Bedbinlik ve nikbinlik arasında

04:0017/07/2025, Perşembe
G: 17/07/2025, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Sanâyi kapitalizmi, zihnen kategorik sert kavramsal ayırımları benimser. Dünyâ siyah ve beyazlardan oluşur. Bunun arası yoktur. Hâlbuki tecrübelerden anlaşılmıştır ki yaşadığımız hayatlar bunun tam aksini söyler bize. Sanâyi toplumunun kültürel boyutu tam da bu ara durumların reddine; eğer başa gelinmez olursa baskılanmasına adanmıştır. Aldıkları eğitim vasıtasıyla insanların zihin dünyâları da buna göre şekillendirilmek istenmiştir. Küreselleşme olarak isimlendirilen süreçler tam da sanâyi kapitalizmine

Sanâyi kapitalizmi, zihnen kategorik sert kavramsal ayırımları benimser. Dünyâ siyah ve beyazlardan oluşur. Bunun arası yoktur. Hâlbuki tecrübelerden anlaşılmıştır ki yaşadığımız hayatlar bunun tam aksini söyler bize. Sanâyi toplumunun kültürel boyutu tam da bu ara durumların reddine; eğer başa gelinmez olursa baskılanmasına adanmıştır. Aldıkları eğitim vasıtasıyla insanların zihin dünyâları da buna göre şekillendirilmek istenmiştir.


Küreselleşme
olarak isimlendirilen süreçler tam da sanâyi kapitalizmine âit tekmil yapıların bozulmasına işâret ediyor. Bu, bâzılarının düşündüğü üzere
kapitalizmin sonunu getiren
bir dinamik değildir.
Bir tarafıyla finansal, diğer tarafıyla da teknolojik
seviyelerde yaşanan bir dönüşümdür. Krizler, diyalektik icâbı, onu var edenin en dirimsel taraflarını oluşturuyor. Diğer taraftan Marx burada haklı görünüyor. Hayâtın maddî boyutunda,
üretim âletlerinin
geçirdiği değişim nihâi tahlilde her şeyi dönüştürür. Hatâlı olduğu husus, bunun kapitalizmin de sonunu getireceği beklentisidir. Aslında üretim âletlerindeki
değişim bir dönüşüm ile
eşleşiyor. Değişimlerle dönüşen kapitalizmin bizzat kendisidir.19. ve 20. asırlara karakterini veren,
reel, makroekonomik dengelere oturan, bürokratik yapısıyla iş ve işlemlere öngürülebilirlik sağlayan sanâyi kapitalizmi yerini anarşizan ve belirsizlik yüklü finansal şişmelere dayanan tüketim kapitalizmine
evrildi. Neoliberalizm bunun taşıyıcısı oldu.

Kültürel dünyâlar ve zihinler de buna uygun bir dönüşüm geçirmiştir. Postmodernlik tam da buna işâret eder. Bize kaybettiğimiz bağları ve değerleri hatırlatır ve onları yeniden sâhiplenmemizi vaz eder. Pandora’nın kutusunun açılması gibi bir şeydir bu.
Sanâyi kapitalizminin kovduğu herşey geri çağrılmaktadır.
Açık toplum ve radikal demokrasi çağrılarıyla bürokratik olarak yapılandırılmış disiplinli yapıların tamâmı eleştirilere açıldı. Ekonomipolitik gerekliliklere göre inşâ edilmiş olan ulusdevletler, bürokrasiler, yerleşik hukukî yapılar, maarif sistemleri âdeta topa tutuluyordu. Bunun ilk başlarda çok ferahlatıcı tesirleri oldu. 19. ve 20. asrın ağır yüklerinden ve baskılarından kurtuluyorduk. Aslında, o yapıları çözen, onları inşâ etmiş olan kapitalizmin yeni dinamikleriydi. Eleştirel Sovyet çalışmalarının ortaya koyduğu her şey bir bumerang hareketiyle geri dönüyor, gûya onu bozguna uğratan ve zaferini ilân eden Batı’nın kendi iç yıkımına ve çözülüşüne çarpıyordu. Kısa bir zaman sonra, gidişâtın o istikâmette olmadığı anlaşıldı. Kapitalizm,
birikimin kalelerini meydana getiren ulusdevlet mecrâlarında, altına girdiği ve kendisine ağır mâliyetler doğuran sosyal taahhütlerinden kurtulmak
istiyordu. Hepsi buydu. Evet, bunun da bir riski vardı. Nitekim İngilizler karşılarında bir İrlanda, İskoçya, Galler; Belçika Valon-Flaman; İtalya Kuzey-Güney, Fransa Bask ve Korsika, İspanya ise Katalan ve Bask meselelerini buldu. Ne gam, “eski”, “köhnemiş” ve “çürümüş” devlet yapıları bunlarla uğraşsın dursundu.
Sermâyenin ne vatanı ne milleti olurdu. Onlarla iş tutan, hattâ onları vaftiz eden sanâyi kapitalizmiydi.
(E. Gellner, ulus sanayileşmenin fonksiyonudur” derken ne kadar haklıydı). Yeni dinamikler artık onları boşa çıkarıyordu. Küreselleşme kavramının özgürleşme çağrıları aslında sermâyenin, sosyal devlet uygulamalarını taşıyan ve sermâyeye ağır mâliyetler yükleyen ulusdevletten ve onun bürokratik yapılarından kurtulmasını müjdeliyordu. Tabiî ki büyük yığınların “özgürleşimden” payına düşen; onları kapitalist vahşetten koruyacak her çeşit garantiden mahrum kalmak, daha da fakirleşmek oldu.

