İnsan her şeye rağmen iyimser olmak istiyor. Kötülük yüklü ihtimâlleri mütemâdiyen zihnimizde büyüterek varılacak bir yer yok. Haydi zorlayalım kendimizi. Meselâ cehenneme dönen ve daha da dönecek gibi görünen Ortadoğu’da bir an için ateşkesin sağlandığını ve barış görüşmelerinin mâkul ve hakkâniyetli bir masa kurularak başladığını hayâl edelim. (Nasıl olsa hayâl kurmak vergiye tâbi değil). Yine de olmuyor. Netanyahu gibi bir azmış mı yer alacak bu masada? Onun olduğu yerde âdil bir barış mümkün
İnsan her şeye rağmen iyimser olmak istiyor. Kötülük yüklü ihtimâlleri mütemâdiyen zihnimizde büyüterek varılacak bir yer yok. Haydi zorlayalım kendimizi. Meselâ cehenneme dönen ve daha da dönecek gibi görünen Ortadoğu’da bir an için ateşkesin sağlandığını ve barış görüşmelerinin mâkul ve hakkâniyetli bir masa kurularak başladığını hayâl edelim. (Nasıl olsa hayâl kurmak vergiye tâbi değil). Yine de olmuyor. Netanyahu gibi bir azmış mı yer alacak bu masada? Onun olduğu yerde âdil bir barış mümkün olabillir mi? Netanyahu’nun lügatinde “
” kelimesinin tek bir mânâsı olduğunu, bunun da
olduğunu biliyoruz. Haydi diyelim ki, bugün İsrâil’i idâre eden ekip gitmiş ve onların yerine, eğer kaldıysa daha düzgün bir ekip iş başına gelmiş olsun. Bu masaya bir üçüncü göz, bir hâkem heyetinin nezâret etmesi gerekmez mi? Kim veyâ kimler olacak bu heyetin âzâları?
Çürümüş Batılı siyâset ve diplomat sınıfı mı
vaziyet edecek bu muhayyel masaya? Kör topal yapısıyla BM mi kalkacak bu işin altından?
Evet artık iyimserliği devâm ettirmenin imkânları pek de mevcut değil. Şu kadarını tekrar edelim. En azından ben kendi nam ve hesâbıma diyebilirim ki, eğer İsrâil’de çok köklü bir dönüşüm yaşanmazsa, Yahudi-Siyonist elitler (!) bildikleri yolda devâm edecek olursa, ki öyle olacağı anlaşılıyor, istikbâldeki on seneler zarfında
ortada bir İsrâil kalmayacak
. Her maksimalizm gibi Yahudi maksimalizmi de târihe gömülecek. Bundan eminim. Lâkin bu çöküş başka hangi çöküşleri de berâberinde getirecek, hangi bedellerle gerçekleşecek, işte insana ürperti veren de bu..
İsrâil sâhada çok sayıda taktik başarı sağlıyor. Gazze’yi dümdüz ettiler. Onbinlerce insanı öldürdüler. Ama aslında ne Hamas’ı bitirebildiler ne de rehineleri kurtarabildiler. Gazze küçük, düz ve dar bir şerit. Orada bile istediği başarıyı elde edemeyen İsrâil, şimdi hedefine çok daha çetin, yabancı bir coğrafyayı koydu. Hizbullah’ın lider kadrosunu ortadan kaldırdılar. Beyrut’u hemen her gece düzenli olarak ve sivilleri hiçe sayarak ağır bir şekilde bombalıyorlar. Ama Hizbullah yerli yerinde ve İsrâil’in kara harekâtını her seferinde durduruyor. Bu meyânda İsrâil’in Mâliye Bakanı olan, B.Smothrich denilen klinik vakıa Şam’a girmekten bahsediyor.
İsrâil hakikaten de çıldırmış vaziyette. Gazze’de yüzlerce BM personelini öldürdü. Yetmedi; BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’i “İstenmeyen Adam” ilân etti. Yetmedi; Güney Lübnan’da konuşlanmış olan BM Barış Gücü’ne “kendisine yol açmadığı için” tankla topla saldırıyor. Yâni insanlığa; "Umurumuzda değilsiniz; İsrâil’in âli menfaatleri için gerekirse dünyâyı yakarız” diyorlar. Dünyâda 15 milyon Yahudi yaşıyor. Bu nüfûsun hatrına milyarlarca insanın yok olması gerekiyorsa bundan da tereddüt etmeyecekleri çok âşikâr..
