PKK’nın vaftizi nelere gebe?

04:0028/10/2024, Pazartesi
G: 28/10/2024, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

TUSAŞ saldırısı iki şekilde yorumlanabilir. İlk olarak, PKK’nın silâh bırakmayacağı; ikinci olarak da PKK’nın silâh bırakmasını istemeyenlerin ağırlıklarını koymuş oldukları itibârıyla. Aslında her ikisi de aynı kapıya çıkmakla berâber, bunlardan birisi ihmâl edilecek olursa değerlendirme derinliğini kaybeder. Arap Baharı sonrasında Irak ve bilhassa Sûriye’de yaşanan gelişmeler PKK’nın gücünü Türkiye dışında yoğunlaştırmasına sebep oldu. Aslında buralar daha evvel de PKK’nın merkezleriydi. Apo,

TUSAŞ saldırısı iki şekilde yorumlanabilir. İlk olarak, PKK’nın silâh bırakmayacağı; ikinci olarak da PKK’nın silâh bırakmasını istemeyenlerin ağırlıklarını koymuş oldukları itibârıyla. Aslında her ikisi de aynı kapıya çıkmakla berâber, bunlardan birisi ihmâl edilecek olursa değerlendirme derinliğini kaybeder.

Arap Baharı sonrasında Irak ve bilhassa Sûriye’de yaşanan gelişmeler
PKK’nın gücünü
Türkiye dışında yoğunlaştırmasına sebep oldu. Aslında buralar daha evvel de PKK’nın merkezleriydi. Apo, çevresindeki sayısız militanıyla senelerce Sûriye’de yaşadı. Kandil ise PKK’nın ana karargâhlarından birisiydi. Bununla berâber, teşkilâtın Türkiye’de de çok sayıda kampı mevcuttu. Saldırılar ise doğrudan Türkiye’ye odaklanmıştı. Yâni, ister Sûriye’den, ister Kandil’den, ister memleket dâhilindeki kamplardan gelsin hedef doğrudan Türkiyenin askerî ve sivil hedefleriydi.
2012 sonrasında dağıtılan Irak ve Sûriye’de yoğunlaşan ve yeniden organize olan PKK hareketi, IŞİD denilen suni bir oluşumla mücâdele etti. IŞİD’e karşı savaşmış ve onu dize getirmiş olmak PKK’nın uluslararası tanınırlığını ve prestijini alabildiğine yükseltti. Dünyâ kamuoyuna, saçı sakalı birbirine karışmış, kafa kesen, kadınları câriye pazarlarında satan o korkunç IŞİD militanlarına karşı; “dağlarına bahar gelmiş” doğanın içinde, tertemiz pınarlarda yıkanmış saçlarını iki tarafa savuran, bembeyaz dişleriyle gülümseyen PKK’lı kadın militanlarla yapılan sayısız belgesel izlettirildi. Bu belgesellerde sigaralarını doğaya zarar vermemek için yerlere atmayacak derecede hassas düşünceli erkek militanlar da hafif tertip geriden gelerek boy gösteriyordu.
Sekülerlik, tabiata ve kadına saygı, bilhassa IŞİD'in gazâbına uğrayan pagan geleneklere sâhip Yezidîlik
sık sık odağa alınıyordu. Aslında bu semboller, tam da
kırılgan yeni orta sınıf hassasiyetlerine
isâbet etmekteydi.
PKK, o eski kaba Stanilist çizgisinin antipati uyandıran çağrışımlarından arındırılıyor ve yeniden vaftiz ediliyordu.

PKK’yı vaftiz edenlerin ABD ve AB çevreleri olduğunu zâten biliyoruz. Ama esas vaftizcinin daha derinlerde, meselâ yakinen tanıdığımız Râhip Bronson’ın Diriliş Kilisesi üzerinden olduğu üzere, Kürtlerin kayıp 13. Kabile olduğunu tebliğ eden İsrâil olduğunu artık daha berrak görebiliyoruz.

Seküler PKK sâdece IŞİD’e karşı değil, her nev’i İslâmcılığa karşı Batı değerleriyle uyumlu bir mücâdelenin bayraktarlığını yapıyordu. Müslüman Kardeşler de buna dâhildi.(Zâten IŞİD ile Müslüman Kardeşler arasında ne fark vardı ki? Eymen Ez Zevâhirî, Seyid Kutub’un radikal bir talebesi değil miydi?).

Türkiye’de de siyâsal İslâmcı bir iktidâr vardı. Dolayısıyla PKK-Türkiye kavgası da “Sekülerlik-İslâmcılık” gerilimine oturtulacaktı. Aynı târihlerde HDP‘nin genç, düzgün fizikli lideri Selâhattin Demirtaş’ın da aynı prensipler üzerinden parlatıldığına şâhit olduk.
Selâhattin Demirtaş’ın “Türkiyelileşme” dediği süreç, içinde neopagan seküler hassasiyetlerin cirit attığı WOKE solculuğunda Türk ve Kürt orta sınıflarının ittifâkını sağlamaktı.
Bunda da hayli başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu kozmetik ve vaftiz süreçleri Hendek meselesinde patladı. En azından Türkiye ayağı çöktü. Buna mukâbil Irak ve Sûriye’de sütunlar hâlâ sağlam görünüyor.
7 Ekim sonrasında hızla yükselen İsrâil yayılmacılığı Kürtçü harekete yeni sâhalar açıyor. Ordulaşma ve devletleşme süreçlerinin kazanılan coğrafyalarda son aşamasına geldiğini düşünüyorlar. Lübnan’a bile giremeyen İsrâil’in doğrudan Türkiye’ye bir cephe açabileceğini düşünmek elbette saflık olur. Ama, araya bir
Kürt devleti kurdurarak Türkiye’yi hem Ortadoğu’dan kesmek, hem de bu devlet kurulduktan sonra içerideki Kürt kamuoyunu harekete geçirerek, belki de bir Türk-Kürt iç savaşını başlatmayı tasarlamış olabilecekleri ihtimâli
yabana atılmaması gereken bir ihtimâldir. Pekiyi bu ihtimâlin hayâta geçirilmesi o kadar da kolay mıdır? Doğrusu bunun için ilk olarak Rusya’yı iknâ etmeleri gerekiyor. İmkânsız olmasa da kolay değil.. İran-İsrâil husûmeti düşünüldüğünde İran’ı iknâ etmeleri diye bir şey mevzubahis olamaz. Yapabilecekleri tek şey İran’a yakın örgütlerle savaşmak ve onları Sûriye’den temizlemek olabilir. Hemen adını koyalım, bu düpedüz Hizbullah-PKK savaşıdır. Olur mu, göreceğiz.

Kesine yakın bir şekilde bilebileceğimiz husus şudur: PKK silâh bırakmayacaktır. Buna en başta ABD, AB ve İsrâil rıza göstermeyecektir. Abdullah Öcalan’ın karizması bu bloku kırmaya yetmez. Bizim sâhip olduğumuz mütevâzı bilgi ve haberlerle görebildiğimiz bu gerçeği Türk devlet aklının görmeyeceğini düşünmek tuhaf olur. Elbette bunun nâfile olduğu görülmektedir. Ama Abdullah Öcalan ve DEM‘i adresleyen bir çağrının yapılmış olmasını, tarzının çok farklı olduğu âşikâr, yeniden bir çözüm sürecinin hayâta geçiriliyor olduğu intibâının veriliyor olmasının hikmeti ancak birinci elden bilgi ve haber sağlayan çevrelerin bilebileceği bir husus..Doğrusu merakla tâkip edeceğiz..

#pkk
#siyaset
#Süleyman Seyfi Öğün