Gençlerin cami çay ocağını keşfi ne anlatır?

04:0026/11/2024, Salı
G: 26/11/2024, Salı
Yusuf Dinç

Kafeler icat olmadan önce kahvehaneler, pastaneler ve çay ocakları vardı. Kafeler hem kahve hem pastane hem çay ocağı konseptlerini birleştirdi. Ama kafelerin inovasyon olarak ortaya çıkarılması çok yüksek fiyat seviyesinden pazarlanınca kahvehaneler, pastaneler ve çay ocakları yaşamaya devam etti. Dikkat buyurun; bazen işlerin kendisi inovasyondur ve bir iş icat olunca varlığı sonuna kadar pazarlanır, diyorum. Bazen derken de hizmetler sektörünü kastediyorum. Fakat bu pazarlama malzemesi bitince

Kafeler icat olmadan önce kahvehaneler, pastaneler ve çay ocakları vardı. Kafeler hem kahve hem pastane hem çay ocağı konseptlerini birleştirdi. Ama kafelerin inovasyon olarak ortaya çıkarılması çok yüksek fiyat seviyesinden pazarlanınca kahvehaneler, pastaneler ve çay ocakları yaşamaya devam etti.

Dikkat buyurun; bazen işlerin kendisi inovasyondur ve bir iş icat olunca varlığı sonuna kadar pazarlanır, diyorum. Bazen derken de hizmetler sektörünü kastediyorum.

Fakat bu pazarlama malzemesi bitince devam edebilmek için o işin içindeki ürünün pazarlamasına geçilmelidir. Konu bağlamında örnekler verip cami çay ocaklarına geçeceğim. Ama önce
katılım finans endüstrisine de varlığını pazarlamaktan ürününü pazarlamak noktasına geçme döneminin geldiğini hatırlatmakta
yarar görüyorum. Devam edelim.

Kahvehanelerin popülaritesi gün geçtikçe azalıyor. Kahve profili 50 yaş üstüne oturdu. Kemal Kılıçdaroğlu pandemi sürecinde esprili biçimde reklam yüzü olup müdahale etmeye çalıştıysa da yetmedi, yetmiyor. Kahvehaneler çünkü bir ürün icat edemedi. Fındıklı gazoz, sodalı ayran falan kurtarmadı. Kahve işi can sıkıntısına ve oyun bağımlılığına yaslandı gidiyor. Yaslandığı yerin konforu inovasyon kabiliyetini baltalıyor. Katılım finans için de durum benzer.

Konfor alanı bulunmayan pastaneler ise çeşitli inovasyonlarla direkten döndü ve kendilerine alan açtı. Bu inovasyonlar arasında mesela soğuk baklava, sütlü kadayıf gibi icatlar sayılabilir. Bunlar pastaneler için bir müşteri kitlesi oluşturdu. Pastanelere asıl yaşama fırsatı verense trileçenin icadı oldu. Bu ürünü kim buldu getirdi, bilmiyorum ama trileçe etrafında muazzam bir ekonomi oluşturuldu. Öyle ki Türkiye’de hangi üç yeme ürünü büyük ekonomik hacim doğurmuştur, diye sorulsa; döner, lahmacun ve çiğköfteyi sayıp yanına üç buçukuncu olarak trileçeyi eklerim.

Kafe, pastane, kahvehane ve çay ocağı konseptleri aslında fiyat rekabetinin farklılaştırdığı benzer işletme türleridir. Bu piramidin en altında çay ocakları vardır. Çay ocakları en uygun fiyattan sürüme odaklı olarak hizmet sunar. Sanayi ve işhanı çay ocakları esnaf ve misafirlerine hizmet verir. Cami çevresi çay ocakları ise cami cemaatine hizmet sunar ve normalde ihtiyarların ziyaretgâhıdır.

Ama son dönemde cami avlusundaki yahut çevresindeki çay ocaklarına gençler tarafından rağbetin arttığını görüyorum. Konuyu gündeme çektim çünkü gençlerin bu rağbetinin arkasında ekonomik bir ilişki olduğunu görüyorum. Fiyatlar genel düzeyi ile gelir yetersizliğinin bu anlamda etken olduğunu değerlendiriyorum.

Fakat cami çay ocaklarına gençlerin müdavim olması sadece bir geçim meselesi gibi görünmüyor. Haksız fiyatlara ve kapitalizme tepki anlamı taşıdığını da değerlendiriyorum. Üstelik bunda bir karakterin izlerini de görüyorum. Hep dediğim gibi gençler fiyat/performans odaklı gidiyor. Böylece içine doğdukları kapitalizmi henüz olmasa da kapitalizmin oyunlarını boşa düşürmelerini seviyorum.

