığıyla davranırlar…
‘AB KAPISINDA SÜRÜNDÜĞÜMÜZ YETMEDİ, BİR DE BRICS’İN KEYFİNİ Mİ BEKLEYECEĞİZ’?
ABD başkanlık seçimleri Türkiye’de izlenmeye çok önceden başlardı. Şimdi Trump faktörü ile Ukrayna ile İsrail sorunları olmasa belki o kadar bile ilgi görmeyecek. Ancak Ekim sonunda medyanın ilgisi yükselecekmiş gibi görünüyor…
Salı günü ise (22 Ekim) BRICS zirvesi başlayacak Kazan’da. Türkiye hem BRICS’e katılım ‘niyetini belli ettiği’ için hem bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan katılacağı için önümüzdeki hafta-göreceksiniz-BRICS’le yatıp kalkacak…
Bizde Batıcıl kesim meseleyi hâlâ, doğu-batı arasında tercih darlığına sıkıştırdığından, varoluşsal nedenleri de Batı’yla ilişkilere bağlı olduğundan, BRICS’i ele alırken objektif davranamıyor…
Eleştirilerini bile geliştiremiyorlar; ‘efendim BRİCS daha başlangıç aşamasında’. Sanki son aşamasında olsa sizi itekleyip öne geçecekler. Oysa Batı “son aşamasında” olmasına rağmen, “Batı’nın kanatları altından çıkmamalıyız” diyebiliyorlar.
‘Doğu’nun dünyaya söyleyebileceği moral değerleri yok’. Batı’nın moral değerlerinden haber var mı?
Esasen bu sorular dahi tuzak. Rusya’yı, Çin’i, Türk Devletleri’ni, Orta Asya’yı, Batı Asya’yı ezikleyerek geçirdiğiniz bu anlar, ‘doğunun’ rakamsal yükseklikleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin menfaatlerine uygun kalabilecek mi?
Anahtar şu; “
Batı merkezli refah ekosistemi dışında kalan ülkeler Doğu merkezli bu yapılara teveccüh gösteriyorlar
”.
Altına bin madde ekleyebilirsiniz; küresel adalet ve ahlakın örselenmişliği, sömürü düzeni, son büyük savaş sonrası çöken Batı nizamı, global ekonominin patinaj çekiyor oluşu, yenilenememe hali, yaşlılık hali, fikr-i sabitler, uzar gider…
Peki
Türkiye, bu Batı merkezli refah ekosistemi içinde mi kaldı yoksa dışlandı mı
? Veya on verip anca ve kerhen bir aldığı kadar mı içeride tutuldu?
Bugün bile, çok kutupluluk nedeniyle değil,
çok kutupluluğun kendisi olmaya aday bir ülke olarak
, Türkiye’de insanlar BRICS, doğu, ŞİÖ vs derken ağızları-burunları yamuluyor. Neden?
. Diyemiyorlar ki, “Türkiye’nin çıkarı nerede”?