Zihnim beni yanıltmıyorsa 2008 yılıydı. Washington’dayken bir topluluğun buluşmasına katılmıştım. Akademi ve düşünce kuruluşu dünyasından oluşan 8-10 kişilik grup, Türkiye’den bir misafiri ağırlıyordu. Felsefi ve düşünsel tartışmaların yapıldığı bu buluşmada, Türkiye’den gelen konuğun berrak zihni, entelektüel derinliği, teorik konulara hakimiyeti dikkat çekiyordu. O konuk SETA Başkanı İbrahim Kalın’dı. Akademik çevreler için, nam-ı diğer; “ Dr. Kalın. ” Orada kendisiyle kısaca merhabalaştığımızı
Zihnim beni yanıltmıyorsa 2008 yılıydı. Washington’dayken bir topluluğun buluşmasına katılmıştım. Akademi ve düşünce kuruluşu dünyasından oluşan 8-10 kişilik grup, Türkiye’den bir misafiri ağırlıyordu. Felsefi ve düşünsel tartışmaların yapıldığı bu buluşmada, Türkiye’den gelen konuğun berrak zihni, entelektüel derinliği, teorik konulara hakimiyeti dikkat çekiyordu. O konuk
SETA Başkanı İbrahim Kalın’dı.
Akademik çevreler için, nam-ı diğer; “
” Orada kendisiyle kısaca merhabalaştığımızı hatırlıyorum.
2009 kışında,
Başbakanlık muhabiri olarak Ankara’da çalışmaya başladım. Günlerim,
yurtiçi ve yurtdışı programlarını takip etmekle geçerdi. Geriye kalan vaktimi Başbakanlık bürokrasisini tanımaya ayırırdım.
Güvenlik işleri ve dış politika
ana ilgi odağımdı. Muhabirler arasında rekabetin güçlü olduğu bir dönemdi. Haber aslanın ağzındaydı.
Gazeteciler her fırsatı değerlendirir,
yakın çalışma ekibi ya da üst düzey bürokratları yakaladığında soru bombardımanına tutardı. Bu bazen Kızılay’daki Başbakanlık binasının merdivenlerinde, bazen de bir yurtdışı seyahatte, gecenin bir köründe, Türk heyetin kaldığı otelin asansör kapısında olurdu.
Dr. Kalın’la ikinci kez Başbakanlık’ta karşılaştım. Başbakan Dışpolitika Başdanışmanı olarak görev almıştı. Hafızamı yokladığımda, Başbakanlık muhabirlerinin her fırsatta etrafını çevirdiğini hatırlıyorum. Gazetecilerle mesafeli ama saygılı bir ilişkisi vardı. Görevi gereği bilgi vermeyi pek sevmezdi. Ancak yaşananları anlamlandırmaya çalışan muhabirlerin genel analiz ihtiyacını karşılamaktan da çekinmezdi.
Dr. Kalın ile Ankara gazetecilerinin birbirlerini daha yakından tanıdığı süreç 2010’da,
Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü
olarak atanmasıyla başladı. Ancak hem kamuoyunda hem de basın dünyasında Kalın’ın görünür olduğu tarih
olarak atandığı 2014 yılıdır (Ben o sırada mesleki bir aks değişimi yaşamış, sahadan masaya geçmiştim.) İlerleyen dört yılda, kamuoyu Kalın’ı soğukkanlı, saygılı, sakin, kriz anlarında yatıştırıcı; düşün dünyası, edebiyat ve sanatla iç içe bir profil olarak tanıdı. Bende oluşan izlenim de tam olarak buydu. Bu yüzden
(Artık profesördü ancak bu tür titirleri kullanmayı pek sevmiyordu) MİT Başkanlığına atandığında kafamda soru işaretleri oluşmuştu.
Kalın dışa dönüktü. İstihbaratın gri dünyası içe dönük olmayı gerektiriyordu. Kalın diyaloğu seviyordu. İstihbarat dünyası suskunluğu gerektiriyordu. Kalın görünürdü. MİT Başkanlığı “giz” gerektiriyordu. Kalın müzikle, kitaplarla yoğruluyordu. İstihbarat dünyası ise yaşamın sert, soğuk yüzüydü. Üstelik
gibi etkili, teşkilata damgasını vurmuş bir isimden bu görevi devralmak, aşılması gereken çıtayı bir hayli yükseğe koyuyordu. 5 Haziran 2023 günü, bu saiklerle “Acaba” diye kendime sorduğumu hatırlıyorum.
