Tanrı ve sanrı: Basel notları

04:0030/06/2025, Pazartesi
G: 30/06/2025, Pazartesi
Yusuf Kaplan

İsviçre Diyanet Vakfı’nın düzenlediği Kitap Fuarı münasebetiyle İsviçre’yi dolaşıyoruz. Turist değiliz. Hakikatin izini süren hakikat erleriyiz. Kendimizi ve keşfe çıktığımız dünyayı çift yönlü keşif çabası bizimkisi. Bu mükâşefe yolculuğunu yine MTO’muzun en parlak isimlerinden Ahmet Arif Kutlu kardeşimizin Basel gözlemleriyle paylaşıyoruz sizlerle. Zihin açıcı okumalar… YAN SANAYİ AKADEMİNİN SANRILI PERESTLERİ Basel’le kavgamız sürüyor. Kahvaltı yapmak için şehrin merkezinde bir kafeye girdik.

İsviçre Diyanet Vakfı’nın düzenlediği Kitap Fuarı münasebetiyle İsviçre’yi dolaşıyoruz. Turist değiliz. Hakikatin izini süren hakikat erleriyiz. Kendimizi ve keşfe çıktığımız dünyayı çift yönlü keşif çabası bizimkisi. Bu mükâşefe yolculuğunu yine MTO’muzun en parlak isimlerinden Ahmet Arif Kutlu kardeşimizin Basel gözlemleriyle paylaşıyoruz sizlerle. Zihin açıcı okumalar…


YAN SANAYİ AKADEMİNİN SANRILI PERESTLERİ

Basel’le kavgamız sürüyor. Kahvaltı yapmak için şehrin merkezinde bir kafeye girdik. Yaşlı bir kadın, kahvesini yudumladığı masasından 180 derece dönüp bize dikiyor gözlerini. Tabaklarımıza yiyecekler alıyoruz, bakışlarını kaçırmıyor üzerimizden. Kafenin girişinde gazete ve kitaplarla dolu bir reyon dikilmiş. Yanından defaatle geçsek de yüz vermiyoruz. Sahici bir şey göze değmiyor raflarında.

Basel’in dehlizlerinde kitaplar kadar dergilerin peşinden koştuk. Kitaplar sistematik bir fikriyat sunsa da; dergiler, bir coğrafyanın aktüel tartışmalarını ve düşünce dünyasını yakalama fırsatı verir. Bizim akademinin bu taraklarda bezi yok. Geçen günlerde denk geldiğim bir paylaşım var. Oxford’da, St. Antony’s Collage’de Mâtürîdî ve Alasdair McIntyre’ın adalet anlayışını tartışıp doğal hukukçuluk ve İslâm’ın ortak ahlâkî zeminini konuşuyorlar. Emin olun İslâm felsefesi, hukuku ve düşüncesi yıkılıp yıkılıp baştan kuruluyor o taştan duvarlar ardında. Bu ise okyanustan bir zerre. Bizim yan sanayi üniversite ve akademi uyumaya devam ediyor. Ülkemizin en ileri gelen hukuk fakültelerinde Mâtürîdî’yi bu şekilde ele alabilecek birkaç profesör bulabilirseniz yüzlercesi arasından, başarmışız demektir. Fakat bulamayacaksınız. Bugün Batı’da taş duvarlar ardında, bir âlem tasavvuru imkanı olarak Hudûs’u tekrar ele alırken birileri, biz maddeyi ve naturalizmin tüm vaad ettiklerini bağrımıza saplayalım. Batı’nın aktüel fikriyatını takip etmek, bize Batı’yı değil kendimizi hatırlatacak belki.

Bugün Türk akademisi, hukuk sahasında akıl almaz bir tutulma yaşıyor. Emir Kaya hocanın dediği gibi ‘’Türkiye’de bir hukuk teorisi değil, hukuk zihniyeti var.’’ Zira en ‘’apoletli’’ profesörler pozitif hukukun bekçisi ilan edip kendini, kürsülerde ‘’adalet’’ diyor öğrencilerine. Türk Medeni Kanunu kafası karışmış bir milleti temsilen ‘’ahlak’’ diyebiliyor kanun maddelerinde. Ki hakkını da veriyor kafası karışmışlığın. Adalet ve ahlak ne zaman düştü pozitif hukukun lûgatına? İman ettikleri paradigmada karşılığı olmayan bu kavramlar bir tiyatro sahnesinde işleniyor skeçlerle, biz gülüyoruz, duyanlar gülüyor, oyun sürüyor. Sonra sabitesiz hukukları, otoritenin gölgesinde kaldı diye sızlanıyor birileri köşelerde. Oysa iman ettiği hukuk ‘’otorite’’den başka mercî tanımıyor. Bilmiyor. Aklını saran bir sanrıya inanıyor.

