Dünyada bir hayalet dolaşıyor; 3. dünya savaşı hayaleti. Kasım’da gerçekleşecek seçimler öncesinde, geçtiğimiz günlerde cereyan eden ilk televizyon tartışmasında ABD Başkanı Joe Biden ile eski Başkan Donald Trump arasındaki düelloda havada uçuşan kavramlardan biri de buydu. İki taraf da birbirini 3. dünya savaşını çıkarmakla itham etti.
Trump, Ukrayna’yı destekleyen tutumundan ötürü Biden’ı dünyayı savaşa sürüklemekle suçladı ve “3. dünya savaşına herkesin hayal edemeyeceği kadar yakınız” deyiverdi. Biden ise Trump’ın Putin destekçiliğine atıf yaparak “Putin’in devam etmesine ve Kiev’i almasına izin verin. 3. dünya savaşını istiyorsanız bırakın o kazansın!” diyerek misillemede bulundu.
Doğrusu iki taraf da bu söylemi çoktandır dillerine pelesenk etmiş durumdalar. Biden daha 2022 Şubat’ında Putin’e yönelik yaptırımları savunurken şöyle diyordu: “Elimizde iki seçenek var, ya Üçüncü dünya savaşını başlatıp Rusya ile tamamen bir savaşa gideceğiz ya da uluslararası hukuku ihlal eden bir ülkeye bedel ödeteceğiz.” Biden, bu dile daha Ukrayna krizi başlar başlamaz müracaat eder olmuştu. “3. dünya savaşından kaçınmaya çalışıyoruz” söylemi, böylelikle Ukrayna stratejisinin adeta özeti hâline geldi.
Filvaki Biden bu hususta hiç de yalnız değildi. Hasımları dahi Ukrayna krizinin beklenen savaşı kızıştıracağından endişeli, hatta eminlerdi. Rusya’nın eski devlet başkanı Dmitriy Medvedev, ABD ve NATO’nun konuyu 3. dünya savaşına götürmekte olduğunu ve bu savaşın kazananı olamayacağını söyleyerek nükleer bir çatışma imasında bulunuyordu.
Ukrayna’daki karşı cephe, bambaşka çıkarımlarda bulunsa da benzer argümanlar kullanıyordu. Ukrayna Devlet Başkanı Volodmir Zelenski, Rusya’nın saldırganlığı Ukrayna’da durdurulmazsa başarısızlığın NATO’yla çatışmaya dönüşeceğini savunuyor, “Bu kesinlikle 3. dünya savaşı anlamına geliyor.” diyordu. Ukrayna Başbakanı Denis Şmihal da BBC’ye verdiği mülakatta, “Rusya’yla mücadeleyi kaybedersek 3. dünya savaşı çıkabilir.” diye korku pompalıyordu.
2023 Mart’ında Suriye devlet başkanı Esed de Sputnik’e verdiği demeçte 3. dünya savaşının çoktan başladığını iddia ediyor ama sorumlu olarak Batı’yı gösteriyordu. “3. dünya savaşının halihazırda sürmekte olduğuna inanıyorum” diyor ve bunun formatının vekâlet savaşları şeklinde gerçekleştiğini dillendiriyordu.
Şu var ki Soğuk Savaş sonrasında 3. dünya savaşı söyleminin yer yer yaygınlık kazandığı oluyordu fakat Ukrayna Savaşı sonrasında olduğu kadar kara bulutlar hâlinde dünya göğünü kaplamıyordu. İngiltere Savunma Bakanı Grant Shapps’ın ifadeleri bunu teyit eder nitelikteydi. Önümüzdeki beş yıl içinde dünyanın Çin-Rusya-Kuzey Kore-İran’ın dahil olduğu savaşlara sürüklenebileceği ikazında bulunuyor, durumun savaş sonrası bir dünyadan savaş öncesine doğru evrildiğini haber veriyordu.
Filhakika bu algının gelişip serpilmesi için Rus tarafı, bilhassa Putin de elinden geleni ardına koymadı. “Batı ateşle oynuyor.”, “Rusya dünyadaki güç dengesini korumak için nükleer cephaneliğini geliştirecek, topraklarının tehdit edilmesi halinde nükleer doktrinini gözden geçirebilecek.” türünden arkası kesilmeyen mesajları, heyulayı pekiştiren başlıca etken olmayı sürdürdü.
Putin, söylemle yetinmeyip sinir uçlarına dokunan eylemlerle hayaleti ete kemiğe büründürdü. En üst düzey denizaltısı K-561 Kazan’ın, Küba açıklarına gidip tatbikata girişerek adeta dünya savaşı provası eşliğinde meydan okuması ciddi bir psikolojik savaş hamlesiydi. Rus donanmasına ait bir füze kruvazörünün Akdeniz’deki tatbikatı gibi gövde gösterileri de söylemlerin eyleme geçme potansiyeline dair bir başka delildi. NATO hava sahasını ihlal eden seyir füzeleri de söylemi tahkim eden unsurlar olarak devreye sokuluyordu.
Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşünün ardından geçen onca yıldan sonra Rusya’nın adeta soğuk savaşa kaldığı yerden devam etmesi, Batı ülkelerini tedirgin ediyor, Ukrayna işgalinin Rusya’nın Batı ile ilişkilerinde 1962 Küba Füze Krizinden bu yana en kötü krizi şeklinde yorumlanmasına vesile oluyordu. Tehdit algısını had safhaya çıkartan olgu ise Rusya’nın Kuzey Kore’yle yaptığı ittifakın en üst perdeden dışa vurulmasıydı.
Soğuk Savaş’tan bu yana iki ülke arasındaki ortaklığın çapının en geniş noktaya varması; güvenlik, ticaret, yatırım ve kültürel alanlardaki iş birliğinin nükleer teknolojileri de içermesi Batılılarca en büyük endişe kaynağı olarak görülüyor. Geçtiğimiz günlerdeki ziyaretiyle 24 yıl sonra Kuzey Kore’de arz-ı endam eden Putin’in, Batı kamuoyu için çoktandır korku objesi işlevi gören Kim Jong Un ile her iki ülkenin de saldırıya maruz kalması durumunda “karşılıklı yardım” anlaşması imzalaması Rus liderin Batı çıkarlarına daha önce hiç olmadığı kadar meydan okumaya istekli olduğu şeklinde yorumlanıyordu.
Şu da var ki ekranda ve vitrinde Rusya olsa da perde gerisinde asıl muhatap ve taraf Çin gibi duruyor. Bir başka deyişle kıyametin Ukrayna’da kopacağı sanılırken Tayvan’da kopma ihtimali hiç de ufuktan silinmiş değil. Yol açacağı insanî maliyetleri bir yana küresel tedarik zincirlerinin kopması bile Batılıların uykularının kaçması için fazlasıyla kâfi. Bunun geçen asırdaki “Büyük Buhran”la mukayese edilebilecek derecede feci bir ekonomik tablo çıkartacağı söyleniyor.
Çin de Rusya da aralarındaki onca nizaya rağmen ABD’nin çevreleme stratejilerine karşı safları sıklaştırma zaruretinin farkındalar. Tek başlarına ABD ve NATO karşısında şansları yok. Bu durum doğal olarak komplo teorisi meftunları için ideal bir zemin sunuyor. 3. dünya savaşı uygun adımlarla ilerlerken (üstümüze doğru gelirken), bu korku üstünden küresel ve yerel siyasetler yeniden dizayn edilirken ve kitleler zapturapt altına alınırken bu heyulaya daha bir dirayetle ve basiretle bakmaktan başka çaremiz bulunmuyor.