29 Kasım 2024’te, Suriyeli muhalifler pikapların üzerinde Halep’e girerken herkesin aklında tek bir soru işareti vardı: Bu operasyonu aslında kim yapıyor? Muhaliflerin Halep’e girdiği gece bir dost meclisindeydim. Soru işaretlerini gidermek için herkes birilerine ulaşmaya çalışıyordu. Kimine göre; “Bu ’ABD-İngiliz’ operasyonuydu. Bu operasyon Türkiye’ye rağmen yapılıyordu.” Ankara’dan konuyla ilgili bir açıklama gelmemesi kafa karışıklığını artırıyordu. Hatta
, Rusya ve İran’ı ürkütmemek, yapılan görüşmelerde karşı tarafı ikna etmek için “Bu operasyonun hiçbir yerinde yokuz” mesajı veriyordu.
Halep düştü. Biz de o sırada aradığımız sorunun yanıtını bulduk: Bu Türkiye’ye rağmen yapılan bir operasyon değildi.
MİT, Halep’e giren ve daha sonra
Şam’a
yönelen o pikapların içindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan
da Şam düşmeden iki gün önce yaptığı “Esad’a çağrımız olmuştu ancak cevap alamadık” açıklamasıyla Ankara’nın operasyona ilk açık desteğini ortaya koymuştu. Sonrasını biliyorsunuz… Şam düştükten sonra Kalın ve Ahmet Şara, Şam sokaklarını siyah bir Mercedes içinde birlikte dolaştı. Kasiyun Dağı’nda kahve içti.
8 Aralık’ta Esad rejiminin devrilmesi, bölge jeopolitiğinde derin bir kırılmaya yol açmıştır. Türkiye ve bölge için çok büyük, tarihi gelişmedir. Suriye’de taşların yerine oturması için şüphesiz tüm Türkiye bedel ödedi. Bu süreçte herkesin emeği çoktur. Ancak öldürücü darbeyi,
talimatıyla MİT indirdi. Ve bu gelişme
’ın hanesine yazıldı. Büyük bir başarıdır. Şam’la birlikte 5 Haziran 2023’te sorduğum o soru da düşmüştür.
bugüne kadar aldığı en büyük siyasi risk nedir diye sorarsanız,
PKK’nın silah bırakmasına dönük
çabalardır derim. Bu, seçilerek işbaşına gelen bir lider için zor bir durumdur. Kamuoyu bu konuda çok hassastır. İknası gerekir. Terör örgütünün psikolojisini yönlendirmek gerekir. Arka planda mekanizma işletirken operasyonları sürdürmek gerekir. Çok sayıda uluslararası aktörün,
müdahalesini engellemek gerekir. Hassas bir denklemdir. Bilinmezlik, belirsizlikle doludur.
Başarı ülkeye eşsiz bir katkı, başarısızlık siyasi maliyet üretir.
, daha önceki sürece rağmen bu hedefinden hiç vazgeçmediğini bugün yaşananlardan anlıyoruz. Bu kez görevi
verdi
Yeni sürecin felsefi arka planını Hegelyen bakış açısına yaslayabiliriz. Yukarıdan aşağıya bir dönüşüm… Bu yüzden öngörülmezdi. Bu yüzden,
nin Ekim 2024 çıkışı kamoyunda şok etkisi yarattı.
Bunun bir devlet planı olduğu
gelişmeler yaşandıkça anlaşıldı. Operasyonel incelik de buradadır.
Açıkçası, bu sürecin başarıya ulaşacağı -ben dahil- pek çok kişinin inanmadığı bir şeydi. PKK’nın oyalama taktiklerine başvuracağı genel kabuldü. Ancak geldiğimiz noktada, terör örgütü PKK silah bırakmaya en yakın noktadadır. İlk grup bugün silahlarını teslim ediyor. Umarım devamı gelir.
Sürecin şaşırtıcı bir şekilde başarıya yürümesi (Suriye’ye dikkat etmeli, yazacağız) bu işin iyi planlandığını (Beş aşamadan oluştuğunu yazmıştık), ulusal-uluslararası ayağının iyi örüldüğünü, örgütün ikna aşamasına hassas dengeler gözetilerek getirildiğini gösteriyor. Süreç başarısız olsaydı eleştiri okları
a yönelecekti. Mevcut durumda başarıya doğru ilerliyor. O halde Kalın’ın yakın tarihimizin en büyük iki gelişmesinde,
Suriye ve PKK konusunda oynadığı o kritik rolün
altını çizelim. Bir hakkı teslim etmek için bunu yapmamız gerekiyor.
#MİT
#PKK
#Suriye
#Yahya Bostan