Suriye, Terörsüz Türkiye ve SDG’nin tutumu

04:009/10/2025, Perşembe
G: 9/10/2025, Perşembe
Turgay Yerlikaya

2010 Aralık ayı itibarıyla başlayan Arap Devrimleri’nin Suriye sahasına etkisi, toplumsal talebin siyasi alana yansımadığı bir netice üretti. İran ve Rusya gibi bölgesel aktörlerin sürece müdahalesi ve rejim lehine pozisyon almaları, uzun süreli bir iç savaşı tetikledi. Hemen akabinde, 2014 yılında ABD’nin DEAŞ tehdidi gerekçesiyle Suriye sahasına müdahil oluşu ve uzunca bir süre YPG’yi bu tehdide karşı kullanması, mevcut durumun kilometre taşlarının döşenmesinde etkili oldu. Bağdadi’nin ölümüne

2010 Aralık ayı itibarıyla başlayan Arap Devrimleri’nin Suriye sahasına etkisi, toplumsal talebin siyasi alana yansımadığı bir netice üretti. İran ve Rusya gibi bölgesel aktörlerin sürece müdahalesi ve rejim lehine pozisyon almaları, uzun süreli bir iç savaşı tetikledi. Hemen akabinde, 2014 yılında ABD’nin DEAŞ tehdidi gerekçesiyle Suriye sahasına müdahil oluşu ve uzunca bir süre YPG’yi bu tehdide karşı kullanması, mevcut durumun kilometre taşlarının döşenmesinde etkili oldu. Bağdadi’nin ölümüne kadar bu tehdidi canlı tutarak YPG-SDG desteğini sürdüren ABD’nin, 8 Aralık Halk Devrimi sonrasındaki pozisyonu ile ilgili de birtakım belirsizlikler söz konusu.

Ekim 2024 itibarıyla ortaya çıkan terörsüz Türkiye denkleminin de en önemli bileşenlerinden biri olan Suriye sahası, devrim sonrasında yeni meydan okumalarla karşı karşıya. İsrail’in Dürziler eliyle Güney’de ürettiği tedhiş ve Dürzilerin kendilerini savunmaları gerektiğine dair ortaya çıkan bağlam, farklı unsurları da etkileme riski üretmektedir. Son bir ayda SDG’nin 10 Mart mutabakatına uymama noktasındaki mukavemeti düşünüldüğünde, Dürziler eliyle ortaya koyulan senaryonun farklı bir versiyonunun Kürtler için de mümkün olup olmadığı üzerine bir tartışmayı ortaya çıkardı.

Şam Hükümeti ve SDG arasındaki imzalanan 10 Mart mutabakatına uyulmaması nedeniyle başlayan huzursuzluk, Ağustos ayı ile yerini sıcak çatışmalara bırakmış ve nihayet bu çatışmalar SDG’nin Halep’e yönelik saldırıları ile başka bir boyuta geçmiştir. Bugünkü tabloda, Şam ile SDG arasında gerçekleşen görüşmelere rağmen, SDG’nin ısrarlı bir biçimde pozisyonundan taviz vermediği görülmektedir. Öcalan’ın şubat ayındaki çağrısına rağmen SDG ya da diğer ismiyle YPG’nin neden silah bırakmadığı üzerine düşünmek gerekiyor. Neden ve hangi motivasyonla YPG unsurları, silahlarını bırakmak istememektedir?

Görünen tabloda SDG’nin ana argümanı, kendilerini savunma hakkının saklı ve mahfuz tutulmak istenmesidir. Peki modern bir devlet kendi güvenlik mekanizması dışında bir silahlı güce müsaade etmeli midir ya da edebilir mi? Modern devlet ile ilgili tartışmalara bakıldığında, devletin, kendi egemenliği altında olan bütün topraklarda güç kullanma tekeline sahip yegane yetkili mekanizma olarak kabul edildiği görülür. Egemenliğin en önemli bileşenlerinden biri olan bu güç kullanımının, herhangi bir devlet dışı aktörle paylaşılması, bu açıdan egemenliği tehdit eden bir durum yaratır.

Elbette şiddet kullanımının sınırlandırılması ve anayasal bağlamda belirli gözetimlere tabi tutulması zorunluluktur. Bu zorunluluğun yasal düzlemde tesis edilmesinin ardından, herhangi bir devlet dışı aktörün sürece mukavemet etmemesi ve devletin de bu süreci yönetirken boşluklara yer bırakmaması gerekmektedir. 8 Aralık sonrası Suriye’ye bakıldığında, on yıllık bir iç savaşın hemen ardından, devletleşme sürecinin sadece dış değil içerinden de belirli tazyikler ürettiği açık. Şam yönetimi bir yandan alt yapı, imar, inşa ve enerji tedariği gibi temel ihtiyaçları gidermeye çalışırken diğer yandan ambargo ve dış tehditlere muhatap olarak devlet olma sürecinde ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kalmaktadır.


YPG VE İSRAİL MÜDAHALESİ

Dürziler sonrasında YPG üzerinden de İsrail eliyle benzer bir senaryonun işletilmeye çalışıldığı açık. Kendini savunma argümanı üzerinden son günlerde üniter yapıyı tehdit edecek birtakım taleplerin yüksek sesle dillendirilmesi, Suriye’nin önündeki en büyük tehdit. Buradaki esas soru, YPG’nin bir bütün olarak mı yoksa içeriden ayrıksı seslerle mi süreci sabote etmeye çalıştığı. Bu günlerde İsrail’in YPG’yi himaye etme motivasyonunun artması ile birlikte düşünüldüğünde, bu soru, hem terörsüz Türkiye’nin hem de Suriye’nin geleceğindeki ana değişken olarak önemini koruyor.

Mevcut durumda, diplomatik kanalları işleterek hem ABD hem de Suriye ile entegre çalışan Türkiye’nin, bu konudaki kararlılığında vites yükselttiği dönemdeyiz. On yıllara sari bir sorunun çözümünün düğümü olan Suriye sahasında belirsizliklerin sürmesi, içerideki başarı oranını da etkilemektedir. Askeri operasyon seçeneğinin hemen öncesinde YPG’ye yapılacak son bir çağrı, süreçteki belirsizlikleri ve soru işaretlerini giderme anlamında önemli olacaktır.

Son günlerde, parlamentonun, terörsüz Türkiye’ye dair soru işareti ve endişeleri artıracak söylem ve eylemlere konu olması, sürecin akıbetine olumsuz etki edebilir. Bu tür endişe ve eleştirileri izale edebilecek en önemli şey, radikal adımların atılması ve kararlılığın gösterilmesidir. Olağanın dışındaki anları, olağan tavır ve yöntemlerle yönetmenin sürece çok anlamlı bir katkı sağlamayacağı gerçeğini dikkate almalı ve daha somut adımlarla yola devam edilmelidir. Devlet olmak her alanda egemen olmak ve bu egemenliğe şerik koşabilecek bütün unsurları bertaraf etmekle mümkündür.

#Suriye
#Terörsüz Türkiye
#Turgay Yerlikaya