Gelecek nasıl İslâmî geleceğimiz olabilir? (3)

04:0027/10/2024, Pazar
G: 27/10/2024, Pazar
Yusuf Kaplan

MTO’muzun Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov kardeşimizin Müslümanca bir gelecek tasavvuru inşa etme kaygısıyla yazdığı nefis yazısının üçüncü bölümü, sanat ve dil eksenli nefis bir yazı. Nasıl bir sanat dili, düşünce dili inşa edebiliriz sorusunun izini sürdüğü bu güzel yazısıyla baş başa bırakıyorum sizi. HAKİKATİ KALPLERE NAKŞEDECEK DİL: SANAT İnsan hayata beyniyle yaklaşan varlık değil, kalbiyle ve ruhuyla yaklaşan varlıktır. Kuru bilgiler hiçbir zaman hakikati olduğu gibi anlatamazlar. Bilgi

MTO’muzun Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov kardeşimizin Müslümanca bir gelecek tasavvuru inşa etme kaygısıyla yazdığı nefis yazısının üçüncü bölümü, sanat ve dil eksenli nefis bir yazı. Nasıl bir sanat dili, düşünce dili inşa edebiliriz sorusunun izini sürdüğü bu güzel yazısıyla baş başa bırakıyorum sizi. 


HAKİKATİ KALPLERE NAKŞEDECEK DİL: SANAT 

İnsan hayata beyniyle yaklaşan varlık değil, kalbiyle ve ruhuyla yaklaşan varlıktır. Kuru bilgiler hiçbir zaman hakikati olduğu gibi anlatamazlar. Bilgi sadece sınır çizer. Hakikat ise sınırsızdır. Sonsuzu sonlu olan zihne aktarmak, ancak sonsuzdan taşan bir dil ile mümkündür. Çünkü kalp istemedikçe insan istediğine doğru hareket edemez. Demek ki, İslâmî hakikatler akla değil, kalbe anlatılmalıdır. Bilimin ve felsefenin dili sınırlıdır. Sanatın dili ise sonsuzluğun sesidir. Ancak sanat tek başına yeterli değildir. Sanat, bilim ve felsefeyi de bağrında taşır. Sanat, akla değil, ruha hitap eder. Ruh, aldığı hitabı kalbe ve zihne verir. İnsan aklı, kalbi ve ruhunun beraber hareket ettiği varlıktır. Eğer ki sanatın içinde ilim ve irfan yoksa, akıl ve kalp boş kalır. Ruh, aldığı sanatı hayata aktaramayınca, nefis harekete geçer.

Kuru bilgiler, hikmet olmadan kalpleri tatmin edemezler. Hikmet, ilimsiz olamaz. Dolayısıyla ilim hikmeti irfan rahminden doğurur. Tarihe baktığımızda Anadolu’da kalpleri harekete geçiren Mevlana oldu. Mevlana’nın dili, sanat diliydi. Ancak ne Gazali’nin ilminden, ne de İbn Arabi’nin irfanından yoksun değildi. İkisini bünyesinde taşıyan, ilahî aşktan tatla kalplere hitap etti. Sadece söz dizimi olamazdı.

Mesnevi’si ney üzerinden başlıyor. Ney müzik, insan ve ötesini kendi bünyesinde birleşmiştir. Hakikati böyle bir temsil ile sanat dilinde yoğuran Mevlana, ancak insanlara hikmeti aşılayabilirdi.

Burada akla şu sorular da gelebilir: Peki Hz. Peygamber döneminde sanat filan yoktu. Kur’an olduğu gibi indirildi ve aktarıldı. Buna da şöyle itiraz edebiliriz: Kur’an da sanatsal bir üslup ile indirildi. Dikkat edersek, Araplar şair adamlardı. Kur’an’ın anlatım üslubunda bu sanat inceliği görülmektedir. Hatta şairler kendileri bile bu farkı kendi şiirlerinde görmediklerini dile getirmişler. Ancak Kur’an şiir değildir. Şiir dilini de içinde barındıran kitaptır. Akıcı üslûbu kalpleri rikkate getirmedi mi?

Mevlana’daki ney temsili bu dilin Kur’an’dan yansımasıdır. Anadolu’nun ruhunu coşturan bu hikmet dili oldu. Müzik, şiir anlatımı ney üzerinden insanla buluştu.

Ney, ne’yin feryadını yapıyordu? Ait olduğu hakikatin... Ney nefesini oradan aldığı zaman ortaya çıkardığı ses bütün ruhları geldiği âleme seslenmiş olarak çağırıyordu. İşte bu başlı başına bir sanattır. Bunu ne akıl, ne kalp, sadece ruh fark eder. Bu fark, aklı da, kalbi de ney’in sesine göre hareket ettirir. 


“DİL” YOKSA DİN DE YOK OLUR… 

Buradan bakıldığında Kur’an ve sünnetin günümüzde hayatımızda doğru yer edememesi ve hayata girememesinin altında dilin yokluğu yatıyor.

