Neden MTO bir Fatiha’dır?

04:003/11/2025, Pazartesi
G: 3/11/2025, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Türk düşüncesine Türkiye’nin dışından çok sessiz ama derinlikli bir katkı geliyor. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim muhteşem yazılar yazıyor. Bu yazısında MTO’nun ne olduğunu, neden ve nasıl bir başlangıç olduğunu ve bütün bunların ne anlama geldiğini izah ediyor leziz bir dille. *** Üzerimizde çok büyük bir "mesuliyet" var. Ve bu mesuliyetten doğacak bir "mesele" bizi bekliyor. Önemli olan, bu mesuliyeti meseleyle buluşturacak doğru "sual"i bulabilmektir. Bugün Müslümanlar olarak

Türk düşüncesine Türkiye’nin dışından çok sessiz ama derinlikli bir katkı geliyor. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim muhteşem yazılar yazıyor. Bu yazısında MTO’nun ne olduğunu, neden ve nasıl bir başlangıç olduğunu ve bütün bunların ne anlama geldiğini izah ediyor leziz bir dille. 

***

Üzerimizde çok büyük bir "mesuliyet" var. Ve bu mesuliyetten doğacak bir "mesele" bizi bekliyor. Önemli olan, bu mesuliyeti meseleyle buluşturacak doğru "sual"i bulabilmektir.

Bugün Müslümanlar olarak çokuz; ama ne yapacağını bilmeyen, şaşkın bir hal içindeyiz. Bu durumda sağlam akideye sahip olsak bile, yine de farklı rüzgarlara kapılmaktan kurtulamıyor, savrulup gidiyoruz. Peki, hatayı nerede yapıyoruz?

İşte “mesuliyet–mesele–sual” üçlüsünün çözmesi gereken temel soru burada yatıyor.

Dikkat ediniz, “sağlam akideye rağmen” diyorum.

Demek ki sağlam akide sonuç değil; bir başka merhalenin, daha derin bir yürüyüşün şartı ve başlangıcıdır. Takılıp kaldığımız nokta da tam burası olsa gerek. Akidevi konulardaki başarını bir sonuç olarak görmek “sual”in teşhisinin yalnış konulduğu anlamına gelir. Ancak burada akidevi başarı, nokta değil, virgül olarak nitelenerse, o akideden bir dünya inşa edilebilir.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir hadisinde buyurduğu gibi:

Milletler, aç kurtlar gibi üzerimize üşüşecekler; ama biz, çok olmamıza rağmen hiçbir şey yapamaz hale geleceğiz.

Demek ki mesele, çoklukta değil; saman çöpü gibi savrulan bir varlık haline gelmemizde gizlidir.

“Sual” burada aranmalı, “mesele” burada belirlenmeli ve “mesuliyet” de tam buradan itibaren yola koyulmalıdır.

Medeniyet Tasavvuru Okulu, işte bu anlamda, “sual”in doğru konulduğu bir makamdır.


NEDEN MTO? Peki neden MTO?

“MTO, MTO deyip duruyorsun da nedir bunun özelliği?” diye sorulabilir elbette. Biz, “MTO bir Fatihadır” diyoruz. Ama bu, içi boş bir ifade değildir. Bu okulun önemi, Yusuf Kaplan hocamızın kurduğu kavramsal yapıdan anlaşılır.

Yukarıda bir mesele ve sual aradık. Şimdi bu arayışın, neden MTO’da anlam bulduğunu birlikte görelim:

“Mekke-Medine-Medeniyet”

Bu üçlü, MTO’nun kurucusu Yusuf Kaplan hocamıza aittir. Ve mesele ile sualin arandığı yer, tam da bu üç kavramın içinden doğar.

Bu sadece Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke ve Medine dönemini anlatan tarihî bir kronoloji değildir; burada bugüne, hatta yarına dönük derin bir anlam yatmaktadır.

Buradan yola çıkarsak, verilmesi gereken doğru “sual”i ‘bil’ir, gerçek “mesele”yi ‘bul’ur, bu istikamette yol alarak “mesuliyet” sahibi ‘ol’uruz.


BUĞDAY’DAN EKMEK, MEKKE’DEN MEDENİYET

Mesleğim üzerinden bir metafor kurarak meseleyi açıklamak isterim: Ekmeğin temeli buğdaydır. Buğday, toprağa ekilir; ekilmesi içinse tohum gerekir. O tohum, buğday ambarında tonlarca buğday içinden özenle seçilir.

Ben bu serüveni tersinden anlattım, çünkü gaye ekmektir. Bizim gayemiz de bir medeniyet kurmaktır.

Ama medeniyet de tıpkı ekmek gibi bir yolculuktan geçer.

Her şeyin bir tohumu olduğu gibi, medeniyetin de bir tohumu vardır. Tohum dönemi, bu büyük serüvenin başlangıcıdır. Mekke–Medine diyoruz; ama bu iki durak üzerinden çağı şekillendirecek “mesele”yi doğru tanımlamak gerekir. Bu meseleyi “buğday–ekmek metaforu” üzerinden anlatmanın en uygun yol olduğunu düşünüyorum.

Tohum dedik.Tohum, milyonlarca buğday tanesinin toplandığı ambardan, özel usullerle seçilerek ayrılır. Bu seçilme süreci, Mekke dönemini hatırlatır. Mekke’de bir seçilme ve arınma yaşandı. Kur’an ayetleri bir yağmur damlası gibi Mekke semasından indi; nasibine düşen, kendindeki ayetleri buldu, arındı ve ayrıldı. İşte bu insanlar, fıtratlarını tohum gibi arı duru hale getiren ilk nesildi.

Ama işte burada duralım.

Mekke dönemi, bir akide inşası dönemiydi.

Soru şudur: Mekke’de inşa edilen “akide”, ana “gaye” midir, yoksa “esas” mı?

Elbette “gaye” değildir. Ama gayenin gerçekleşebilmesi için zorunlu bir esastır.

Kilit nokta da tam burasıdır: “Gaye” ile “esas”ı karıştırmamak. ‘Gaye’ için ‘esas’ şarttır, ama “esas” da “gaye” değildir. Bugün Müslümanların takıldığı yer de tam burasıdır. Akideye vardık ama orada kaldık. Bu yüzden akide, çağın ağlarında çürüyüp gidiyor.

Mekke, “esas olan akidenin” inşasında bir kaidedir. Olmazsa olmaz bir temeldir.

Ama Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de durmadı; bu akide tohumlarının yeşereceği bir zemin aradı: Medine’yi.

Burada “gaye” görünür hale gelir. Çünkü akide, gaye için vardır. Eğer gaye akidenin kendisi olsaydı, Allah Resûlü başka diyarlara gitmezdi. Zülme katlanarak kalırdı.

“Dinlerini kolay yaşayacak bir yer arıyorlardı” düşüncesi, meseleyi eksik anlatır.

Çünkü gaye Medine de değildir. Medine olsaydı, dinlerini kolay yaşamaya başlamışken neden başka diyarlara açıldılar? Gayenin özü, “halife bilinci”dir. Halife, Allah’ın muradını yeryüzünde gerçekleştiren insandır.

Bu da “zihin–zemin–zaman” bütünlüğüyle mümkündür. Zihin ve zemin doğru olursa, zaman kendiliğinden tecelli eder.

#MTO
#Aktüel
#Yusuf Kaplan