ABD'de George Floyd'un öldürülmesinin ardından alevlenen ırkçılık ve polis vahşeti büyüklerde olduğu gibi siyahi çocukları da derinden etkiliyor.
Siyahi ebeveynler çocuklarına son yaşananlar ve Amerika'da ırkçılığa karşı devam eden mücadele hakkında açıklama yapmakta zorlanıyor. Ebeveynler bunların hepsini çocuklarıyla, özellikle de genç çocuklarıyla tam olarak nasıl aktaracağı konusunda sıkıntı yaşıyor.
Bu tür bilgilendirmelerin hayati önem taşıdığının bilincinde olan aileler, bu konuşmaların zorluk ve risklerinin farkında.
Amerikan Pediatri Akademisi'ne (AAP) göre, bebeklerin beyinleri 6 aylık olduklarında ırksal farklılıkları algılayabiliyor, 2 ila 4 yaş arası çoğu çocuk ırk yanlılığını içselleştirebiliyor. 12 yaşına gelindiğinde ise pek çok çocuğun artık ırkçılığa dair kesin fikri oluşmuş oluyor.
Chicago'da çocuk doktoru Dr. Nia Heard-Garris, "Tıpkı uçaktaki emniyet uygulamalarında olduğu gibi oksijen maskesini çocuklarınızdan önce kendiniz takın" tavsiyesinde bulunuyor. Çocukların ırksal önyargıya nasıl algıladıkları ve bunlara nasıl tepki vermesini isteyenlerin görmek istediği davranışı modellenmesi söyleniyor.
Ebeveynler için bu süreç kendi davranışlarını ve önyargılarını yeniden incelemek için gerçekten iyi bir fırsat olabileceği de hatırlatılıyor.
Siyahların çoğu ABD'nin güneyde yaşıyordu. Ancak ülke, 1910'lu yıllardan itibaren büyük bir değişim yaşadı. Hızla sanayileşen kuzeyde birçok iş olanağı ortaya çıktı. Yaklaşık bir milyon Siyah, güneyi terk etti. İkinci Dünya Savaşı boyunca "büyük göç" hızlandı.
union-communiste.org'da yer alan rapora göre, 1944 yılında Siyahların üçte biri kuzeyde Chicago, batıda Los Angeles gibi kentlerde yaşıyordu. Ötekileştirme, ayrımcılık, bu bölgelerde yasal olarak kurgulanmamış gerçeklikti. Siyahlar, Beyazlardan ayrı yaşıyorlardı ve devlet de bu ayrımcılığı destekliyordu. Federal devlet 1930'lu yıllarda, konutların ayrılması politikasından yanaydı. Farklı köklerden gelen göçmenler birbirleriyle karışmış durumda yaşarken, Siyahlar için Beyazlarınkinden ayrı yerlerde onlara özgü binalar inşa edilmişti.
Roosevelt yönetimi böylece, Siyahlarla Beyazların aynı mahallelerde ve hatta aynı okullarda bir arada bulunmasını engelliyordu. Ayrıca güney, ırkçılık konusunda yalnız değildi.
Mississippi'de büyüyen romancı Richard Wright, 1927 yılında yaşamak için Chicago'ya gelen ailesini nelerin beklediğini şöyle anlatıyordu: "Evlerimizin pencerelerine tuğla fırlatıyorlardı, okula giden çocuklarımızın üzerine çöp atıyorlardı, sonuç olarak kapılarımızın önünde de bombalar patlıyordu."
1935 yılında, büyük bir grev dalgası ortamında ve AFL'nin mesleki örgütlenmesine muhalif olarak kurulan merkezi sendika Sanayi Örgütleri Kongresi CIO (Congrès des Organisations Industrielles), Siyahları üye yapıp örgütlüyordu. Ama kuzeyin büyük şirketleri, siyah işçileri beyaz işçilerle rekabete zorluyor, çoğu zaman da başarıyorlardı. Siyah işçiler her zaman en zor ve ağır işleri yapıyordu. Bazı şirketler ise kapılarını kapatıyordu, ya da aksine onları, işçi yokluğunda işe almak, grev kırıcılık yaptırmak veya Beyazların ücretlerini düşürmek amacıyla yedek işçi ordusu olarak kullanıyorlardı.
