Türkçenin yağmalanması

04:0014/07/2025, Pazartesi
G: 14/07/2025, Pazartesi
Ömer Türker

Türkiye’de üzerinde en çok durulması gereken meselelerden biri sanırım Türkçenin son yüz elli yıldaki dönüşümüdür. Osmanlı’nın son döneminde kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla başlayan dilde sadeleştirme temayül ve hareketi, Batılılaşmanın resmî ideoloji haline geldiği Cumhuriyet döneminde Türkçeyi dinî referanslardan arındırma sürecine evrildi. Bu süreç hala doyuma ulaşmadı. Türkçenin bin dört yüz yılda biriktirdiği anlam ve kelime zenginliğini tam yüz elli yıldır yok etmeye çalışıyoruz

Türkiye’de üzerinde en çok durulması gereken meselelerden biri sanırım Türkçenin son yüz elli yıldaki dönüşümüdür. Osmanlı’nın son döneminde kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla başlayan dilde sadeleştirme temayül ve hareketi, Batılılaşmanın resmî ideoloji haline geldiği Cumhuriyet döneminde Türkçeyi dinî referanslardan arındırma sürecine evrildi. Bu süreç hala doyuma ulaşmadı. Türkçenin bin dört yüz yılda biriktirdiği anlam ve kelime zenginliğini tam yüz elli yıldır yok etmeye çalışıyoruz ama hala bitiremedik. Dilimizi Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırma çabasının ne anlama geldiği üzerine düşünen ve bu çabanın mahzurlarını haykıran aydınlarımız hep var olageldi fakat çığlıkları ideolojik yaftalamaların kurbanı oldu. Mesele aslında İslamcılık, milliyetçilik, Batıcılık, solculuk gibi ideolojik tarafgirliklere feda edilemeyecek kadar önemli. Yani dil meselesi Türkiye’de belirli bir kesimin sorunu değil, Türkçe konuşan dünyanın ortak sorunu. Bu sebeple meseleyi doğru kavramak için Türkçeyi, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırmanın ne anlama geldiği sorusunu cevaplamak gerekir. Sanırım bu soru birkaç maddede cevaplanabilir.

1. Sadece Türkçeyi değil herhangi bir dili bin yılı aşkın sürede oluşmuş bir kelimeler dağarcığından arındırma çabası, dili kendi geçmişinden arındırmaya çalışmak demektir. Bu, bir tür tarihsel evrakı imha etmek gibidir. Nasıl ki bir dönemi anlatan yazılı materyalleri, sanat eserlerini veya mimari kalıntıları imha ettiğinizde o döneme dair hafızayı da imha ederseniz dilde tarihi taşıyan kelimeleri yok ettiğinizde de dilin geçmişle bağlantısını koparırsınız. Geçmişle bağlantısı kopan dil, karakterini önemli ölçüde kaybeder, savunmasız hale gelir ve kolayca doldurulacak hatta doldurulması gereken obruklar cennetine dönüşür. Maalesef Türkçeyi bu hale getirmeyi başardık. Gündelik dilden felsefe diline varıncaya dek, Batı dillerinden herhangi bir kelimenin kullanılmasında hiçbir beis görülmediği gibi Türkçenin dil yapısına uyup uymadığına da bakılmaksızın fütursuzca kelime uydurmak mübah sınırını bile aşıp müstehap hale geldi. Türkçe iyiden iyiye savunmasızlaştı. Devletin tahayyül sınırlarını zorlayacak derecede büyüdüğü ve her şeye uzanabildiği bir dönemde Türkçe hayasız bir şekilde akademik, kültürel ve ticari mafyaların eline düşmüş durumda.

2. Türkçe özellikle on altıncı yüzyılın ikinci yarısından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar dünyanın en gelişmiş dillerinden biriydi. Gündelik dilden edebi ve bilimsel dile varıncaya dek kelime dağarcığını Arapça ve Farsça kelimelerle zenginleştirmekle kalmamış, insanlığın birikimini ifade edecek bir olgunluğa erişmişti. Hatta tuhaf gelebilir ama on yedinci ve on sekizinci yüzyıl Türkçesi Arapça ve Farsçadan da daha fazla kabiliyete sahiptir. Dünyada grameri hakkıyla yazılmadığı halde bu kadar güçlenen başka bir dil var mı bilmiyorum. Dilde sadeleştirmeyle başlayıp dili budamaya dönüşen süreçte Türkçe, binlerce âlimin, filozofun, sanatkarın, bürokratın, siyasetçinin ve zanaat erbabının bin yılı aşkın zaman dilimine yayılan çabalarıyla kazandığı bu gücünü maalesef yitirdi. Bunun en acı tezahürlerden biri, dilin yeniliklere ayak uydurma kabiliyetinin korkunç derecede kötürümleştirilmiş olmasıdır.

3. Türkçenin ayıklanma sürecinin belki de en hazin tarafı, nesillerimiz arasında anlam ve değer kopuşları doğurmuş olmasıdır ki bu kopuşlar hala günden güne artarak devam ediyor. Zaman ilerledikçe yetişen nesiller, önceki nesillerin dilini anlamakta ve dünyalarına girmekte zorlanıyor. Şimdilerde orta veya yüksek öğretimden mezun olan bir öğrenci, bırakın Ahmet Mithat Efendi gibi Osmanlı aydınlarını kırklı, ellili ve altmışlı yıllarda yazılmış edebiyat eserlerini dahi anlamıyor. Peyami Safa ve Falih Rıfkı Atay gibi yazarların metinlerini sadeleştirmeden anlayabilecek ortalama bir öğrenci seviyemiz yok. Şu anda ortalama lise öğrencisi zannediyorum Orhan Kemal ve Yaşar Kemal gibi yazarların metinlerini dahi sözlüksüz okumakta zorlanır. Üniversitelerimizin herhangi bir bölümünden mezun olan bir öğrenci Orhan Şaik Gökyay ve Fuad Köprülü’yü kesinlikle okuyup anlayacak durumda değil. Hafızamızı yitirdik diye konuşup duruyoruz ama hala yitirmeye devam ediyoruz. Bir türlü doyuma ulaşmayan ve dibe varmayan bir düşüş sürecini ısrarla sürdürüyoruz. Bu gidişle doksanların şarkılarını anlamaktan aciz bir toplum olma başarısını bile gösterebiliriz.

Bu maddeleri artırmak veya derinleştirmek mümkün. Şimdiye kadar pek çok aydın zaten daha fazlasını dile getirdi. Fakat Türkiye’de dil sorunu hiçbir zaman aşırı veya huysuz bir grubun şikayetlenme yahut eleştiri hazzı yaşadığı bir mesele olmadı. Bundan sonra da olmayacağı aşikâr. Bu işin ciddiye alınması, okullarda dil ve edebiyat eğitiminin güçlendirilmesi, özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türkçelerinin alfabeleriyle birlikte öğretilmesi gerekir. Fakat bunun sadece birkaç edebi metin üzerinden yapılması, çabaları akim bırakır. Sanat, felsefe, edebiyat, din gibi temel alanların kelime dağarcığını, anlatım biçimlerini ve bakış açılarını öğrenmeyi mümkün kılacak bir müfredat hazırlanması gerekiyor. Bu mesele kesinlikle bir ideoloji meselesi değil. Ne dindarlık ne de dinsizlikle alakalı. Milletçe var oluşumuzun bize yüklediği zorunlu bir vazife. Bu bakımdan geciktiğimiz her anın bu milletin aleyhine işlediğini unutmayalım.

#Aktüel
#Hayat
#Ömer Türker