
İslâm toplumunun önemli vasıflarından “vasat ümmet”, müfessirlerce “adil ümmet” olarak tercüme edilir. Fakat nasıl ki; "adil, insanların ölçü aldığı, insanlarca örnek alınan" anlamlarını haiz vasat kelimesi bugün anlamını yitirdiyse, İslam'ın öngördüğü adil insan modeli de gündemimizden çıkmıştır.
Adalet, hakkında en çok kavgaya tutuş-tuğumuz ve anlaşa-madığımız mevzuların başında gelir. Bunun nedeni; belki mutlak adaletin insan eliyle asla sağlanamayacağına dair şuuraltımızdaki farkındalık veya belki yaşadığımız hayattan edindiğimiz kötü tecrübeler yahut şahit olduğumuz kusurlu örneklerdir. Öte yandan herhangi bir meselede adil olanın ne olduğu konusunda üstünkörü bile olsa kesin bir yargımız vardır. Kolay kolay geri adım atmayız. “Adalet hissi” deriz ama teoriden uygulamaya en çok kafa yorduğumuz, en çok kalem oynattığımız adaleti içimizdeki bir hisse hapsederiz.
Adalet; mevcut yasaların uygulanması mı, kamu vicdanının tatmini mi, bizden birilerinin hukuku mu, yoksa ilahi olan mıdır? İnsanlar tahayyülde uzaklarda bir yerden gelecek bir kurtarıcıdan, haşa bir tanrıdan bahseder gibi adaletten bahsederken, uygulamada fert olarak kendi nefsinin, yakınlarının veyahut ait hissettiği toplumun arzu ettiğini hak ve adalet diye tarif etmeye yatkındır.
HERKESİN ADALETİ KENDİNE
24/03/2025 tarihli Yeni Şafak gazetesinden bir haber: Onedio platformunun kurucusu Kaan Kayabalı, yolsuzluk nedeniyle tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı için “Siyah poşette rüşvet alırken videosu bile çıksa, hatta evet çaldım dese bile artık bu ivme değişmez.” ifadelerini kullandı.
Onedio ülkemizdeki muhalif haber ajanslarımdan biri. Kayabalı’nın ağzından dökülenler her zaman derdimizin hak ve adalet olmadığını bize gayet iyi özetliyor. Aynı minvalde, pek çok vahşi suçun faillerinin kendi yakınları tarafından koruyup kollandığını ve hatta yeri geldiğinde suçunu gizleyebilmesi için yardım ettiklerini bazı vakalardan gayet iyi biliyoruz. Örneğin “Cem Gariboğlu Davası.” hafızalarımızda hala tazedir. En son “Narin Davası”nda gördük bu toplu kötülüğü.
İnsanlar buğzlarını, öfkelerini, bağlılık veya düşkünlüklerini vicdan zanneder çoğunlukla; düşmanlığa ya da dostluğa göre yargılar başkalarını. Pek çok durumda burnunun dikine gitmekten ibaret olan adalet anlayışımız, neden mesafe alınamadığının bir bakıma cevabı. Dünya kurulalı beri hiç eksik olmadı fakat çağımız kadar bencilliğin övüldüğü bir çağ yoktur herhalde. Elimize komşunun çalısının dikeni batsa tüm bahçesini yaktırmak isteriz de biz ona yok yere önemli bir zarar versek bırakın özür dilemeyi bir de haklı olduğumuzu iddia ederiz.
İLAHİ ADALET
Menfaat ya da ideolojiyle gölgelenmiş adalet anlayışları yüzünden toplumsal huzursuzluğumuz bir türlü yatışmıyor. Yakınlarımıza, sevdiklerimize veya gönülden bağlı olduğumuz camiamıza duyduğumuz taraflı ve bencil hisleri adalet zannettiğimiz müddetçe yol alamayacağımız da açık. Cenab-ı Hak, Kur'an’ı Kerim’de buyuruyor ki; “Eğer hak onların keyfî arzularına uysaydı göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların düzeni bozulurdu.” (Mü’minûn /71). Bu durum bizi şu noktaya götürüyor. İnsan, adaleti kendi başına becerebilir mi?
