Tüm düya seçim yarışına giren ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu'ya "barış" getirme çabalarını izliyor. Normalleşme çabaları altında atılan imzalar ABD ve İsrail işbirliğini güçlendirirken, Trump'ın "barış mimarı" yönüne de seçim öncesi katkı sağlıyor.
Al Jazeera haber sitesinde, Joe Macaron imzalı analizde Trump sponsorluğunda gerçekleşen anlaşmaların muhtemel neden ve sonuçları değerlendirilirken, atılan adımların hem ABD siyaseti hem de Orta Doğu arenasındaki etkileri masaya yatırılıyor:
İsrail-Körfez normalleştirme anlaşmalarının Arap-İsrail ihtilafını çözmesi pek olası değil. ABD Başkanı Donald Trump selefi Barack Obama'nın mirasını taklit etmeye çalışıyor. Trump şimdi, yaklaşan başkanlık seçimlerinde Obama'nın siyasi varisi Joe Biden'ı yenilgiye uğratarak tıpkı Obama'nın 2009'da yaptığı gibi, yakalanması zor Nobel Barış Ödülü'nü kazanmak için yeterince barış anlaşması yapmak istiyor.
Danışmanlarına 2020 Başkanlık seçimlerinden önce dünya çapında yapılabilecek anlaşmaları araştırma görevi veren Trump, dış politika "zaferleri" ile kendi evinde notunu yükseltmeye çalışıyor. Bunun sebebi ise anketlerdeki düşüş.
ABD Başkanı'nın son haftaları bu anlayış sebebiyle oldukça meşguldü. 15 Eylül'de atılan imzaların İsrail, Bahreyn ve BAE arasındaki normalleşme için telefon görüşmeleri yapıldı. Daha büyük bir Arap-İsrail normalleşmesi ise Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Sudan, Bahreyn ve Umman turuna çıktı.
Ardından Trump, 4 Eylül'de Sırbistan ve Kosova liderlerini, Balkanlar'daki durumu daha da karmaşık hale getirebilecek bir ekonomik normalleşme anlaşması için davet ederken, her ikisinin de açık bir politika gerekçesi olmadan garip bir şekilde İsrail'i kucaklamasını sağladı. Trump ayrıca Lübnan'ı da önümüzdeki birkaç hafta içinde İsrail ile bir sınır çizme anlaşması imzalamaya zorlayacak gibi gözüküyor.
Atılan bu adımlar seçim öncesi Trump'ın "politik başarılarını" gösteren bir tür illüzyon görevi görüyor.
BAE, Bahreyn ve İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, yıllardır büyük ölçüde kapalı kapılar ardında gerçekleşen bir sürecin zirvesi.
Trump 2017'de iktidara geldiğinde, bazı Körfez ülkeleri ile İsrail arasında devam eden perde arkası yakınlaşmasını geliştirmek için bir strateji benimsedi. İran'a karşı resmi bir Arap-İsrail koalisyonu sağlamak için İsrailliler ve Filistinliler arasında bir "barış anlaşması" yapmak istedi.
Bu sürecin en büyük etkisi stratejik değil, İsrail ile Arap karşıtlığı ile ilgili ideolojik, ahlaki ve kültürel tabuları yıkmak. On yıllardır tek işi İsrail faaliyetlerini kınamak olan Arap Ligi, Arap-İsrail normalleşmesine yönelik atılan adımları dahi eleştirmedi.
Bu normalleşme anlaşmaları, Arap dünyasındaki güç dengesinin, Suriye ve Irak gibi İsrail'e düşman olan geleneksel güçlerden çevredeki daha küçük güçlere kaydığını da hatırlatıyor.
Bahreyn ve BAE'nin nüfusu, 422 milyon Arap arasında (yabancı işçiler hariç) iki milyondan azını oluşturuyor. Her iki ülkedeki siyasi sistemlerin doğası, yönetici elitlerin bu tür normalleştirme anlaşmalarını gerekirse ABD desteğiyle ve şimdi de İsrail'in güçlendirilmiş doğrudan rızasıyla sonuçlandırmasına izin veriyor.
Suudi Arabistan sembolik rolü ve ülkedeki potansiyel siyasi baskı göz önüne alındığında, henüz normalleşmeye hazır değil.
Ne Bahreyn ne de Emirlik askerleri savaş alanında İsrail ile savaştı, bu nedenle normalleşmelerinin Arap-İsrail çatışmasının dinamikleri üzerinde önemli bir etkisi yok.
Bununla birlikte, normalleştirme anlaşmaları Arap otoriterliğini desteklemek ve İsrail'i yatıştıran Arap rejimlerinin koruyucusu olarak ABD'nin Arap Baharı öncesi rolünü eski haline getirmek anlamına geliyor. Bölgesel bölünmeleri hafifletmek yerine derinleştirecek sembolik anlaşmalardır. BAE, İran'a ve dolayısıyla Türkiye'ye karşı koalisyonu genişletmek için diğer Arap rejimlerini de bu eksene getirmeye çalışabilir.
Sonunda, Arap-İsrail normalleşmesinin gerçek etkisi büyük ölçüde Trump'ın seçimi kazanmasına ve İsrail siyasetinin gelişimine bağlı olacak