Yahudi mâli oligarşiye teslim olmuş, Epstein dosyalarıyla tasma takıldığını düşündüğüm Batılı elitler
ise bu manzaraları seyrediyor, mırın kırınlarla geçiştiriyorlar. Macron utanmadan Hizbullah’a İsrâil’e füze göndermekten vazgeçmesi gerektiğini ihtâr etti. Aynı Macron, Lübnan işgâli mevzubahis olduğunda, İsrâil’e silâh ambargosu tatbik edilmesinden dem vurmuştu. Muhtemelen tasması çekildi ve şimdi bu açıklamalarıyla âdeta nedâmet getiriyor. Hâsılı bu işin sonu yok. Herşey karakola düşecek, kanlı hesaplaşmalar ve onlara eşlik edecek olan büyük rezâletler yaşandıktan sonra hallolacak.
Kimse işin
dâir boyutlarıyla alâkadar değil. Güncel gelişmeleri tâkip ederken zihnimin arka plânında hep bu var. Rezâletler burada toplanıyor. II. Umûmî Harp bittiğinde de rezâletlerle başbaşa kalınmıştı. Evet Naziler ve faşistler târihe gömülmüştü. Ama
’da(Belle époque:1870-1914) hayâli kurulan her şeyle berâber. İnsanlık yolsuz, yordamsız, pusulasız kalmıştı. Sartre, Camus, Russell, Einstein, Gandhi, Schweitzer gibi moralistler insanlığa yeniden bir pusula kazandırmak için çeşitli forumlarda gayret gösterdiler. 1968, Vietnam savaşına karşı gelişen muhalif hareketler sanki bu gayretlerin pratik düzlemdeki yansımalarıydı. Zamân geçtikçe bu isim ve hareketlerin, elbette hepsi değil ama pek çoğunun karanlık yüzleri ortaya çıkıyor. Meselâ 1968’i epik bir okuma dışında okuyan ve arkaplânın çözümleyen çalışmalar insanı şaşırtıyor. Hâsılı olmadı.. ABD’de pişirilen ahlâkî kaygıları silen (a moral ve yer yer immoral) tüketim dini hepsini sildi süpürdü.
1990’lardan sonra insanlığın zihinlerine pompalanan
sanki bugünleri hazırladı. "Ânı yaşa”, “ne o ne bu; hem o hem bu”, “herşey mübahtır” (anything goes) tarzı mottolarla süslenen postmodern telkinler,
entelektüel düzlemlerde nihilizmleri, kitlesel, avâmî zeminlerde ise hazcılığı
(hedonizmi) doğurdu. Hazcılığın zâten ahlâkî bir endişesi olamaz. (Onun ahlâkla münâsebeti sâdece ahlâkı mutlulukla özdeşleştiren Kadim Grekler için geçerli olabilirdi). Diğer taraftan nihilizmi hazırlayan şartlar kendi içinde anlaşılırdır. Yâni
nihilizm bir dizi ahlâkî tartışmanın
eseridir. Ama çarpıcı olan, nihilizm kendisini ikmâl ettiği seviyeden sonra hiçbir ahlâkî zemin bırakmamasıdır. En başta da
keser atar. Nihilist zorunlu olarak kendisini dünyâdan ve daha mühim olarak insandan tecrit eder. Çünkü kendisini toplumsala, insansala bağlayacak hiçbir şey kalmaz.
Deizm tartışmalarını çok yersiz buluyorum. Yeni nesillerin hâllerini deizm değil, insanı nefretle dışlayan; buna mukâbil tabiatı hem sahiplenmeci (ölçüsüz hayvan sevgisi) hem de yıkıcı (hayvana eziyet, kurban etme) düzeylerde fetişleştiren nihilizm daha tutarlı olarak târif ediyor. Bu diyalektik hem avâm hem de havass seviyelerinde tâkip edilebilir.
Bakalım bundan sonra hâdiseler nasıl seyredecek… Rezâletler son raddesine gelip, yıkım tamamlandığında elbette yeni bir dünyâ kurulacak..Ama korkarım ki bu dünyâ
ahlâktan arınmış bir dünyâ
olacak. İstenenin de bu olduğunu düşünüyorum. Konvansiyonel veyâ sosyal medyalarda ahlâktan dem vuran köpüklü vaazcılığı hiç ciddiye almadığımı da eklemeliyim. Zâten ahlâkın işi vaazlara kaldıysa hâlimiz harap demektir.
#birleşmiş milletler
#toplum
#Süleyman Seyfi Öğün