Allah’ın adâleti diğer sıfatları gibi eksiksiz ve kusursuzdur. Sınırlı kabiliyete ve pek çok zaafa sahip insanın gösterdiği adâlet ise az çok kusurlu ve eksik olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de adâlet sıfatından yoksun olan kişi dilsiz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetilmektedir. İslam alimlerine göre, insan eğer irade ve gayret gösterir, hikmet, şecaat ve iffet gibi temel faziletleri şahsiyetinin ayrılmaz bir parçası haline getirirse adil olma vasfını kazanmaya da yaklaşmış olur. Selim bir akıl, berrak bir muhakeme sahibi olmayı, zulüm karşısında geri adım atmadığı gibi öfkesine hakim olacak kadar cesur olmayı, haramdan uzak, kendine ve başkalarına karşı dürüst olmayı tarif eder bu üç fazilet. İslâm toplumunun önemli vasıflarından “vasat ümmet”, müfessirlerce “adil ümmet” olarak tercüme edilir. Fakat nasıl ki; “adil, insanların ölçü aldığı, insanlarca örnek alınan” anlamlarını haiz vasat kelimesi bugün anlamını yitirdiyse, İslam’ın öngördüğü adil insan modeli de gündemimizden çıkmıştır.
GÖZLERİ BAĞLI KADIN
Adaletin, Batı’dan daha doğrusu pagan Yunan’dan mülhem kör bir kadın olarak tahayyülü bizde yenidir. Sekülarizm rüzgarıyla birlikte İslam yurduna gelmiştir bu adet. Sözde tanrıçanın elindeki kılıç verilen cezaların caydırıcılığını, terazisi ise hakkın dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. “Kadın” ve “bakire” olması bağımsızlığının, gözünün bağlı olması tarafsızlığının göstergesidir. Bittabi, bu seküler Batılıların pagan Yunandan devşirdiği bir anlayıştır. Hukukun evrensel ilkelerini taşıdığını iddia ettikleri tanrıça Themis heykelini adaletin remzi yapmışlardır bu yüzden. Bir de aynı iddiayı taşıyan fakat daha çok intikam tanrıçası diye bilinen kız kardeşi Nemesis vardır. O da bir elinde kılıç, bir elinde kum saatiyle gezer.
İslam ölçülerine göre nefislerinin kölesi insanların azmanlaşmış vasıflarını temsil eden bu tanrılar güruhunun hiçbirinin ilahi bir vasfı yoktur. Adaletin terazi (Şeriat) ve kılıçla (devlet) simgeleşmesinde mahzur görmeyebiliriz lakin adalet anlayışları tıpkı insanın nefsi gibi hevai ve hercaidir.
Müslümanların adaleti anlamak ve yerine getirmek için kör bir kadının rehberliğine ihtiyacı yok. Vahyi ve Hz. Peygamber'i (sav) tekrar rehber alması yetecek. Batıyı taklit etme sevdasına kapıldığımızdan beri hem adalet mefhumunu hem de meşruiyet hissini yitirdik. Dinimizin kalplerimize verdiği emniyeti kaybettik. Her kafadan bir ses çıkamaması imkansız bu durumda.
“ŞERİATIN KESTİĞİ PARMAK ACIMAZ”
“Davranış ve hükümde doğru olmak, hakkaniyete göre hüküm vermek” mânalarına geliyor adalet. Tanınması gereken bir hak üzerinde hüküm verilirken, kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “zalim” tabirini kullanıyor Yüce Allah. (Nûr / 47-51). Nitekim Hz. Peygamber’in adâlet sıfatını kazanabilmesi, insanların keyfî istek ve arzularını hesaba katmaksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şekilde doğru olması ve Allah’ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedî hakikatlere inanması şartına bağlanmıştır. Bu açıdan adâleti, başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen doğruluk ve hakkaniyet ahlâkı diye tarif edebiliriz.
Adaleti hakim dünyacı anlayışa bırakırsak bir yere varamayıp kaybolacağız. Alametleri çoktandır ortada. Güç, makam ve mülk emanettir. İslam’dan ilham alan bir şahsiyet ve ahlak geliştirmek kadar Allah’ın rızasına uygun bir nizam, hukuk ve adalet anlayışı tesis etmek de sorumluluğumuzdur.