Bütün dünya şaşkınlık içinde Afganistan’da yaşanan gelişmeleri takip ediyor. Afganistan’ı bilenler ise aslında bir dejavu yaşıyorlar. Zira 1996 yılında Afganistan ve başkent Kabil Taliban’ın eline geçmiş ve 5 yıl boyunca bu örgütün kontrolünde kalmıştı. Bugün herkes Afganistan’ın nasıl bu hale geldiğini ve Taliban’ın nasıl olup da bütün ülkeyi, çok kısa bir süre içinde, adeta domino taşlarının yıkılması gibi ele geçirdiğini merak ediyor. Taliban’ın Afganistan’daki bu ikinci gelişini anlatmadan önce Afganistan tarihine ve ülkedeki etnik yapıya kısaca bakmak gerekiyor.
Peştular Afganistan’ın özellikle güney bölgelerinde varlıklarını sürdürüyorlar. Bu bilgi neden önemli? Çünkü ileride anlatacağımız gibi 2001 yılının sonlarında ABD öncülüğündeki Kuzey İttifakı’na yenilen Taliban, yeniden yapılanıp bugün başkent Kabil’i almasına giden sürecini etnik olarak ait olduğu güney bölgelerinde gerçekleştirmiştir. Pakistan’ın dört büyük eyaletinden biri olan Khyber Pakhtunkhwa, resmi adıyla North West Frontier Province (NWFP) Peştuların yaşadığı sınır hattıdır. Pakistan’ın Afganistan üzerindeki etkisini düşünürken bu bilgiyi akıldan çıkarmamak lazım. Çarpıcı bir bilgi olarak şunu da ifade etmek gerekir ki Pakistan’ın bugünkü Başbakanı İmran Han da, Niyazi aşiretine mensup bir Peştu’dur. Bu etnisite bilgisini akılda tutarak Taliban’ı biraz daha tanımaya devam edelim.
Yirmi yıl sonra gördüğümüz Taliban’ın ikinci dönemini işte bu bilgiler ışığında okumalıyız. Taliban 2001’de Kabil’den atıldıktan sonra tıpkı ilk çıkışında olduğu gibi güneye, yani Peştu topraklarına çekildi. Yeniden toparlanma aşaması da kendi etnik yapısı üzerinden oluştu. ABD Taliban’ı bitirdiğini en azından artık bir daha toparlanamayacağını düşünüyordu. Ne var ki güneydeki hareketlenme hiç bitmedi. ABD’nin talebi doğrultusunda 2001 yılından itibaren NATO Afganistan’da güvenliği sağlamak ve Afgan ordusunu kurup, eğitmek için bu ülkede göreve başladı. Toplam 42 ülkeden 160 bin asker NATO şemsiyesi altında Afganistan’da bulundu. ABD ve NATO Afganistan ordusunu gerek mühimmat, gerekse son teknolojik teçhizatla donatmak için milyarlarca dolar para harcadı. Bu rakamın 2,2 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Brown Üniversitesi tarafından yayımlanan rakamları Forbes şu ifadelerle paylaşıyor: “11 Eylül 2001’den bu yana geçen 20 yılda ABD, Afganistan’daki savaşa 2 trilyon dolardan fazla harcadı. Bu, yirmi yıl boyunca her gün, günde 300 milyon dolar demek. Veya Afganistan’ın 40 milyon insanının her biri için 50.000 dolar. Daha basit bir ifadeyle, Sam Amca Taliban’ı uzak tutmak için Jeff Bezos, Elon Musk, Bill Gates ve Amerika’nın en zengin 30 milyarderinin toplam servetinden daha fazlasını harcadı.”
Afgan ordusu; askeri, teknoloji ve eğitim anlamında her ne kadar güçlü olsa da topraklarda varlık gösteremiyor, Taliban’ın bütün saldırıları karşısında ağır kayıplar veriyordu. Bu durum Afgan ordusundaki manevi çözülmeyi ve halkın da Afgan ordusuna olan bakışındaki kırılmayı beraberinde getirdi. Ayrıca ordu içindeki paralı askerlerin, özellikle ABD ordusu nezdinde kendilerini değersiz hissetmeleri, savaşma arzularını da bitirmişti. Bununla ilgili anlatılan bazı hadiseler ordu mensuplarının bu hislerinde yanılmadıklarını gösteriyor. Örneğin; bir pusu sırasında yaralanan askerlerin kurtarılması için yapılan çağrılara ABD ordusunun olumlu yanıt vermemesi gibi olayların sık sık yaşanması Afgan ordusunda önemli çözülmelere yol açtı. Aynı zamanda ABD’nin sık sık Afganistan’dan çekileceğini açıklıyor olması da, Taliban’ı halk nezdinde güçlendirdi. Şunu net olarak söyleyebiliriz ki, Taliban en az 15 yıldır coğrafi olarak, ülkenin yüzde 80’ini zaten kontrol altında tutuyordu.
ABD Başkanı Barack Obama’nın Mayıs 2011’de Usame Bin Ladin’in öldürüldüğünü duyurması, bir ay sonra da ABD ordusunun Afganistan’dan çekileceğini açıklaması, Taliban için yeni bir siyasi sürecin başladığının da işaretiydi. Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai aşiret meclisleri üzerinden Taliban’a barış çağrısı yaparak ülkede silahların susmasını ve Taliban’ın siyasi süreçlere dahil olmasını istedi. Çağrı Taliban’da olumlu yankı buldu. Karzai, Taliban ile yapılacak barış görüşmelerinin Suudi Arabistan veya Türkiye’de olabileceğini söyledi ancak Taliban, bu iki ülkenin mevcut Afgan hükümetini desteklediğini ileri sürerek daha tarafsız olduğunu düşündüğü Katar’ı işaret etti. İşte bu durum Taliban’ı uluslararası toplumla diyalog sürecine soktu. 2011 yılında ABD ve Çin’in gözetiminde Taliban ile Afgan hükümeti Doha’da görüşmelere başladı. Bu görüşmeler 2013 yılında Taliban’ın Doha’da kalıcı ofisini kurmasına giden yolu açtı. Bundan sonra da bütün görüşmeler bu ofis üzerinden yürütüldü. Diyebiliriz ki yeni Taliban’ın var olmasında Katar devleti önemli bir katkı sunmuştur.
Bugün Taliban yetkililerinden 90’lı yıllarda duymadığımız açıklamalar duyuyoruz. Örneğin Taliban sözcüleri artık dünyadan soyutlanmak istemediklerini ve uluslararası toplumla yeni bir sayfa açmak istediklerini net bir şekilde söylüyorlar. Görünen o ki; Taliban bir diyalog zemini arıyor. Bunun gibi ifadeleri son günlerde sık sık duyar olduk. Reuters haber ajansına konuşan Taliban yetkilisi Süheyl Şahin de bunu açıkça ifade etti. Diğer yandan en çok eleştirildikleri; kızların okula gönderilmemesi konusunda da geçmişte hata yaptıklarını söylediler. BBC’ye konuşan Doha temsilcisi kızların başörtülü olarak okula gidebileceklerini, hatta okulu bitirince de çalışabileceklerini ifade etti. Taliban’ın iki liderinden biri olan Molla Birader “Halkla diyalog içinde, birlikte yaşayabileceğimiz noktasında onları ikna etmeye çalışacağız” diyor. Belli ki Taliban halka ‘biz değiştik, siz de bize olan bakışınızı değiştirin’ demek istiyor.