Bugün elimizde Kur’an ve Sünnet’ten akan bilgiler mevcut. Lakin bazen akıllara hitap ederek oradan ruha ve hayata inemez. Akıllar Kur’an’ı kabul eder, İslâm’a girer. Ancak Kur’an’ın yaşantısı hissedilmez. Hayata giremez. Neden?

Bakınız, bir misal gösterelim: bugün Gazze’de yaşanan olaylar Avrupa’daki birçok insanı Müslüman olmaya sevk etti. Onlar İslâm’a akıl üzerinden mi girdiler? Hayır. Gazzelilerin Müslüman olmalarından yola çıkarak mı girdiler? Yine hayır...

Burada Müslüman duruş vardı. Bu duruş, bu görüntü Kur’an ve Müslüman arasında esas olan.

Yani Kur’an ve Sünnet’ten iktibas eden ruhun duyguya seslenişiydi ruhlara hitap eden. İslâm’a girenlerde hayret verici mesele de şuydu: onlar önce İslâm’a girerek sonra araştırma yapıyorlardı. Genelde Avrupa kafası önce inceler aklı tatmin eder sonra kabul eder ve ya etmezdi. Ancak bu sefer durum tersine.

Demek ki, ruha hitap eden dil, akla hitap eden dilden daha etkili ve kestirmedir. Bugünün dili sanattır. Maalesef İslâm âlemi böyle bir dil yoksunluğundan eziyet çekmektedir.

Müzik, öz; şiir, özden taşan Söz; mimari ise, öz’den taşan sözün hayatta bıraktığı iz’dir.

Bugün söz ve müzik tarafından ruhumuz kararmış. Çünkü ekranlar bunları o kadar işleyerek izleterek bizim kalp dünyamızı karartmış ki, artık, söz ve kelam kalpten ruha akamıyor. Ekranlarda, sinemalarda ekranlar başka görüntülerle ruhumuzu ve anlam dünyamızı kat kat perdelemiştir.

Öyle bir sanat ortaya koymamız gerekiyor ki, ondan gelen ışık, perdeleri de yakarak kararmış kalpleri aydınlatarak ruha nefes versin. Bugün Mevlana’nın Ney temsilini, artık ekranlara yansıtmamız gerekiyor.

Bugün ekranlar, kalbimize kara noktalar bırakıyor. Bizim ekranımızın ışığı hakikatin ışığı olan Nur’dan kaynamalıdır. 


RUH AŞISI YAPMAK İÇİN KURU BİLGİ DEĞİL HİKMET ŞART 

Bunu yapmak için önce alt yapıyı kurmak gerek.

Kur’an ve Sünnet anlayışını ilim irfan ve hikmet yapısında yeniden anlamlandırmak lazım. Yapılacak esaslı iş, alt yapıyı kuracak ilmi kapasiteni kendi biçimine sokmak, sonra bunları üst bir dil ile inşa etmek. Bu dil üzerinden sanatı ortaya koyarak toplumun ruhuna hitap etmek lazımdır.

Bunu yapacak öncüler, halkanın dışına çıkmalı. Halkadan çıkmadan halkaya fayda veremezler. Yani dünya kuracak zihniyet önce dar kapalı dünyayı terk etmeden dünya inşa edemezler.

Kur’an’la bilgi üzerinden değil, hikmet üzerinden bağ kurmak. Peygamber’le (s.a.s) irtibatı şekli kapasitede değil, hakikat temelli kurmak.

O zaman asrı saadetin şeklini değil ruhunu bu dünyaya taşıyabiliriz. Bu bir ruhtur.

Sadece bilgi düzeyinde kalındığından, bugün her grup kendi hakikatini doğru olarak başkasına dikte etmekte. Çünkü halkanın içinde kalmışız. Aşkın olanla rabıtamız yok. Sadece “eşya” üzerinden kurulu dünya düzeninden Müslümanlık dilenmek, barışmaya değil, daha çok çatışmaya götürür bizi.

Ancak biz henüz tarihimizle barışmak mecburiyetindeyiz. Bugün Müslüman dünyası, onun Müslüman olmasında esas rolü olan İbn Arabi ve Mevlâna’ya karşı tutumlarını değiştirse, o zaman gelecek vizyonu ortaya koyma diye bir umut içine girebiliriz.

Sanatı görsel olandan, hakikat olana tebdil edebilirsek, ruhların nağmesini besteleyebiliriz.

Kendi kavram dünyamız olmadan, kendi dünyamız olamaz. Kendi dünyamız olmadan da kendi dilimiz olamaz. Kendi dilimizi, bizi biz yapan ruhumuzun ait olduğu dünyada aramak gerek. Aşkın olana uzanmak, dar kapana sıkışmış dünyadan kurtulmakla mümkün.

Meyve vermek için, toprağa gömülecek cesaretimiz var mı? Sözümüzün özü bu soruda yatıyor. Feda edebilenler, hak edenlerdir... Vesselam...

#türkiye
#nesil
#Yusuf Kaplan