Elbette bugün 80 yıl evvelinin kat’îliğinde bir pozitif hukukçuluktan bahsedemeyiz. Pratikte de düşünce dünyasında da. Türkiye’de de dünyada da. Neyden bahsedemeyeceğimizi bilsem de neyden bahsettiğimizi bilemiyorum. Zira bir hukuk teorisiyle değil, karman çorman edilmiş bir hukuk zihniyetiyle muhatabız. Madem insanlar bir sanrıya inanıyor, sanrıları yıkacağız putların alacakaranığında.


Baudrıllard, kilise ve Basel’de şehir felsefesi

Basel Rathaus’tayız, belediye meclis binası. Kırmızı bina, hakim rengiyle otoritesini ilan ederek yükseliyor şehrin göbeğinde. Duvarlarında bir savaşın anlatısı, keskin hatlarıyla vakti zikreden iç avlunun sahibi bir saat, çatılara yükselen eli sancaklı kahraman figürleri, kilise havası solutan estetik... Meclise girişler kapalı, rica ediyoruz ve bir görevli yardımcı oluyor sağ olsun. Asırlar evvelden kalma bir toplantı salonu karşılıyor. Salonun vitraylarında haçlar ve ikonalar, bina büsbütün bir Hristiyanlık masalı sunuyor. Laikliği, kilisenin otoritesini devletten el çektirme faaliyeti olarak kullandı/kullanmak zorunda kaldı Batı. Tarih ve koşullar buna sürükledi Kıta Avrupasını, ölümlerden başka bir ölüm seçmek böylesi. Kilise ve din sembolleşerek hayattan tecrit oldu kurumsal kimliğiyle. Fakat o sembollerden anlatılar kurmaya, estetiğinden şehirler yazmaya mani olunmadı. Hristiyanlık, hâlâ bir yerlerde kendi şehirlerini inşa ediyor. Tüm bitmişliğine ve iddialarının tükenmişliğine rağmen. Daha doğru ifade edelim bunu: Doğrusu Hristiyanlık inşa etmiyor kendi şehirlerini. Batılı insan, şehirlerini inşâ etmek için Hristiyanlığı kullanma hürriyetinde ve bunu yapmaktan çekinmiyor. Kilise, özne konumundan düşeli asırları buldu.

Dediğim gibi: big brother is watching you değil, you are watching big brother artık, Batı için. İpler Kilise’nin (Big Brother) değil, senin elinde.

Baudriallard’in ‘’Tanrı ölmedi, hipergerçek bir şeye dönüştü’’ sözüne atıf yapıp Basel’in sanki bu felsefe üzerine inşa edildiğini söylemiştim önceki yazıda. Nietzsche, ‘’Tanrı öldü, onu biz öldürdük’’ dediğinde bir Batı kentinin felsefesini kurmak için eksik kalıyor sözleri. Başımızı Baudriallard’a yaslayınca tamam oluyor. Yeni bir gerçeklik tasavvurunu ve varlık anlayışını tek cümlede özetliyor Simülakrların hâmîsi. Artık Kilise vaaz etmiyor hakikati. Gerçekliği tanımlayan insan, Tanrı’yı kümenin (gerçeklik kümesinin) dışına itiyor. Tanrı’yı kümenin dışına iten, gerçeküstü kılan, arzu ettiğinde ondan paylar koparma yahut büsbütün geri çağırma hürriyetine de sahiptir. Basel’de görüyorum bunu. Alpler’in çocukları arzularınca paylar koparıp Tanrılar’ının menfezinden, binalar ve kentler kurmuş. Batılı çocuk, Tanrısının iplerini eline aldı. İpi bırakmadığı müddetçe Baudriallard haklı.


SİYON CANAVARI HERZL BURADAYDI

Grand Hotel Les Trois Lois. Üç Kral. Herzl’ın kaldığı otel burası. Az sonra I. Siyonist Kongresinin yapıldığı binaya varıyoruz. Basel, şirin bir Avrupa kenti olmaktan çıkıp, bir alevin kıvılcımının çakıldığı canavar meskeni oluveriyor. Güneş tüm şiddetiyle hücum ederken tenlere, gözlerimde hava kararıyor. Herzl; 1897’nin bir ağustos gecesi, Nil ve Fırat’ı işgal ideallerini kristalleştirdikten sonra Basel’in sokaklarını aşarak Grand Hotel Les Trois Lois’teki odasına vardı ve defterine şöyle yazdı:

‘’Ben Basel’de Yahudi devletini kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler, fakat elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir.’’

Basel’le kavgamız büyüyor...

#Aktüel
#Felsefe
#Yusuf Kaplan