
Böyleydik biz. Okula yetişmeye çalışırken oyuna, derse yetişmeye çalışırken okumaya, işe yetişmeye çalışırken aileye, toplantıya yetişmeye çalışırken namaza, eve yetişmeye çalışırken tuvalete, para kazanmaya çalışırken dostlara; yani senin anlayacağın cancağzım, hep bir şeylere yetişeceğim diye hep bir şeye geç kalan insanlardık.
Zaman çok hızlı akıyor dedik, çok meşgulüz dedik, çok işimiz var dedik çıktık işin içinden. Bahane bulmak kolaydı ve bedavaydı çünkü. İnsan kendi eksiğini itiraf etmekte ne kadar tembelse, suçu bir başkasına atmakta o kadar mahirdi. Hatayı yapan hep bizdik ama suç hep başkalarının oldu bu yüzden.
Durmak aklımıza gelmedi, biraz yavaşlamak, fark etmek ve terk etmek, biraz istiğna ve iktifa biraz, gelmedi aklımıza hiç. Başımızı iki elimizin arasına alıp, yahut karşımıza alıp kendimizi iki dertleşmek, bir soru sormak gelmedi aklımıza. İşimize gelmedi, aklımızdan çok. Sormak tercih yapmaktı ve tercih yapmak bedel ödemek. Ne o soruyu soracak kadar akıllı olabildik, ne o tercihi yapacak kadar samimi ne de o bedeli ödeyecek kadar cesur. Oturmadıysak bir masada kendimizle kendimiz baş başa, kırmadıysak okkalısından iki çift lafın belini, dahası kırmadıysak kendimizin kafasını gözünü bundandır hep. Ne ‘fe eyne tezhebun?’ a vaktimiz oldu bizim ne ‘quo vadis?’e.
Biz bir şeye geç kalmamak için başka bir şeye geç kalanın kendimiz olduğunu zannediyorduk. Bir de baktık ki her şeye yetişmeye çalışırken geç kaldığımız aslında kendimizmişiz!
Bahçemizde açan çiçeği, penceremize konan kuşu, üstümüzde salınan bulutları, yüzümüzü okşayan rüzgarı, penceremize vuran yağmuru, ayağımıza dökülen yaprakları, her akşam ufukta kaybolan güneşi, annemizin şefkatli bakışlarını, babamızın duaya açılan ellerini, çocuğumuzun gözlerindeki tebessümü, rüzgarın nazlı uğultusunu, kuşların zarif cıvıltısını, minareden yükselen daveti, yaşamayı yaşamak kılan her bir şeyi diyorum yani, sen anla; görmediysek, duymadıysak, anlamadıysak hep bir sebebi vardı.
Meşguldük, çok işimiz vardı ve zordu yaşamak.
Yaşamak dediğin bütün bunları görmek, duymak ve anlamak için verilmişti oysa insana. İnsan dediğin; kendisine yaşamayı lütfedeni tanısın, bilsin, sevsin diye yaratılmıştı oysa. Bir sebebi vardı bu yangın yerine gelişimizin ve kalıcı değildik burada, gideceğimiz bir başka yer vardı bizim.
Bir hazin unutuş ve zannediş öyküsüydük biz!
Kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi unuttuk. Bilmesek de olacak şeyleri bilmek için tükettik ömrü, olmasak da olacak şeyleri olmak için harcadık. Çıktığımız uzun yolculukta nefeslendiğimiz ağaç gölgesini varacağımız yer zannettik. Giderken geride bırakacağımız şeyleri artırma derdine düşünce, varacağımız yerde bizi bekleyecek şeyleri biriktirmeyi hatırlamaz olduk. Rüyayı gerçek sandık diyeyim, gerisini sen anla!
İlerleyen zamanlarda birileri çıkar da bizim yaşadığımız dönemlere dair bir belgesel hazırlayacak olursa, onlara zamane insanının ahvalini anlamaları için belki yardımcı olur diye başladım yazıya. Fakat kendine geç kalmak ve hayatı ıskalamak bahsinde insanoğlunun bugün dünden perişan durumda olduğunu dolayısıyla yarın da bugünden beter hale geleceğini düşününce yazı gelecekteki anlamını kaybetti. Bu yazıyı geçmişe gönderme imkanımız olsa belki bir kıymeti olurdu ama o da şimdilik imkansız.
Sadettin Ökten Bey Hocama; yaşadığımız zamanlardan, hızdan, hazdan, dijitalizmden, yapay zekadan, dünyanın hal ve gidişinden şikayet edip ne olacak halimiz diye sorduğumda demişti ki: Bu çağ da Allah’ın ‘ol!’ emriyle oldu, O dilemeseydi böyle olmazdı!
Yaşadığı zamanla, anlamsızlıklarla, yanlış işlerle meşgul olması da insanın kendisine geç kalmasına ve hayatı ıskalamasına bir sebep galiba. Dışımızda yaşananlarla kavga ettiğimiz vakitler boyunca içimizde yaşatmamız gerekenleri tehir ediyoruz. Değiştirilmesi gereken her şey için sızlandıkça değiştirebileceğimiz bir şeyi ihmal ediyoruz.
Kendinden başlamalı insan ve şimdiden. Yazıyı bitirdiği vakit gözlerini kapatıp kendi içine bir bakmalı mesela yahut başını kaldırıp gökyüzüne. Eline telefonu alıp annesinin sesini duymalı mesela yahut elinden telefonu bırakıp kendisini dinlemeli. Seccadeyi serip ağlamalı mesela ıskaladığı hayata yahut seccadeyi toplayıp yavaş yavaş yola çıkmalı yetişmek için kendisine.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.