Burada bir husûsun daha altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kapitalizm bu şekilde merkezî kontrol ilkesinden vazgeçmiş olmuyor. Ulusdevlet temelli bir merkezîleşmeyi terk edip, küresel temelde çok daha büyük çaplı ve tesirli bir
tekno kontrolü
yapılandırmak en büyük arzusu. Bunda da hayli yol almış görünüyorlar.

Sanâyi kapitalizmi sâdece birikimin merkezindeki yapıları değil, tekmil dünyâyı kodluyordu. Eşitsiz dünyâ iş bölümünde yarımerkez ve çeper dünyâlar da aynı kodlarla kodlanmıştı.
Postkolonyal dönem, siyâsî istiklâllerini kazanmış, ama ekonomik olarak son derecede fakir bu 2. ve 3. lig takımlarının nasıl kodlandığını ortaya koyar.
Küreselleşme yeni bir dünyâ inşâ edeceğine göre burada da bir
dekodere
ihtiyaç vardı. Bunu başarmak son derecede kolaydı. Etnik, yetmezse, dinî, o da yetmezse mezhebî fay hatları devreye sokularak bu kırılgan dünyâlarda herşeyi kumdan kaleler gibi yıkmak mümkündü. Gereğini yaptılar da. Boşluğa düşen devletler, bu toplumsal sismik dalgalara çok haşin tepkiler vererek tabloyu daha da ağırlaştırdılar.
Ortadoğu Baharı
ile eşleşen
Ortadoğu cehennemi
işte tam da bu, değil mi? Küresel kapitalizm bu şekilde o dünyâları da daha fazla kontrolü altına alabilecekti.

Beklenmeyen gelişme, kaba sanâyilerin çöplüğü hâline getirilen Çin’in, teknolojik bir sıçrama yaparak dünyâ pazarlarında hâkimiyet kurması oldu. Frankenstein hikâyesi gerçek olmuş,
çöplükten devâsa bir canavar doğmuştu
. Çin, küresel Batı kapitalizminin petrodolar temelli hâkimiyetini tehdit ediyordu. Şimdilerde, temelde Nazizan zihniyetine sâhip Trump Amerika’sının barış havâriliğine soyunup, Amerika’nın kaosa çevirdiği coğrafyalara bir düzen getirmek arzusu, aslında Çin’in dünyâ ticâret kanallarında artmaya başlayan tesirini geriye çevirmek ve o koridorlarda yeniden hâkimiyet tesis etmek arzusunun bir karşılığıdır.

Bu süreçlerden Türkiye’nin payına on binlerce insanın hayâtına ve ağır demografik dönüşümlere mâlolan Kürt meselesi düştü.
Pax Trumpa
, bu meseleden kurtulmak fırsatını veriyor görünüyor. Birbirine zıt aşırı yorumlar havalarda uçuşuyor. Kimileri bu süreçlerin orta vâdede Türkiye’nin daha da parçalanmasıyla neticeleneceğini iddia ediyor. Kimileri de bunun Türkiye’yi sâdece Ortadoğu’da değil, Hazar’da da düze çıkaracağını ve büyüteceğini düşünüyor. Şurası muhakkak ki Türkiye, târihinin en kritik eşiklerinden birisinde. Mühendisliğinin, insiyâkî çıkışlarla, oldu bittilerle, günlük savrulmalarla, ucuz hesaplarla yapılması son derecede riskli. Evet, çok ciddî ve çok ihtimâli gözeterek yürütülmesi gereken bir süreç bu. İşbu yazıyı meselenin târihsel arkaplânı hakkında bir çerçeve çizmek için yazdım. İnşaallah, müspet ve nikbin bakanların dediği olur ve süreç iyi yönetilir. Bedbinlerin dediği gibi Dimyat’a giderken eldeki bulgur tehlikeye girmez. Henüz işin başındayız. Tâkip edeceğiz.
#kapitalizm
#küreselleşme
#Süleyman Seyfi Öğün