Eski insanların yaptığı gibi parayla prestij satın almak alışkanlıkları yok. Yahut şöyle söyleyeyim; işlev dururken imaja aldırmıyorlar. Tabii eski dediklerim 70’li ve 80’liler…

Camiler hoş, güzel, huzurlu, zararsız, yararlı, yeşil, çay iyi… Pahalı dekorun dumanaltında kaldığı yerlere elbette tercih edilir.

Neden tartıştım bunları meselesine gelip düşünsel boyutuna gireyim şimdi.

Asri insanın danışmanlık talebi artıyor ve fakat doğru tercihi yapmak için tatmin edici bir rehberlik almak zor. İnsan artık keşke demek istemiyor. Çünkü bugünün dünyası hataları telafi etmeye yarayacak fırsat vermiyor. Hatta insan sürekli fırsatları kaçırıyormuş gibi yaşatılıyor.
Yaşam kaçırılan fırsatların toplamıdır,
desem bugünkü deneyime mugayir olmaz.

Gene de fırsat kaçırmak, hata yapmaktan evla görünüyor.

Yaşamın hızı organize bir sırtlan çetesinin ilk ve tek hatasında yatırdığı ava canlı canlı bedel ödettiği gibi insanı takılmaksızın, düşmeksizin ilerlemeye zorluyor. Her bir adımı tek tek doğru atmak gerekiyor. Yanlış veya yetersiz yönlendirmeler de
tercih çokluğunun işkenceye dönüştüğü
bu kapitalistleşmiş dünyada büyük maliyetler doğuruyor. Hata, kapitalizmin çıkar kapısı olarak gelecekte ender bulunacak iki şeyden mahrum ediyor; iman ve mülkiyet. Oysa insanın hata yapma lüksü vardır. Onu hatasızlığa zorlamak veya hatasından dönüş şansı vermemek fıtratını zorluyor. Küpteki sirke keskinleşiyor. (İman ve mülkiyet elbet ahireti ve bu dünyayı ifade eder.)

Hata ihtimali karmaşıklıktan basitliğe doğru azalır. Yaşanan tercih çokluğu dönemi ise bir istisnaidir. Henüz yeni sayılır ve bir gün cinnete dönüşüp sonlanacaktır. Böyle giderse ne iman ne mülkiyet kalacaktır. Basitlik ve sadelik hata ihtimalini azalttığından git gide öne çıkacaktır. Ama kapitalizme fark etmez. İşine gelir, tekelciliğine basitlikten daha kolay yürür.

Riskler bunlar ama karamsar değilim. Beis yok, kapitalizme dur demek de bir tercih ve mümkün…

Meseleyi gündeme alışımın ikinci nedenine geleyim. Düşünsel taraftan çıkıp bu bilginin ekonomik birimlerin ne işine yarayacağına değineyim.

Değişimi anlamak ve gençleri tanımak mecburidir. Eski insan gibi düşünüp örgütünü ve organizasyonunu eski insanlara göre kurmak bir gelecek sunmaz. Bazı ekonomik birimler cami çay ocağı gibi olmalı, diğer bazıları da işlerine göre doğrusu neye benziyorsa öyle.

Bakınız, gençler otomobil yerine motosiklet tercih edebiliyor. Eski insana göre bu ikisi ikâme mal bile değildir. Eski insana göre düşününce elektrikli motosiklet yapmak vizyon dışındadır.

Emin olun işlevsel ve markasız bir akıllı telefon çıksa gençler onu tercih eder. 70’li ve 80’lilerin servet döktüğü yabancı giyim-kuşam kalıpları artık para kazandırmıyor. Birçok üründe mağaza konsepti dahi değişiyor. Mesela beyaz eşyada spotçu tasarım yaygınlaşıyor. Bakıyorum da sağlıkta yüksek alakanın dahi cazibesi kalmamış. Devlet hastanelerinin pratikliği ve maliyet etkinliği ön plana çıkıyor. Daha fazla örnek de verebilirim. Ama bunlar epey şey anlatıyordur ve değişimi göstermek için yeterlidir.

Tabii değişimi gençlere göstermek değil mesele. Onlar değişimin kendisi olarak değişimi anlamakta zorlanabilirler. Umursamaya da bilirler. Ama onlara temas etmek durumunda olan herkesin kendi faaliyetine göre okumasını yapmak zorunluluğu var. Onlara temas eden iş ve işletmelerin geleceği buna bağlı. Bunu kapitalizmle mücadele için kullanmaksa bir erdem.

Son not: Tüm bu tartışmalardan; işlevsel standart talebinin demokrasi talebinin önüne geçeceği de yorumlanabilir.
Demokrasinin tercih çokluğunun, hata riskini artırdığı yönünde bir eleştiriye konu edilmesi önümüzdeki dönem için pek muhtemel.
#toplum
#gençlik
#Yusuf Dinç