
7 Ekim sonrasında İsrail eliyle ortaya koyulan soykırımın sadece askeri düzlemle sınırlı kalıp kalmadığı hep bir tartışma konusu oldu. İsrail, soykırımı sadece Gazze’de sergilediği bombardıman üzerinden mi yapıyordu yoksa daha sofistike yöntemlerle bu soykırımı tahkim edecek bir tavır mı sergiliyordu? Hiç kuşkusuz, bir terör devleti pratiği gösteren İsrail, sadece 7 Ekim sonrasında değil Nekbe’den bu yana Gazze ile sınırlı kalmayacak ve elindeki kapasiteyi Filistin’in bütününe teşmil edecek bir soykırım ve baskı politikası icra ediyordu. Bunun en açık kanıtı, Gazze’de açlık ve kıtlığa maruz bırakılan kitleler ölümle yüz yüze gelirken Filistin’in diğer yerlerinde de sistematik bir işkencenin sürmesiydi.
Son yıllarda insan hakları izleme örgütleri eliyle yürütülen çalışmalarda ortaya çıkan tabloya bakıldığında, İsrail’in bir insanlık suçu işlediğine dair bolca kanıt var. Hatta 2024 itibarıyla İsrail, Filistinlilerin tutulduğu hapishanelerde insanlık dışı eylemlere imza attığı gerekçesiyle uluslararası basında gündem oldu. Daha önceleri insan hakları örgütleri ile gündeme gelen bu tartışmaların somut bir belge ile kanıtlanması ise geçtiğimiz günlerdeki bir paylaşım ile söz konusu oldu.
İsrail’deki Sde Teiman askeri hapishanesinde Filistinli esire tecavüz edildiği görüntüleri medyaya yansıdı. Eski Askeri Başsavcı Yifat Tomer-Yerushalmi’nin basına sızdırdığı bu belgeler sonrasında, tecavüzcü askerlerle ilgili bir süreç işletildi. Fakat ilginç olan bu görüntüler nedeniyle askeri başsavcıya baskı yapılması ve hemen ardından kadın başsavcının istifa etmesiydi. İstifa sonrasında gözaltına alınan ve tutuklanan başsavcının bir insanlık suçunu kamuoyunun gündemine getirmesi sonrasında ise kamuoyunu ikiye bölen yeni tartışmalar başladı.
Bir yandan uluslararası sistemden tedrici biçimde izole edilen bir yandan da toplumsal algı araştırmalarında negatif bir seyre sahip olan İsrail açısından imajı yönetmek büyük bir sorun. Netanyahu’nun yakın bir tarihli itirafında da görüldüğü üzere İsrail, milyarlarca dolarlık medya ve kamu diplomasisi çalışmasına rağmen bir soykırım devleti olarak tanımlanıyor artık. Batı’da yapılan kamuoyu araştırmalarında İsrail ve Netanyahu’ya yönelik olumsuz görüşlerin artması, Batılı hükümetlerin de İsrail ile ilişkilerinde yeni tavırlar almasını beraberinde getirmişti.
Son olarak basına sızdırılan bu görüntülerin İsrail içerisinde tartışılmasında dikkat çeken bir husus konunun insanlık suçu bağlamının yanı sıra İsrail’in imajı üzerinden ele alınmasıydı. Bir tür kol kırılır yen içinde kalır anlayışıyla hareket etmeye çalışan Netanyahu hükümetinin bu konuda ciddi bir medya ve kamu desteği de var. İsrail’in soykırım pratiklerini önemli ölçüde içselleştiren bu kamusal bilinç hapishaneden sızdırılan görüntüleri de bir imaj kaybı olarak yorumluyor. IDF askerlerinin çok zorlu bir süreçten geçtikleri ve dolayısıyla onları kötü gösteren bir videonun asla yayınlanmaması gerektiğini düşünüyorlar.
Bazı basın mensuplarının açıkça yazdıkları ve ekranlarda dillendirdikleri bu husus, İsrail medyasını da derinden yaran bir ikilik ortaya çıkarttı. Bir yanda Channel 12’nin, görüntüleri kamuoyuyla paylaşması diğer yanda da olayda dahli olan İsrailli asker ve gardiyanlarla kamu kanalı olan Channel 11’de onları aklamaya yönelik röportaj yapılması. Bir yanda İsrailli askerlerin her şeyi yapabileceklerine dair mutlak inanç ve kabul diğer yanda ise bunun bir insanlık suçu olduğuna dair itirazda bulunan sınırlı bir medya ve kitle.
Bu somut görüntüler sonrasında İsrail kamuoyunun konuya bakışı ve önemli ölçüde IDF’yi koruyucu tavırları dikkate alındığında şu hususu vurgulamakta fayda var. İsrail’in bir terör devleti olma pratiği sadece IDF ya da Netanyahu hükümeti ile sınırlı değil. Aşırı sağcı bakanların konuya müdahil olma biçimleri ve askerleri koruyan açıklamalarının dışında genel olarak Netanyahu hükümetinin Gazze politikasına ilişkin çok ciddi bir kamuoyu desteği söz konusu. Bu somut desteği İsrail içinden takip edeceğimiz en açık belgelerden biri Matthew Cassel’in Tel Aviv sokaklarında The Guardian için yaptığı röportaj. Söz konusu röportajda Cassel, soykırım politikalarının sadece asker ya da hükümet ile sınırlı olmadığını geniş kitleler düzlemin de ciddi bir desteğe sahip olduğunu göstermişti. Sapkınlığın normalleştirilmeye çalışıldığı bu vasatta kapalı bir toplum olan İsrail’in dışarıya daha fazla anlatılmasına ihtiyaç var. Bu yapıldığı takdirde, teo-politik motivasyonlarla hareket eden Netanyahu ve aşırı sağ figürlerin sadece politik bir topluluktan ibaret olmadıkları aksine bu fikirlerin toplumsal bir talebin karşılığı olduğu gerçeği de daha açık biçimde görülmüş olacak.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.