1944 yılında Philadelphia'da tramvay sürücülerinin, Siyahların tramvay sürmek için eğitilmelerine karşı grev yapması gibi sapmalara kadar varıldı. Otomobil sanayi, 1943 yılında Detroit kentinde, öylesine bir grevle karşı karşıya kaldı ki, kent korkunç ırkçı ayaklanmalara sahne oldu. Güneyden kısa bir süre önce gelen Beyazlar, biraz daha önce gelmiş olan Siyahlara şiddetle saldırdı. Olaylar sırasında onlarca kişi öldü.
1961 yılından itibaren, Beyaz ve Siyahlar "Özgürlük Yolculuğunda" (Freedom Rides) birbirlerine karıştılar. Güneye giden otobüslere birlikte bindiler; ayrımcılığa kafa tutmak için, hiçbir ırkçı kısıtlamaya kulak asmadan, aynı bekleme salonlarını, kafeteryaları, tuvaletleri kullandılar. Ku Klux Klan'a bağlı gruplar tarafından yumruklarla, demir çubuklarla saldırıya uğruyorlardı. Onları korumaktan uzak olan polis, saldırganlara engel olmuyor, istediklerini yapmakta serbest bırakıyor, hatta Siyahları tutukluyordu. Bütün bunlar, Siyahların devam etmelerini engellemiyordu.
Georgia Eyaleti'ndeki Albany kentinde 23 bin Siyah vardı. Bunların 700'ü otobüs ve kütüphane boykotlarına katıldıkları için hapsedildi. Ayrıca kentte, hizmetçiler, işçiler, ev kadınları hatta okuldaki çocuklar arasında bile ayrımcılık yapılıyordu. Polis şefi, bir protesto gösterisinin ardından yapılan tutuklamalardan sonra tutuklananların isimlerini okurken, kendisini 9 yaşındaki bir çocuğun önünde buldu. Çocuğun ismini sorduğunda çocuk, "Özgürlük, özgürlük" diye yanıtladı.
1962 yılında da benzer bir durumun yaşandığı yerlerden biri de Birmingham oldu. O dönemde Birmingham ABD’nin ayrımcı politikalarının en ağır uygulandığı yerlerden biriydi. Buradaki siyahiler de ayrımcı politikalara karşı King’in taktiklerini uyguluyor ve restoranlarda oturma eylemleri yapıp, şehir merkezlerindeki işletmeleri boykot ediyorlardı.
Ancak Birmingham Polis Şefi Bull Connor, sivil haklar hareketinin adının geçmesine bile müsaade etmiyordu. Connor siyahilerin eylem yapmasına izin vermeyeceğini, gerekirse hapishaneleri tamamen dolduracağını söylüyordu. Ancak Connor, Pritchett kadar uyanık ve zeki değildi. Boykotlar sonrasında birçok kişi tutuklandı. King burada 6-18 yaş aralığındaki çocukların özgürlük yürüyüşü yapmasını sağladı. Bunun üzerine Connor, 959 genç eylemciyi tutukladı ve her yer polisler tarafından tutulmaya başlandı.
Polisler siyahi kadınları acımasızca tekmeliyordu. Birmingham’daki iş dünyası, sosyal bir kargaşaya sürüklendiklerini görerek olaylardan uyduğu rahatsızlığı dile getirmeye başladı. Ancak Connor ısrarla eylemcileri tutuklamaya devam etti. Her yerde ayrımcılık yasasının uygulanması için çaba sarf ediyordu. Olaylara Birmingham belediye başkanı da tepki göstermeye başladı, hatta ayrımcılık yasasını uygulayan iş adamlarını korkak hainler diye suçladı. Belediye başkanının bu açıklaması Connor’ı ürkütmüştü.
Bu arada Birmingham’daki Afro-Amerikalıların kilisesine atılan bir bomba sonucu dört siyahi kız çocuğu hayatını kaybetti. Daha sonra Afrikalılara yönelik birçok öldürme ve sindirme eylemi daha yaşandı. Ancak bu olayların faillerine ve Klu Klux Klan örgütüne yönelik düzgün bir adli bir soruşturma dahi yapılmadı.
Birmingham’daki olaylar ülke medyasında da geniş yankı buldu ve Connor’un gün geçtikçe artan şiddeti ülke medyasını da rahatsız etti. Sonuç olarak bütün bu yaşananlar 1964 Sivil Haklar Yasası’nın kabulüne giden yolu açan olaylar oldu.
Ancak bugün yaşananlar söz konusu yasanın sadece kağıt üzerinde olduğunun göstergesi niteliğinde.
ABD'de yıllardır yüzlerce silahsız siyahi emniyet güçleri tarafından haksız yere öldürülüyor. Ülkedeki siyahiler kendilerinden çok çocukları için endişe duyuyor.